Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 24.10.2010
Okunma Sayısı : 1911
Yorum Sayısı : 0

Güneş hala ısıtıyor ve aydınlatıyor. Yeryüzü bereketini esirgemiyor. Yine dört iklimi yaşıyoruz, canlılar yeniden yeniden yaratılıyor.. İnsanlık hayat bulmaya devam ediyor...

İnsanlık, tarih boyunca yaptığı gibi medeniyetler kuruyor; Çin Seddini, Tac Mahali, Mısır Piramidlerini, Roma�yı, Paris�i, Senpetersburg�u, İstanbul�u inşa eden insanlık, bu inşasına yeni ilaveler yapıyor, gelişiyor, geliştiriyor. İlim ve teknikte kendisini de hayran bırakan bir boyutta yol alıyor. Yani insanlık gözünü uzaklara dikmiştir; daha uzaklara..Aya, Marsa, Güneşe daha ötelere...Ancak bizce ihmalkarı olduğu mel�un bir derdi de var; dönüp kendine, gönlüne, yüreğine bakamamak...

Evet, gelinen noktada çoğu şeyler hepimiz için yeni, yeni ve karmaşık. Yeryüzü varlığı hiç bu kadar kalabalık olmadı. Km2�ye düşen insan sayısını hiçbir devirde bu rakamlarla tanımlamadı. Teknolojinin ulaştığı seviye ve kullanım alanındaki zenginlik ve karmaşayı da tanımamış, denememişti. Yeniden örülen eylemler dünyasının sonucu olarak doğan problemlerde hepimiz için yeni. Bu yeni ağır ve karmaşık durum karşısında insanlık teçhizattan, korunmadan yoksundur. Geleceği bir tür iyi niyete terketmiştir. Bu ürkütücü bir durumdur. Kendini savunmasız bırakmış ve gelecek endişesi taşımaktadır. Mutluluğu daha kaynağında torpillemiştir. Kimsenin garanti edemediği ve tarihin çok tanık olduğu dört delinin dünyayı yakamayacağından kimse emin değil. Kaldı ki böyle olmasını arzulayan senaryolar, engelleyici senaryolardan daha fazla ve revaçtadır.

Bu emniyetsizlik sarmalı, dünyanın bir kesiminde oluşturulmakta, pişirilmekte, servis yapılmaktadır. Gariptir ki teknolojinin kaynağı da aynı kesimin ürünü. Gücü elinde bulunduran yine aynı mahfil. Elbette yan gelip yatanların bundan şikayete de hakları yoktur. Olmalı mı? Belki herkes verdiği emek miktarınca, gücü elinde bulunduranlar dünyanın büyük bir bölümünü yok farz ederek projelerini geliştirirken, bir bölümü bunların ardına takılmakta, bir bölümü beklemede, bir bölümü yaşama savaşı vermektedir. Boyun eğme ve boyun eğdirme mekanizması çok acımasız bir şekilde her sahada çalıştırılmaktadır. Dünyamızın, insanlığınsa bu yükü nereye kadar taşıyacağından kimse emin değil. Gelinen noktada kanaatim o ki, insanlığın en büyük problemi emniyetsizlik-güvensizliktir.

Emniyet ve güvenin olmadığı yerde mutluluktan söz açmak düpedüz saçmalıktır. Evet insanlık tüm bu şaşalı, gösterişli, medeni olma iddiasını bir saçmalığa bağlamıştır. Ne, nerede,ne zaman,kim ve ne için soruları bu saçmalıklar dünyasında doğru yerine oturmamaktadır. İnsanın tek başına hiçbir şeye yetmediği, yine kendisi tarafından hazin olarak anlaşılmış olması ruhunu dağıtmıştır. Birbiri ile ilgisi olmayan atomlarına bölmüştür. Her fert kontrolü elinde olmayan ilişkiler ağı içerisine saplanıp kalmıştır.

