
Yalnızlığın Şiirle Buluşması-1-
İnsan, kimi zaman kendini bir uçurumun kenarında bulur. Bu uçurum, ne bir dağın yamacında ne de bir denizin kıyısındadır; bu, insanın kendi ruhunun derinliklerinde, sessizliğin ve yalnızlığın gölgeleri arasında uzanan bir boşluktur. Yapayalnız insan, kalbinin en kuytu köşelerinde, kendi düşüncelerinin ağırlığı altında ezilirken, bir çıkış yolu arar. Toplumun ona dayattığı düşünme yolları, adeta bir zincir gibi ruhunu sarar; neyi seveceği, neyi reddedeceği, nasıl hissedeceği ona zorla kabul ettirilir. İşte tam da bu anlarda, insan, kendi varlığını sorgularken, bir şey yapmaktan tedirginlik duyar. Ve sonra, bir sığınak gibi, şiir belirir.
Şiir, insanın yalnızlığına bir ayna tutar. O aynada, insan kendi yansımasını görür; bazen kırık dökük, bazen umutla parlayan bir yansıma. Şiir, insanın içindeki fırtınaları dindirmek için bir naber gibi gelir. Her dize, her kelime, ruhun derinliklerinde bir yankı uyandırır. "Yapayalnız insan," derken, bu yalnızlık sadece fiziksel bir terk edilmişlik değildir. Bu, kalabalıklar içinde kaybolmuş bir ruhun, kendi benliğini arayışının yalnızlığıdır. Toplumun dayattığı düşünce kalıpları, insanın kendi özünü bulmasını zorlaştırır. Doğru olanı, güzel olanı, değerli olanı seçmek için başkalarının seslerine kulak vermek zorunda kalırız bazen. Ama bu seçimler, ruhumuzda bir huzursuzluk bırakır. İşte şiir, bu huzursuzluğa bir cevap olur; bir isyan, bir teselli, bir kucaklama.
Şiir okumak, insanın kendiyle buluşmasıdır. Bir mısra, bir dize, bazen bir kelime bile yeter, kalbin en derin yerinde saklı olan bir duyguyu uyandırmaya. Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”sinde, sevdiğinin kaybıyla yüzleşen bir ruhun sessiz çığlığı vardır mesela. O geminin sessizce süzülüşü, yalnızlığın en yalın halini anlatır. Ya da Attilâ İlhan’ın “Ben Sana Mecburum”unda, aşkın ve yalnızlığın iç içe geçtiği o karmaşa, insanın kendiyle hesaplaşmasını fısıldar. Şiir, insanın kendi gerçeğini bulmasına izin verir; dayatılan düşüncelerin zincirlerini kırar, ruhu özgür bırakır.
Yalnızlık, insanın en insani hali belki de. Çünkü yalnızlık, insanın kendi varlığını sorguladığı, kendi derinliklerine daldığı bir an. Ama bu an, aynı zamanda korkutucudur. Zira insan, kendi iç dünyasında kaybolmaktan korkar. Toplumun ona sunduğu hazır cevaplar, bu korkuyu bastırmak için bir kalkan olur. “Böyle düşünmelisin,” der toplum. “Bunu sevmelisin, bundan nefret etmelisin.” Ama insan, bu dayatmaları sorgulamaya başladığında, kendi iç sesini duymaya başlar. İşte o an, şiir devreye girer. Şiir, insanın kendi sesini bulmasına yardım eder. Bir dizedeki ritim, bir kelimedeki anlam, insanın ruhuna bir dokunuş gibi gelir. O dokunuş, bazen bir gözyaşı, bazen bir gülümseme, bazen de bir derin nefes olur.
Şiir, yalnızlığın yükünü hafifletir ama onu tamamen ortadan kaldırmaz. Çünkü yalnızlık, insanın varoluşunun bir parçasıdır. Şiir, bu yalnızlığı kucaklamayı öğretir. “Yapayalnız insan,” derken, bu yalnızlığın bir lanet değil, bir hediye olduğunu fark eder. Zira yalnızlık, insanın kendiyle yüzleşmesini sağlar. Şiir, bu yüzleşmeyi daha katlanılır, hatta daha güzel kılar. Bir dizede, bir metaforun gölgesinde, insan kendi acısını, sevincini, özlemini bulur. Ve bu bulma, bir tür şifadır.
Peki, neden şiir? Neden bir roman, bir film ya da bir şarkı değil de şiir? Çünkü şiir, insanın ruhuna en doğrudan hitap eden sanattır. Kelimelerin dansı, duyguların en saf haliyle buluşur. Bir roman, bir hikâyeyi anlatır; bir film, görüntülerle ruhu sarar; bir şarkı, melodisiyle kalbi ısıtır. Ama şiir, tüm bunları bir arada yapar. Bir dize, bir hikâye anlatır; bir kelime, bir görüntü getirir; bir mısra, bir melodi olur. Şiir, insanın ruhuna bir fısıldama gibi gelir; ne çok yüksek seslidir, ne de tamamen sessiz. Tam da bu yüzden, yapayalnız insan, şiirde kendini bulur.
Mehmet Aluç
Devam edecek inşallah