Gizemli Ruhların
Çığlığı: Anadolu Efsaneleri.
Anadolu coğrafyası bir dile gelse de konuşsa kim bilir
neler anlatır. Eminim bizleri asırlar ötesine götürür; “işte ben buyum,
kıymetimi bilin” diye çığlık atardı.
Güzel Anadolu’m, asırlar boyu
nice medeniyetlere ev sahipliği yapmış; nice savaşlara şahitlik etmiştir.
Anadolu’mun ruhunda nice mitolojiler ve efsaneler gizlidir. Tanrılardan tutun
da doğaüstü varlıklarla ilgili sayısız hikâyeler doğmuştur. Bu yönüyle Anadolu,
geçmişin gizli sırlarını ve insanların kollektif bilincini ve inançlarını
ruhunda taşır.
Anadolu’muz,
bakalım hangi kavimlere analık edip beşiğini sallamış:
Hititlerle
başlıyor, Lidyalılar, Urartular, Yunan kolonileri ve Türk boyları ile devam
ediyor. Ve her kavmin kültürünü, inan-cını, savaşlarını ve yaşantılarını
efsanelere dönüştürerek bizlere miras olarak bırakmış.
Troyalılar ve Truva Savaşı:
Troya ya da Truva, Çanakkale
yakınlarında Ege Denizi kıyısında bulunan antik kentin adıdır. Bu kent adını
Truva savaşından almıştır. Esasında savaş denilse de genellikle efsanevi bir
anlatı olduğuna dair iddialar bulunmaktadır. Bu iddianın kaynağı Homeros’un
kaleme aldığı İlyada destanına
dayanmaktadır. Binlerce yıl zihinlerde yer alan bu hikâyede adı geçen savaşın
nedeni, Truvalı Prens Paris’in Sparta Kraliçesi Helena’yı kaçırması olarak
yazılmış ve hikâyeye göre bu savaş Yunanlılarla Truvalılar arasında olmuş ve on
yıl sürmüştür. İşte filmlere konu olan Truva Atı Efsanesi de bu savaş sonucunda
ortaya çıkmıştır.
Savaşın onuncu yılında
Yunanlılar savaşı kazanmak için tahtadan büyükçe bir at yapmışlar ve içine askerlerini
yerleştirmişler. Bu bir savaş tuzağıydı aslında ancak Truvalılar devasa atın
kendilerine barışı sağlamak için gönderilmiş hediye olduğu yanılgısına düşmüş
ve şehirlerine almışlar. Ne var ki; karanlık çöktüğünde atın karnına saklanan
Yunan askerleri çıkmış ve tüm Truva’yı fethetmiş. Günümüzde bile Truva atı bir
hilenin ve stratejinin adı olarak kullanılır.
Bu efsane, tarihsel bağlamda
bir temele dayanıyor olabilir. Çanakkale’deki Troya Antik Kenti’nde arkeolojik
kazılar yapılmış ve İlyada’da Destanını andıran bulgular elde edilmiştir. Ne
var ki böyle bir savaşın yapıldığına dair kesin bir bilimsel kanıt
bulunamamıştır.
Frigya Kralı Midas Efsanesi:
Frigya Kralı Midas
efsanesinin doğum yeri yine Anadolu topraklarıdır. Frigya Kralı, efsanelere
göre dokunduğu her şeyi altına çevirirmiş ama bu yaptığı kendisine bir lanet
olarak dönermiş. Peki bu yeteneği kimden almış Frigya Kralı?
Efsaneye göre Tanrı Dionysos,
Midas’ın bir dilek dilemesini istemiş, Midas ise dokunduğu her şeyin altına
dönüşmesini dile-miş. Dileği kabul edilen Midas, kısa zamanda zengin olmuş ama
sonunda açlıkla sınanmaya mecbur kalmış. Zira Midas, her tuttuğunun altın
olmasını dilediği için yiyeceği ve içeceği her şey altına dönüşüyormuş!
Kral Midas, dileğinin lanete
dönüşeceğini hiç akıl edemediği için pişmanlık içinde tanrı Dionyso’a yakarmaya
varmış ve bu lanetten kurtulmayı dilemiş. Tanrı Dionysos bu dileğini bir
şartla kabul edeceğini söylemiş. Tanrı Dionysos’un isteğine uyarak ana nehre
girip yıkanmış ve lanetten kurtulmuş.