Reel dünyayı, vatanlı, bayraklı, milletli topluluklar halinde görüyoruz, hemen bunun ardından bu durumun da göreceli bir durum olduğunu görüyoruz. Ardından halihazır bir çıkış yolu olmadığını yine biz idrak ediyoruz. Yine aynı kaynaktan, batılılaşma-modernleşme projelerinin üretildiği ardından seküler bir vaazın geldiği, vaaza kulak kabartanların silah sesleri ile şaşkına döndüğüne de şahit oluyoruz. İnsanlığı yatay olarak sekülerizm önerilirken, dikey olarakta bahse konu milletler-muhataplar, minimize edilmekte, alt kültürlere kadar, kılanlara, kabilelere, aşiretlere, ailelere bölünmektedir.

Bu yatay ve dikey dayatmaların aynı merkezden gelmesi ve nasıl bir dünya hedeflediğini renksizleştirmesi ve gücü elinde bulundurması şaşkınlığın asıl kaynağı olmaktadır. Evet bu yeni yol başında insanlık şaşkındır. Bugün dozu yükselen emniyetsizlik ve şaşkınlık dönemlerini insanlık tarih içinde yaşamıştır. İnsanlık önce sosyal bir varlık olduğunu fark etmiştir. Hemfikir olduğu şey insanın bir başına yaşayamayacağıdır. Evet insanlar bir arada yaşayacaktır, ama nasıl ?

Tarih, bu nasılın cevabını aramaktan ibarettir. Bu nasıla cevap ararken felsefeye ve dine ulaşmıştır. Yakın zamana kadar da insanlık dinlerin egemen ve hegemon olduğu bir dünyayı yaşadı. Çağımızda da özellikle aydınlanma denilen süreçten sonra da bu çağı geride bıraktığına inandı,inandırıldı. Halbuki din, toplumların hayatında yaşamaya devam etti, ediyor. Ancak görmezlikten gelinerek, yok farz edilerek dünya yönetilmeye devam ediyor. Gücü elinde bulunduranlar insanlığı böyle olmaya bir tür zorladılar. Determinizm ve materyalizm esas alınarak dünya yeniden dizayn edildi. İnsanlık Kapitalizmi, Faşizmi, komünizmi tanıdı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını gördü, onulmaz acılar çekti, çekmekte...

Geldiğimiz eşikte modernitenin emniyetimiz ve mutluluğumuz için yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Veriler bizi mutlu etmeye yetmemiştir. Fakat bu problemin de çözülmesini yine insanın kendisi istemektedir. Evet insanlık çözüm istemektedir...

Bu yol başında, çözüme yönelen insanlar bir yandan felsefik argümanlar üretirken, bir yandan da kendisine mutluluk kaynağı olduğuna inandığı dine yönelmektedir. Bu güçlü bir yönelmedir ve 21.yy. Buna hazırlıklı olmalıdır. Ayrıca çok genli bir yöneliştir. Bu yöneliş her fert ve cemiyet için ayrı bir anlam taşımaktadır. Kimileri ruhi problemlerine çözüm amacı ile yönelirken, bir kısım yönelimlerin nedeni ekonomik ve sosyaldir. Yöneliş nedeni ne olursa olsun, din bir buluşma noktası konumuna yükselmektedir. Ardından gelen soru elbette hangi din sorusudur. Bu ana çıkışta, her dinin ve dini anlayışın ortak şansı vardır. Ancak problem derinleştikçe yönelimlerin yönü ve hızı değişmekte ve belirginleşmektedir.Pek çok Doğulu ve Batılı düşünürün kısmen tereddüt taşısalar da bu yönelim ve belirginleştirmede İslam�ı öne çıkmış, çıkarılmış görüyoruz. Bunun öncelikli nedeni yönelimin her iki kolunu oluşturan ekonomik ve sosyal, ruhi ve psikolojik dinginlik talebi, yönelimlerine cevap verebileceğinin umulmasıdır. Bu umma ve ümit etme beklentileri ne denli karşılar ve ya dinin bu beklentileri karşılamak gibi bir borcu var mıdır ? İnsanlar, İslam�ın bu sorulara cevap teşkil edecek yapısını ne kadar açığa çıkartıp insanlığa sunabilecekler. Biliyoruz ki, din ve düşüncenin kendisinin mükemmel olması, her şeyin mükemmel olacağı anlamına gelmiyor. Mükemmellik temsil de gerektiriyor. Tarih boyunca nice iyiniyetli düşüncenin, nice insanın hayatını karartan ucubeler haline geldiğine şahittir. Bugün de bunun böyle olmadığını kimse garanti edemez. Her neyse ?...

