Uyumak istemiyordum.
İstememekle kalmıyor, uykuyla açıkça inatlaşıyordum. Gece uzundu, izlemek istediklerim vardı. Sanki uyursam hepsi yarım kalacaktı. Gözlerim ağırlaşıyor, ben direniyordum. Kapanıyor, yeniden açılıyordu. “Daha değil,” diyordum kendi kendime.
Ne zaman daldım, bilmiyorum.
Zaman orada inceldi.
Karşımda bir kadın duruyordu. Mavi, uzun bir etek giymişti. Üzerinde beyaz, dantelli bir bluz vardı. Odanın ortasında, sessizce dans ediyordu. Ne kapı açılmıştı ne bir ses duyulmuştu. Sanki hep oradaymış gibiydi.
Şaşırdım.
Bir anlık öfke mi, hayret mi bilmem, sesim yükseldi:
“Hop hop… Sen nereden çıktın? Ben uyumayacaktım.”
Kadın cevap vermedi.
Sadece dönmeye devam etti. Hareketleri aceleci değildi; kararlıydı. O an anladım. Bu bir yabancı değildi. Bu, gecenin içinden gelen uykunun kendisiydi.
Gözlerimi açtım.
Oda eski hâlindeydi. Telefon açıktı. Gece suskundu.
Bir süre öylece kaldım. Sonra, gecenin tam ortasında, durup dururken güldüm.
Uyku izin istemiyormuş. Ne niyet dinliyor, ne plan. Vakti gelince geliyor. Hem de bazen, insanın karşısında dans ederek.
Telefonu kapattım.
Bu defa itiraz etmedim.