Frigya Kralı Midas,
Frigya’nın gerçek kralı olarak bilinir ancak “altın dokunuş” hikâyesi
tamamen efsanevi bir anlatımdır. Bu anlatım; Frigya'nın simgesi haline gelmiş
ve yüzyıllar boyu halk arasında yayılmıştır. Hikâyenin ana fikri; “Altın
dokunuş” aşırı zengin olma isteğinin ve zenginlik arayışının hazin sonucunun
simgesel anlatımıdır.
Anadolu Efsanelerinden biri
de Kybele’dir. Bu Tanrıca, Anadolu’nun en güçlü tanrılarından biridir. Kybele;
doğa, bereket ve toprak anlamına gelmektedir. Frigya kökenlidir ve daha
sonraları Yunan ve Roma mitolojilerinde Rhea ya da Magna olarak
isimlendirilmiştir. Kybela, hem dağların, hem vahşi doğanın hâkimi, bir anne ve
koruyucu bir tanrıca olarak bilinmiş ve saygı görmüştür. Kybele
kültüne göre tapınma, Anadolu’nun dağlık bölgelerinde yaşayan insanlar, doğayla
güçlü bağlar kurulabileceğine inanmış.
Kybele’nin çok sayıda
rahipleri ve rahibeleri varmış; tanrıçalarının onuruna vahşi danslar eşliğinde
ayinler yapılırmış ve Anadolu’nun kadim doğa inançlarını şekillendirmiş.
Kybele; kadının gücünü ve
doğurganlığını sembolize etmektedir. Günümüzde Anadolu’nun bereketli
topraklarıyla ilişkilendiril-miştir. Kybele efsanesi, toplumlar tarafından
doğanın ve hayatın kaynağı olarak görülmüştür.
Bir başka efsane Nemrut Dağı efsanesidir:
Nemrut Dağı, Adıyaman
ilimizde turistlerin ziyaret akınına uğrayan bir dağdır. Dağın zirvesinde
bulunan devasa antik heykelleriyle meşhurdur. M.Ö. 1. Yüzyılda, Kommagene Kralı
Antichus tarafından yaptırılmış anıt mezarlardır. Nemrut Dağı, tarihsel yönüyle
değil ayrıca sayısız efsanelere de ev sahipliği yapmıştır. Efsaneye göre; I.
Antiochus, kendini tanrılarla birleştirmek ve tanrıları gibi ölümsüzleştirmek
için Nemrut Dağı’nın zirvesine bu devasa anıtları yaptırmış. Zeus, Apollo ve
Herakles gibi tanrı heykelleri Antiochus’u temsil etmektedir.
Nemrut Dağı zirvesinde gün
doğumu ve batımı turistlere ve halka mistik bir atmosfer sunmaktadır. Bu
büyüleyici hali zamanla efsaneleşerek, heykellerin ve mezarların ilahi bir güç
tarafından korunduğuna inanılmaktadır.
Şahmeran, Anadolu’muzda yaşayan ilginç bir efsanedir. Efsaneye
göre Şahmeran’ın yarısı yılan, diğer yarısı ise kadındır. Kadın ve yılan
yapısal özelliğiyle bilgeliği, iyiliği ve doğaüstü gücü temsil etmektedir.
Efsaneye göre Şahmeran, yılanların kraliçesidir ve yer altında yılanlarla
birlikte, insanlara görünmeden yaşamış. Ne var ki bir gün Cemşab isimli bir
genç, tesadüf sonucunda Şahmeran’ın yaşadığı yeri fark etmiş ve onunla
karşılaşmış. Şahmeran, Cemşab’ın sözlerine güvenip ona bilgeliği öğretmiş ancak
Cemşab, Şahmeran’a ihanet etmiş:
İhanet şöyle başlamış:
O dönemin kralı hastalanmış. Kralın iyileşmesi için
Şahmeran’ın vücudundan ilaç yapılması için öldürülmesi gerekiyormuş. Şahmeran’ı
öldürmüşler ancak bu ölüm bir efsaneye dönüşmüş. Kral iyileşmiş ve Cenşab’a da
bilgelik bahşedilmiş.