Biz de, özel de, insanlığın gerçekten bir yol başında olduğuna inanıyoruz. Dine, özellikle İslam�a bir yönelişin olduğunu, İslami olanlara da, bir yönelişin olduğuna katılıyoruz. Bu yönelişte insanlığın önüne çıkan öğeleri; başta kitapların dünyası, tarihi yapılar, varolan cemiyetler ve özelliklerini, gerek tarih içinde, gerek günümüzde temsilcileri ilk sırayı almaktadır.

Biliyoruz ki din de, düşünce de çoğu zaman gücünü temsilcilerinden almaktadır. Temsil yeteneği önemli bir argümandır. İnsanlarla temasta temsilci en yakın özne olması nedeni ile etkinliği de o denli güçlü ve geçerli olabilmektedir.

Temsil bir kavrayış ve sunuş meselesidir. Peygamberler bu kavrayışı, sunuşu tebliğ yoluyla gerçekleştirmişlerdir. Düşünce temsilcileri ile düşünceyi kavradıktan sonra onu şahsında yaşamak sureti ile çevresini etkiler. Bu bir iddiaya dayalı olduğu gibi bir ideali yaşama biçiminde de gerçekleşebilir. Bu yaşantı biçimi hazır bulunanlarca bir takım yargıların oluşmasına neden olur. Bu yargılar müspet olduğu gibi menfide ola bilecektir. Müspet yargılar tarafsızlık bilincini oluşturur ve bundan dostluklar doğar. Menfi yargılardansa sonuçta düşmanlıklar doğabilmektedir.

Özde bilinir ki, her düşünce ve her temsilci düşmanlıktan çok dostlukların çoğalmasını ister, bu tabii bir şeydir. İnsan egoist bir varlık olması nedeniyle kendi benimsediği doğruların başkaları tarafından da paylaşılmasını ister. Bir tür kendini başkalarında görmek ister. Düşüncenin, eylemin başkalarınca paylaşılması bir güven ortamı oluşturur. Güven arkasından gücü çağırır. Güç ve güvense, düşüncenin daha kolay ve fazla yayılmasını sağlar. Sonuçta biz insanlar, bir dini, düşünceyi, yönelişi kabullenirken önce o düşünceyi temsil eden öğelere sarılır, onu tanır, benimseriz. İnsanda canlı bir temsilci ve öğe olduğundan,bütün eşya ve unsurlardan çekicidir, caziptir. Önce bu çekim unsuru benimsenir, tanıma merakı artar, ardından o unsuru oluşturan düşünceye ulaşılır. Sonra düşüncenin kaynağına yönelinir. Artık dışardan sempati ile bağlanan fert, önce unsurla, sonra düşünceyle, daha sonra düşüncenin kaynağı ile aynileşir, bütünleşir, benimser.

Konumuz, Mevlâna Celaleddin Rumi�nin, düşüncesinde ve şahsında bu işlevin birebir gerçekleştiğini görmekteyiz. Gerek çağında, gerek tarihi süreçte, gerekse günümüzde bu gerçekleşme kesintisiz süre gelmektedir.

