Yıllar sonra. Nasıl merhaba demeli sana. Bilemiyorum.
Sen şimdi bu kötü el yazısını okumak için çabalarken. Benim ellerim çok gençmiş gibi, titremiyor olacak. Genç değilim oysa. En çok da ellerim yaşlandı. Farkında olmadan.
Zaman, suyu zehirli bir ırmak gibi akıp gitti aramızdan. Kıyısı boyunca yürüdüğümüz bu nehri izlerken. İçeriden seyre durmuşken olup biteni. Her şey bizi dışarı doğru itmiş sanki. Nehir önce gözlerimizi zehirlemiş.
Birbirimizi öyle kaybetmeye başlamışız.
Ve zaman kendi yatağında akadursun. Mesafeler girmiş aramıza. Ayrı şehirlere sürgün edilmişiz. Ayrı diyarlara. Başka başka ülkelere. Kıtalar arasında med-cezirler sürüp gitmiş de, birbirimizden daha da uzaklaşmışız. Yollar… Yollar aramızda ne kadar boşluk varsa doldurmuş.
Birbirimizi öyle unutmaya başlamışız.
Ve zaman kendi kanununu işlerken hafızamıza. Mesafe bilincimizi yakarken ‘olan bitene’ dair. Yetmemiş bütün bunlar. Ayrı insanlara mahkûm edilmişiz. Hayatımıza kimi aldıysak, ona haksızlık etmişiz; onda birbirimizi aramakla. Başka türlüsü gelmemiş elimizden. Ailesini arayan bir savaş çocuğu gibi. Yitik bakışlarla, hep birbirimizi arayıp durmuşuz birilerinde. Kim kalbine alsa bizi. Göğsünü demir parmaklık zannetmişiz. Karanlıkta kalmışız, mahkûm edilmişiz.
Birbirimizden birimiz çıkınca. Öteki biri başka birine mahkûm olur. Anayasası buymuş sevmenin. Anlayamamışız.
‘Seni’ demiştin… ‘Bir zaman gelecek, seni hatırlamak, unutmak kadar zor olacak! Ben bundan korkuyorum!’
Zaman akıp geldi. Bir daire çizerek yürüdü. Biz birbirimizden öyle uzaklaştık ki, zaman bizi öyle iki ayrı yöne sürükledi ki; daire üzerinde sonunda aynı noktaya vardık. Hatırlamanın unutmak kadar zor olmasına, belki birkaç saat vardır da; sen bu mektubu okuyup beni hatırlarsın.
Merhaba;
Ben geldim. Bütün sürgünlüklerimden, mahkûmiyetlerimden azad edilerek geldim. Yıllar sonra.
İstanbul. Dört yanımda yükselen binalar arasından yürürken. Sanki yeni bir şeyler bulmak ümidiyle. Öylesine geçip giderken zaman gibi. Eskiye dair yeni bir şey bulmak. Nasıl da yeniliyor, yenilenmek yerine. Eskiye dair her ne varsa.
Ben neler yaşadım senden uzakta. Haberin var mı?
Ne gündüzlerimi gündüz edebildim. Belki yırtık bir fotoğraf. Bir fincan Türk kahvesi. Bir küllük içinde birkaç izmarit. Sonra kaderine paramparça olmak yazılan beğenilmemiş satırlar. Ne gecelerim geceydi. Sabaha dek kötü ışıklandırılmış duvarları izlediğim.
Kaç gündüz, kaç gece sensiz geçti… Sayamadım bir vakit sonra!
Rakamlar kendi sınırında sonsuzluğa yürüme çabasındayken. Uygun adım ileri atıldım. Aklımda hep son hatırladığım ıslak çehren. Cebimde yırtık bir fotoğraf. Kendi kaderime yürürken. En çok seni unutmaktan korktum. Hatırlayamadım değil! Unutulmayanlar hatırlanamazlar.
Şimdi hayata yeni başlar gibi. Gözlerimi ilk kez açar gibi. Seni yeniden bulmanın tuhaf telaşıyla.
Merhaba;
Ben geldim!
Korkma; seni aklımda tutarak geldim. Yıllar sonra.
Hoş buldum seni!