Bu efsanenin mitolojik anlamı; Anadolu halk kültüründe
sadakat ve ihanetin iki ayrı yüzü anlatılır. Aynı zamanda doğaüstü
yaratıklarla insanlar arasındaki ilişkiyi sembolize etmektedir. O günden bu
güne Güneydoğu Anadolu’da Şahmeran’a dair semboller ve hikâyeler
anlatılır.
Nuh’un
Gemisi ve Ağrı Dağı Efsanesi de Anadolu mitolojik ve dini inançlar yönüyle
büyük bir öneme sahiptir. Hristiyanlıkta, Yahudilikte ve İslam’da büyük Nuh
tufanı sona erdiğinde geminin Ağrı Dağı’na oturduğuna inanılmaktadır.
Kimi
bilim insanlarına göre efsane olarak görülse de yerli ve yabancı bazı bilim
insanları da Nuh’un gemisini bulabilmek için Ağrı Dağı’nda keşifler ve
arkeolojik kazılar yapmışlar; ancak kesin bir kanıt bulamamışlar. Her ne kadar
efsane denilse de binlerce yıl dinlerarası bir sembol olarak bugünlere ulaşmıştır.
Ağrı
Dağı, hem bir doğa harikası hem de mistik bir yerdir. Dağın zirvesinin
bulutlarla buluşması ve dağın çevresinde dolaşan sırlarla örülmüş efsaneler,
Ağrı Dağı’nı büyüleyici kılmaktadır.
Anadolu’da
yeni bir medeniyete kapı aralanıyor:
Yapılan
açıklamalara göre Şanlıurfa'nın Haliliye ilçesinde bulunan Göbeklitepe, Sümerlerden daha önce var olan bir yaşam
merkezidir. Yapılan kazılarda, insan olduğu düşünülen 45 adet “T” şeklinde taş anıtlar çıkarılmıştır
ve üzerlerinde domuz, ördek, yılan, aslan, balık ve avcılık yapan insan
figürleri vardır. Göbeklitepe’nin bir tapınak olduğu düşünülmektedir. Anıtlardan
her birinin ağırlığı 15 tondur ve yüksekliği altı metredir.
This
content isn't available: Dört kutsal kitaba göre 6 bin yıl önce yaşamış herkes
Âdem'in çocuğuydu. Dünyanın ilk tapınaklarının bulunduğu Göbeklitepe ise 12 bin
yıl öncesine tarihleniyor. Bazı kişilere göre bu gizemli yapı öteki dünyaya
açılan kapının şifresiydi.
Göbeklitepe’de kimler yaşadı, sorusuna
Tübitak Bilim şöyle cevap veriyor:
Hitit,
Lidya, Sümer gibi Mezopotamya uygarlıkları ve Maya uygarlığı Göbeklitepe'den
binlerce yıl sonra ortaya çıktı. Buzul Çağı'nın sona erdiği Paleolitik Çağ'da
(Eski Taş Çağı olarak isimlendirilir) yaşayan insanlar avcılık ve toplayıcılık
ile yaşamlarını sürdürüyordu.
1995 yılında bir çiftçi tarafından
tesadüfen bulunan bu gizemli kült merkezi dünya mirası listesine eklendi. Tüm
dünyanın dikkatini üzerine çekti ama sırrı hala tam olarak çözülemedi.
Arkeologlar, Göbeklitepe’deki çalışmalarını
durdurdular. Kazılan yerlerin üstü örtülüyor. Bilim insanlarının bu çalışmayı gele-cek nesillere bıraktıkları ileri sürülmektedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki:
Bu
efsaneler, Anadolu’muzun tarihsel ve kültürel zenginliğini anlatır. Truva’dan
Ağrı Dağı’na, Kral Midas’tan Şahmeran’a ve Göbeklitepe’ye kadar uzanan bu hikâyeler, tarihin ve halk inançlarının birer yansımasıdır. Yalnız Anadolu’nun geçmişine ışık
tutmaz aynı zamanda bugünün kültür mirasında da yaşamaya devam eder. Her biri,
Anadolu’nun doğa, insan ve tanrılar arasında kadim köprüler kurar ve bu büyüleyici
coğrafyanın efsanevi dünyasına da kapılarını açar.
Makalemi Açık
kaynaklardan faydalanarak hazırladım.