Özellikle, islam�ı tanımayan, belki düşünceyi felsefeden takip eden batılılar ve başkaları ,problemlerine felsefik çözüm ararken doğu felsefesini merak etmekte, onunla mesai yaparken doğunun, İslam�ın bir temsilcisi olarak Mevlâna�ya ulaşmaktalar. Mevlâna üzerine yoğunlaşmaları,onları Mevleviliğe, Tasavvufa ve İslam�a taşınmalarına neden olmaktadır. Bunda yadsınacak bir şey yoktur ve çok tabii bir tutumdur. Önemli olan Mevlâna�nın bu rolü daha aktif yapa gelmesidir. İşte Mevlâna�nın farklılığı buradan doğmaktadır. Binlerce tasavvuf erbabı gelip geçmiştir. Ancak Mevlâna kadar kalıcı ve etkileyici iz bırakan örnek az bulunmaktadır. Bunu nasıl başarmıştır?

Mevlâna önce çağına ve çağlara, bütün insanlığı sarsan şu mesajla feryad etmiştir. O�nun muhteşem gel çağrısı ilk farklılığıdır.

�Yine de gel...Yinede gel! Ne olursan ol yinede gel!
Hıristiyan, Mecusi, putperest olsan yinede gel...
Bu bizim dergâhımız umutsuzluk dergahı değildir
Yüz kere tövbeni bozmuş bile olsan yine gel�

Mevlâna�nın bu gel çağrısı ,bel ki gününde bu günkü kadar etkili olmamıştı, olamamıştı. Çünkü insanların o zamanda sınırların ötesini net olarak düşünecek ne bilgileri, ne de kapasiteleri olabilirdi. İnsanlar o zamanda duygu ve düşüncelerini ancak bulundukları sosyal guruba açabilecek, belki beceri, görüşe sahip olabilirlerdi. Mevlâna�nın bu gel çağrısı zaman ilerledikçe anlam kazandığı kanaatindeyim. İnsanlık ruh çalkantılarına maruz kaldıkça bu gel çağrısının daha anlam kazanması mümkün olacaktır. Belki de 21.yy. Bu gel çağrısı için iyi bir eşiktir. Yukarıda da bahsettiğim gibi insanlık ciddi bir yol kavşağında bulunmaktadır. İnsanlar beğendiği , benimsediği insanların hayatını bire bir yaşama imkanına sahip olmayabilirler, bu çoğu zamanda mümkün olmaz .Şimdi birisinin kalkıp Mevlevi takkesi giyip, sema dönüp, sokakları arşınlaması kolay olmaz belki, gereksiz de ancak Mevlevi gibi düşünmek, Mevlâna�nın düşüncelerinden sonuna kadar yararlanmaktan kimse kimseyi alıkoyamaz. Onun için,bugün, Mevlâna�nın varlığından çok etkinlik gücüne sahip olan Mevlâna�nın sözleri ve ortaya koyduğu eserleridir. Veciz ifadelerle yüklü sözleri ve eserlerinin insanların anlaması, biri birine taşıması, kavraması daha kolay ve insanlar için bugün daha anlaşılır bir şeydir. Zaten insanların bugün yaptığı da tastamam budur.

