Bir adam yola çıktı
arkasında susturamadığı bir geçmiş
önünde adı konmamış bir ülke
Yollar uzadıkça
sessizlik konuşmayı öğrendi
taş duvarların arasından
eski hikâyeler sızdı
her kapının ardında yarım kalmış bir hayat vardı
Bu ülkede zaman ağır yürürdü
pencerelerde ışıklar geç açılır
çocuklar fısıltıyla oynar
anneler içlerinden dua ederdi
kimse kimseye yük olmak istemez
ama herkes biraz daha yalnız taşırdı yükünü
Adam, kırık bir bankta oturan yaşlıyla göz göze geldi
yaşlı gülümsedi
gülüşünde kaybedilmiş yılların sabrı vardı
bir parça ekmek uzattı
paylaşınca çoğalan bir sıcaklık
adamın avuçlarına yerleşti
Bir başka sokakta
yorgun bir kadın göğe baktı
yağmurun ilk damlasını bekler gibi
beklediği şey aslında bir selam
bir hatırlanma ihtimaliydi
Adam yürüdükçe anladı
bu ülkenin kimsesizliği
insanların birbirine uzaklığı değil
cesaret bulamayışıydı
yan yana durup kalbini açmaya
Bir akşam kapılar aralandı
bir tas çorba dolaştı evden eve
bir çocuk gülüşü taştı sokağa
bir el başka bir ele değdi
ve şehir ürkek bir umutla ısındı
O anda adam fark etti
kimsesizler ülkesi sandığı yer
aslında içimizdeki korkuydu
birlikte olmayı erteleyen gölge
Ve o gölge dağılınca
bu ülke başka bir ülkeye dönüştü
sevmenin sesi duyuldu
kimse kimsesiz kalmadı
yolu olan herkes
birbirinin yurdu oldu
İsmail Gökkuş