DARUL BELVA
Sorun beni,
Bir bulutun
gölgesinde ümmetim diye ağlarken Resul,
Kesilsin çarpık ayaklarımın mecali…
Kisra’da yıkılan on
dört sütuna şahitlik ederken,
Yeni bir yıldız parlasın gökyüzüne mıhlanan
gözlerimde…
Seva’nın çekilen suyunda yeşillensin sevdamız,
Mecusilerin “Asla sönmez” dedikleri ateşi, sönerken
göreyim…
Yere düşen putları parçalasın ellerim Kâbe’de,
Ve Hz Muhammed’in “bildiklerimi bilseydiniz az güler çok
ağlardınız” derken,
İçime düşseydi hüzün, ağlasaydık Allah için,
Allah diyenlerin yolunda sorun beni…
Alın beni,
Bir Bismillah’ın ardından,
Resul-ü Kibriya’nın huzuruna götürün.
Üstünde duramayacak kadar titresin ayaklarım,
Bakamayacak kadar ürpersin gözlerim,
Konuşamayacak kadar kurusun dudaklarım,
Ama kollarım, sarılacak kadar güçlü kalsın…
Cennetlik gül kokusunu,
Ciğerlerine çekebilecek kadar dayansın yüreğim,
Ve ey yüce Allah’ım,
Eğer bir rüyaysa bile bu,
Bedenim hiç uyanmasın…
Arayın beni,
Bedir’de başlayan çağrıda
Üç yüz beş kişinin içinde arayın beni,
Üç bin kişiyle karşı koyalım Hendek’te on bin kişiye.
Zincirlerle bağlayın okçular tepesine,
“Buradan ayrılmayın” emrine uyanlardan olayım,
Vahşinin karşısına Hamza’nın yerine çıkarın bedenimi,
Ali’nin kılıcının gölgesi ben olayım,
Ömer’in adalet terazisinin kefesinde tartılayım,
Ve Bilal’i Habeşi’nin Allah’u Ekber nidalarının
arkasından,
Resul’ün ardında safta durayım…
Bulun beni,
Üveys’in annesinin duasında okunsun adım,
İlk Cumanın cesaretini kuşanıp,
Kâbe’nin karşısında,
Hz Muhammed ile yan yana huzura durayım,
Ebu Bekir gibi omzuma vurulsun İslamiyet’in mesuliyeti,
Bırakın, bırakın da Hüseyin’le birlikte çatlasın dudaklarım.
Eyyüp El Ensari’nin bakışlarında İstanbul’a âşık olayım.
Fatih Sultan Mehmet’in dudaklarından,
“Ya İstanbul beni alsın, ya ben İstanbul’u” diye
bağırayım.
Sevdasının arkasından koşanlarla bulun beni…
Çıkarın beni,
Altı çocuğunu toprağa veren Hz. Muhammed Mustafa’nın
mateminden,
Testereyle kesilen Hz Zekeriya’nın yaşadıklarından,
Hepimizin gitmek istediği Cennetten kovulan, Hz Âdem’in
hüznünden,
Evlat hasretiyle kör olan Hz Yakup’un karanlığından,
İlk insanın ölümünü tadan Habil’in acısından,
Tüm vücudu kurtçuklarla dolmuş Hz Eyyüb’ün çektiklerinden,
Bir damla suyun ab-ı hayat olduğu Kerbela’nın dramından,
Uhud’un gölgesinde ciğerleri sökülen Hamza’nın feryadından,
Çarmıha gerilen Hz İsa’nın gözyaşlarından,
Her şeyi geride bırakıp,
Gökyüzüne yükselip, cennete varsın Hz İdris,
Kızıldeniz’i ikiye bölsün Hz Musa…
Ve sonra,
Bırakın artık, bırakın,
Galip sayılsın bu yolda mağlup,
Onu da artık anlasın âşıklar…
Âdem
Efiloğlu
24
Ekim 2025
Saat.19.30