İnsanların bu çağda asıl ardına düştüğü bilgidir. İnsanlar ülkeden ülkeye, toplumdan topluma değişse de, bilginin değerini bilmektedir. Teknolojiyi bunun için seferber ettiği gibi, kurumlaştırdığı eğitime ciddi kaynaklar ayırmaktadır. Her köşede bilgi kovalamaktadır. Basın-yayından, okullardan, bilgisayara ulaşan ciddi bir eğitim ağı bulunmaktadır. Bu böyledir de, insan bu harcamalarına ve çabasına rağmen eğitimden umulanı alabilmekte midir? Eğitim doğruyu bulmasına veya duygu dünyasına ne kadar cevap verebilmektedir? Çağın insanının en büyük boşluğu buradadır. Bilgi doğruları bulmamıza yardımcı olmaktadır. Ancak doğrulardan mutluluğu çıkarmasını başarabilmekte miyiz? Sıkıntı buradan gelmektedir. Buna evet dememiz de mümkün gözükmemektedir. Bilgi, insanın duygu dünyasını fethetmekten çok uzaktır. İnsanın mutluluğu ise ,özde duygulardan haz almaya daha yakındır. Mutluluk varsıllıktan çok duygusallıktır. Duygusallık manevilik. Mevlâna bu duygusallık durumunu aşkla karşılamaktadır. Mevlâna aşkı hayatının ve varlığının mihveri yapmıştır. Varlığın birliğinde, düşüncesinde, hayal dünyasında hep aşk vardır. Aşk bir tür hayatın kendisidir. �Anamız aşk, babamız aşk, aşktan doğduk biz; aşklar arındıkça ilahi aşka çıkar� diyen Mevlâna�nın çağrısı belki hepimizin hedefi olmalı, belki dünyadaki eksiğimiz aşksızlıktır. Üstün idrak hepimizin problemi belki, üstün idrake varmanın da yolu bu. En azından sevmesini bilenlerin iddiası bu. Neden olmasın? Hakkaniyete ulaşmanın yolu da buradan geçer. Nefsinin ardına düşen insan yöneldiği oranda doğrulardan ve sevgiden uzaklaşmaktadır. Zararlı ve marazlı bir hale gelmektedir, büyük yanlışlar yapmaktadır. İnançta, imanda hepimizin ruhunun darmadağınık olmadığını kim söyleyebilir? Hepimiz marazlı tipleriz ve doğru bakamamaktayız. Doğru bakabilsek, dünya bu emniyetsizlik ve güvensizlik sarmalına düşer, medeniyetler çatışması üretir miydi? İnsanlığın ruhunu tam kavrayacak ve kuşatacak durumlara ihtiyacı var, bunu nereden mi anlıyoruz? Ne adına bir örgüt kurarsanız kurun, ardını-önünü düşünmeden yığınlarca insanı yanınızda bulmanız mümkün. Bu insanlığın ciddi bir arayış içinde olduğuna işarettir. Madem ki arıyor insan, o halde bulmaya değer olanın peşine-ardına takılmalı. Mevlâna bu koşuda bize ışık olabilir. Yeniden dünyaya ve varlığa aşkla bakabilmek.

Tabiidir ki toplumların, insanların bunu hedefleyebilmesi için eğitimde ve bilgilenmede eksiklerini gidermesi gerekmektedir. Çünkü bilgi hayatın deveran eden, üreten yüzünü karşılamaktadır. İnsanlık üretmek durumundadır, üretmek ve tüketmek ekseninde bilgilenmesi de hayıtının devamı için bir mecburiyettir. Bunu yaparken de, hayatını anlamlı kılacak ürettiğinden, tükettiğinden zevk alacağı bir ruhi akış içine de girmesi gerekmektedir. İnsanın dünyada mutlulukla tutuna bilmesi için de, aşkı bilgisine mecz etmelidir. Bir tür hayatının harcı yapabilmelidir. Bilgi bir başına mutluluğumuza yetmektedir.

İnsanlık dün de bugün de bizce yeterli olmasa da Mevlâna�nın hayatı bahasına ortaya koyduğu aşk çağrısına karşılık bulabilmiştir. Bir fert olmasına rağmen, ferdi aşan bir boyutta tarihi ve günümüzü etkilemiştir. Her dinden, her dilden her ülkede, dünde bugünde bağlıları bulunmaktadır. Kültürel olarak başat durumda Türkiye, İran, balkanlar başı çekerken; fert bazında , Pakistan�ın milli şairi Muhammed İkbal�ı, İtalyan asıllı Ord. Prf. Dr. Anna Masala�yı en diri örnekler olarak görmekteyiz. Son devir tarihimiz içinde ise Hüseyin Vassaf Efendi, Abidin Paşa, Suud-ül Mevlevi, Ahmet Ferit Efendi, Hasırı-zade Şeyh Mehmet Efendi, Mehmet Esat Dede, Ahmet Avni Konuk, Tahirü-l Mevlevi, Erzurumlu Abdülrezzak İlmi Efendi, Nayı Osman Dede, Ahmet Remzi Dede, Abdülbaki Dede, Mehmet Ziya Efendi Mevlevi bağlıları olarak görürüz. Yine Bursalı Mehmet Tahir Bey, Fuat Köprülü, Saadettin Nüshet Ergun ve Abdülbaki Gölpınarlı gibi Osmanlı Kültürü içinde yetişip bilgi ve görgülerini cumhuriyet Türkiye�sine aktaran Mevlâna dostu ilim adamlarımızı görmekteyiz.
Bu deryadan herkes nasibi ölçüsünde rızıklandı, rızıklanacak. Ne denilir ki ?

� ŞEVKAT VE MERHAMETTE GÜNEŞ GİBİ OL.
BAŞKALARININ KUSURUNU ÖRTMEKTE GECE GİBİ OL.
İYİLİK VE CÖMERTLİKTE AKAR SU GİBİ OL.
HİDDET VE ASBİYETTE ÖLÜ GİBİ OL.
ALÇAK GÖNÜLLÜLÜKTE TOPRAK GİBİ OL.
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL�


KAYNAKÇA
Ahmed Bin Mahmud, Selçuk-Name I-II,Haz. Erdoğan Merçil, Tercüman Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1977
Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, Çev. Tahsin Yazıcı, Remzi Kitabevi, 1986
Arasteh, A. Reza, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, Çev. Bekir Demirkol, İbrahim Özdemir Kitabiyat, Ankara, 2000
Araz, Nezihe, Anadolu Evliyaları,Atlas Kitabevi, İstanbul, 1978,
Ayvedi, Samiha, Abide Şahsiyetler,Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,1976
Erdem, Doç. Dr. Hüsamettin, Panteizm ve Vahdet-i Vücud Mukayesesi, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1990
Fiğlalı, Ethem Ruhi,Türkiye�de Alevilik Bektaşilik,Selçuk Yayınları, İstanbul, 1994
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mesnevi ve Şerhi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1985
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna Celaleddin,İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1985
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna�dan Sonra Mevlevilik, İnkılap ve Aka Kitapevleri, Gül Matbaası, İstanbul, 1983
Hacıtahiroğlu, Abdullah Öztemiz, Mesnevi(kendi vezniyle manzum tercüme) Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1972
Kêlâbâzi, Doğuş Devrinde Tasavvuf, Haz Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul,1979
Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,Yay.Dr. Orhan Fuat Köprülü, Ankara, 1976
Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1981
Mevlâna Celaleddin-i Rumi, Divan-ı Kebir, Çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 1992
Mevlâna Celaleddin-i Rumi, Fîhi Mâ-Fîh ve Mecâlis-i Seba�dan Seçmeler,Haz. Abdülbaki Gölpınarlı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara , 1989
Muhyiddin İbn Arabi, Endülüs Sufileri, Çev. Dr Refik Algan, Dharma Kitabevi, İstanbul, 2002
Mürtezaoğlu, Bilal, Alfabetik Mesnevi Özeti, Altınova Yayınları,No.2, 1997
Necmüddin Kübra, Tasavvufi Hayat, Çev. Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1980
Önder, Mehmet, Mevlâna Hayatı Eserleri, Tercüman Gazetesi Yayınları, İstanbul,
Sevim,Ali, Yücel, Yaşar, Türkiye Tarihi ( Fetih Selçuklu ve Beylikler Dönemi ), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989
Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul,1977, I. Cilt
Tanpınar, A. Hamdi, Beş Şehir, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989
Tatçı, Mustafa, Yunus Emre Divanı İnceleme, Kültür Bakanlığı, Ankara,1990
Uludağ, Süleyman, İslam Düşüncesinin Yapısı, Dergâh Yayınları,1979
Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni, Bildiriler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000
Ünal, Oğuz, Horasan�dan Anadolu�ya, Töre Devlet Yayınevi,Ankara, 1980
Yeni Türk Ansiklopedisi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1985,II. Cilt

Hayrettin YAZICI

Not: Yunus EMRE'yle devam edecek...



( Mevlanada Aşk Yunusda Sevgi -sonuç başlıklı yazı HayrettinYazcı tarafından 24.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu