Başını otobüsün buz gibi soğuk camına yasladı. Gecenin karanlığında uzakta öbek öbek beliren evlerin ışıkları onlara yaklaştıkça büyüyor, otobüs yol aldıkça küçülüp gözden kayboluyorlardı. Dışarıda fırtınayla beraber yağan kar otobüsün camını hızla süpürüp geçiyordu. Yol artık yavaş yavaş karla kaplanmaya başladığı için şoför hızını azaltmış daha temkinli olmuştu.

 

Birsen iyice üşüyen başını camdan çekip, koltuğa yasladı. Kendisini merak ve özlemle bekleyen annesini, babasını düşündü.  Yaklaşık iki aydır İstanbul’da oturan ve yeni doğum yapan ablasına refakat ediyordu. Şimdi de memleketi olan Bursa’ya dönüyordu. Ailesini çok özlemişti bu zaman içerisinde. Ve odasını da… Yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı.  Gözlerini yavaşça kapatıp uyumaya çalıştı. Fakat gözlerini tam kapatmıştı ki, şoför ara yoldan önüne çıkan traktöre çarpmamak için hızla frene bastı! Bastığı anda da koca otobüs buzlanmaya başlayan yolda sağa sola savrulmaya başladı!

 

Otobüste yolcular dehşet içinde olanları izliyorlar, kimi yolcular çığlık atıyor, kimi yolcularsa salavat getiriyordu.

 

Otobüs, şoförün tüm gayretine rağmen hızla yoldan çıkarak takla atmaya başladı. Otobüsün içindeki yolcular, valizler hepsi birbirine karışmıştı. Otobüs en sonunda bir takla daha atarak çalıların olduğu bir yamaca doğru yan yattı. Ağlayanlar, inleyenler tam bir can pazarı yaşanıyordu şimdi. Durumu iyi olanlar bir bir tavanı içeri doğru göçmüş olan otobüsten dışarı çıkıyor, sonra yeniden otobüse dönüp yaralı olanları dışarı çıkartıyorlardı. Görünürde sadece yaralılar vardı. Ölen olmamıştı. Bu arada tipi başlamış, daha da artarak yağan kar yerde yatan yaralıların üzerini adeta bir kefen gibi örtmeye başlamıştı.

 

Birsen, başını otobüs takla atarken cama vurmuş olsa da, şu an iyi durumdaydı.  Sağlığı iyi olan yolcular üzerlerindeki, ya da sağa sola savrulan giysileri yerdeki yaralıların üzerine örtüyorlardı. Bunlar yaşanırken Birsen’de az ötede inleyen bir yaralıya yanaştı. Üşüme pahasına üzerindeki yün tuniğini çıkararak onun üzerine sıkıca örtü. Her yer zifiri karanlıktı. Şimdi başında durduğu bu yaralının bayan mı, erkek mi olduğunu tam anlayamadı. Onunla konuşmaya çalıştı,

 

“Neren ağrıyor? Kanayan bir yerin var mı?”

 

Yaralı yolcu zorlukla konuşabildi, “ayağım çok ağrıyor, galiba kırıldı!” bunları söylerken tir tir titriyordu soğuktan. 

 

Birsen şu an tuniğini üzerine örttüğü bu kişinin sesinden onun kendi yaşlarında genç bir erkek olduğunu anladı. Yaralının donmaması için ellerini, ellerine alarak ovalamaya başladı. Telaş içinde sıcak nefesini onun yüzüne doğru üfledi. Sürekli konuşarak uyumasına engellemeye çalıştı.

 

Bir hafta sonra….

  

Burak ayağı alçıya alınmış halde kendisine geçmiş olsuna gelenlerle konuşuyordu. Babasının il’in tanınan avukatlarından ve bunun yanında siyasi bir partinin il başkanı olmasından dolayı

gelen ziyaretçilerin yoğunluğu daha da artmıştı. 

 

Akşama doğru ziyaret saati tamamlanıp, eş dost gittikten sonra Burak ellerini kenetleyip başının altına koydu. Yüzünde çok da eski olmayan acı bir hatıranın derin izleri belirdi. O korkunç kazayı düşündü…Bir kaç dakika sonra yüzünde bu kez minnet duygularını ifade eden çizgiler oluştu.  Adını bilmediği o kız kurtarmıştı hayatını. O karanlık gecede yüzünü hiç görememişti.  “kimdi acaba” diye meraklandı.  Hayatta kalmasını belki de ona borçluydu. Donma ihtimalini rağmen üzerindeki giysiyi kendi üzerine örtmüş ve kendisi insanın kanını donduran o soğukta saatlerce kalmıştı. Büyük bir teşekkür borcu vardı,  adını ve kim olduğunu bilmediği bu kıza. Onunla ilgili tek bildiği otobüsün on sekiz numaralı koltuğunda oturduğu ve bundan dolayı otobüsün orta kapısından kolayca çıktığıydı.

 

Birsen annesine “hayırdır” der gibi baktı. Annesi az önce çalan telefonu açmış karşısındaki genç adam kızının adını söyleyerek onunla görüşmek istediğini söylemişti.

 

Birsen biraz merak, biraz şüpheyle annesinin elinden telefonu aldı,

 

“Alo!”

 

Burak hastanede bir süre kalıp iyileştikten ve evde de alçılarından kurtulacak kadar istirahat etikten sonra ilk işi kendisini kurtaran kızı bulmak olmuştu. Önce kaza yaptığı otobüs firmasına gitmiş, koltuk numarasını vererek onun adını, hangi hastanede tedavi gördüğünü ve bunları takip ederek en sonunda ev telefonunu öğrenmişti. Ve şu anda kendisine “alo” diyen kişi o idi, yani  Birsen.

 

“Alo. Birsen Hanım!”

 

“Buyurun benim.”

 

Burak ve Birsen hararetli bir şekilde konuşmaya başladılar. Burak şükran duygularını dile getirdikçe, Birsen’in gözleri ışıldıyor, yüzünde küçük mahcup pembemsi gülücükler beliriyordu. Bir müddet sonra Burak ahizeyi kapatmadan sordu,

 

“Eğer mümkünse sizi görmek ve bizzat teşekkür etmek isterim. Kabul ederseniz de inanın çok sevinirim.”

 

Telefonu kapattıktan sonra Birsen’i garip, tuhaf bir hal aldı. Açıkçası o kazadan sonra kurtardığı kişiyi çok merak etmişti, “nasıldı şimdi, ayağı düzelmiş miydi?” diye.  Az önceki konuşmalarından onun da kendi emsalinde genç bir erkek olduğunu hissetmişti. Hoşuna gitmişti onunla konuşmak, kibarlığını yansıtan bir ses tonu vardı. Yüz yüze görüşüp teşekkür de etmek istiyordu. “İyi de annem,  babam mümkün değil izin vermezler ki” diye aklından geçirdi tatsızca.  Her şeye rağmen yine de şansını denemek istedi.

 

Akşam yemeğinden sonra babası yatsı namazını kılmış salonda televizyon izliyordu. Birsen yavaşça gelip babasının karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Sonra televizyon izleyen babasına bir şeyler demek istiyormuş da diyemiyormuş gibi imalı imalı baktı. Annesiyle, Burak’la yaptığı o telefon konuşmasından sonra bu buluşma meselesini konuşmuş, annesi kabul etmemiş, sonradan yumuşayarak, “ben karışmıyorum babanla konuş” demişti. Şimdi tüm cesaretini toplayarak, derin bir nefes aldı,

 

“Baba sana bir şey diyeceğim.. Bugün kim aradı tahmin et! Hani kaza yaptığımız otobüste yardım ettiğim kişi. Genç bir adammış. Onlar da Bursa’da oturuyorlarmış.”

 

Babası başını televizyondan çevirip memnun olmuşçasına kızının yüzüne baktı. Sevinmişti. Sevinmesi kızının bu onurlu davranışının takdir bulmasıydı. 

 

Birsen şimdi mahcup bir şekilde asıl demek istediği sözleri sarf etmeye başladı,

 

“Baba Burak benimle buluşup bizzat teşekkür etmek istiyormuş!”

 

O dakikaya kadar kızını memnuniyet içerisinde dinleyen babasının birden yüzü asıldı! Kızının gözlerine bozuk atarak baktı.

 

“Kızım tamam, o çocuk efendilik yapmış seni aramış teşekkür etmiş. Ama buluşma olayına asla izin veremem. Sen daha on sekizinde genç bir kızsın. Kim olduğunu bilmediğim bir insanla, hem de ortalık buluşman doru mu sence? Bunu bana hiç sormamam lazımdı.”

 

Birsen oturduğu kanepede iyice büzüştü. Babasından aldığı zaten tahmin ettiği bir cevaptı. “peki baba ” dedi. Ardından salondan dışarı çıkmak için ayağa kalktı. Tam bu sırada,

“Bir saniye kızım” dedi kızının kırgın halini gören babası. “Eğer istersen Burak dediğin kişi benim de evde olduğum bir zaman buyursun gelsin.”

 

Burak oldukça heyecanlıydı. Birsen kendisini aramış, babasının buluşmalarına izin vermediğini, ama isterse akşam evlerine oturmaya gelebileceğini söylemişti. Şu an aynanın karşısında üstünü düzeltirken elinde olmadan Birsen’i düşündü. Telefondaki sesinden onun genç bir kız olduğunu tahmin etmişti. “Kim bilir nasıl bir kızdı acaba! Uzun, sarı yada siyah saçlı, belki kısa meçli yada röfleli, şişman, zayıf …. Bunları hayal ederken aklına Birsen’in, babasının neden buluşmalarına izin vermediğini düşündü. Açıkçası niye böyle davrandığına bir anlam verememişti!   

 

Tatlı bir telaş içerisindeydi Birsen. Hava iyice kararmıştı. Birazdan hem babası gelecekti, hem de…Evet, Burak gelecekti. O mahşeri andıran geceyi düşündü. Ona yardım edişini gözlerinin önüne getirdi. Sadece sesini duyabilmişti o katran karası gecede. Başka da bildiği yoktu onunla ilgili. Kalbinin bir köşesinde tatlı bir kıpırdanma oldu. Farkında olmadan onunla ilgili hayaller çizdi yüreği,  “Nasıldı acaba, esmer? Açık tenli? Efendi?”   

 

Burak evden çıkmadan önce uzun sarı saçlarını siyah bir bandanayla topladı.  En sevdiği küpesini takıp, top sakalını da eliyle güzelce düzeltti.   

 

Birsen mutfaktaki yemek hazırlıklarını tamamlayıp, giyinmek için odasına geçti. En sevdiği siyah ekose takımını giydi. Kömür karası saçlarını topuzlatıp üzerine bonesini geçirdi. Üzerine de en sevdiği kırmızı ipek eşarbını bağladı.

 

Burak içinde farklı bir sürü güzel duygu içinde merdivenleri çıkıp üçüncü kata geldi. Yedi numara burasıydı. Yani Birsen’in oturduğu, yani hayatını kurtaran Birsen’in. Şimdi ilk kez görecekti onu. Titremeye başlayan elleriyle zili çaldı. 

 

Birsen’in eli ayağı birbirine karışmıştı,  kapının zili çalıyordu şu an. Ve gelen muhtemelen beklenen misafirdi.  Kendisine imayla bakan anne ve babasının yüzüne hiç bakmadan gidip kapıyı açtı. Karşısında duran uzun saçlı, top sakallı, küpeli çocuğa hiç ummadığı birisiyle karşılaşmış gibi baktı! Sonra kendisini toparlayarak doğrularmışçasına “Burak!” dedi sevinçle.

 

“Evet, benim” dedi Burak. Açıkçası biraz şaşırmıştı karşısında gördüğü bu tesettürlü kızın Birsen olduğunu anladığında. Böyle hayal etmemişti onu, en azından giyim tarzı olarak! Ama şuan kendisine bakan çok güzel ve sevgi dolu bir yüzü vardı.

 

Burak kapıdan geçip salona girdiğinde Birsen’in anne, babası da onu güler yüzle karşıladılar. İlk anda giyim şekli onların da ilgisini çekmişti. Çok da benimsedikleri bir tarz değildi açıkçası. Yemeğe başladıktan biraz sonra o kötü geceden bahsetmeye başladılar.. Ardından Burak şu an hukuk okuduğunu, babasının avukat olduğunu ve siyasetle aktif olarak uğraştığını söyledi. İşte buraya kadar Burak’ı merakla dinleyen Birsen’in babasının bir anda canı sıkıldı! Kendisi de az çok siyasetle uğraşıyordu. O da bir partinin delegesi olduğu için, İl deki siyasi gelişmeleri yakından takip ediyordu. Burak’ın babasını da gayet iyi tanıyordu. Fikirlerini,  yaşam şeklini çok da tasvip etmediği birisiydi.

 

Burak yemeğin ardından geceye doğru eve geldi. Kendisine ziyaretin nasıl geçtiğini soran anne, babasına Birsen’i ve ailesini anlattı. Ardından odasına geçip akşamüstü yaşadıklarını yeniden hatırlamaya başladı. Birsen’i düşündü. Sahip olduğu arkadaşlarından çok farklıydı o. Kuşam şekli, aile yaşam biçimi alışmış olduğundan farklıydı. Bu arada yemekte birkaç kez göz göze de gelmişlerdi. İşte o an içinde bütün vücudunu ılık bir sıcaklık, hoş bir titreme sarmıştı. Güzel kızdı Birsen. Hem de çok güzel. Yanakları hafif pembe, bembeyaz teni, kocaman kömür gibi kara gözleri, uyumlu düzgün uzun boyuyla harika bir kızdı.  Bugüne kadar onun gibi bir kızla arkadaşlık etmemişti, yani böyle giyinen ve değişik bir yaşam kültürü olan.  Olması da mümkün değildi zaten. Her anlamda birbirlerinden zıttılar..

 

Yatmadan önce banyoya geçti Birsen. Yüzüne hafifçe yaptığı makyajı silmeye başladı. Aynada bir ara kendi gözleriyle göz göze geldi. Hafif şımarık bir edayla gülümsedi. Burak görünüş olarak hiç de umduğu gibi birisi çıkmamıştı. Ama kibardı. Konuştukça da hoşuna gitmişti kişiliği. Aynadan başındaki bone ve eşarbına baktı, Burak’ın uzun saçlarını, entel sakalını ve kulağındaki küpesini düşündü….”hiç olur muydu bu kadar tezatlık varken? “ diye karamsarca mırıldandı dudakları.  

 

Aradan bir hafta geçmesine rağmen ne Burak, Birsen’i unutabilmişti, ne Birsen Burak’ı hayallerinden söküp atabilmişti. Burak en sonunda her şeyi göze alarak Birsen’in evini aradı.

Ne diyeceğini, ne söyleyeceğini kendisi de bilmiyordu. Ama bir kez de olsa sesini duymayı çok arzuluyordu.

 

Telefon çaldığında Birsen’in içini tarifi mümkün olmayan bir duygu kapladı. O günden beri artık çalan her telefon yüreği umutla çarptırıyordu. Şimdi yine öyleydi. Şu an evde tek olduğu için hemen telefona kendisi koştu. Umutsuz bir umutla ahizeyi eline aldı. Aldığında da yüzü mutluluktan al renge boyandı!  Şimdi birbirinden hoşlanan ama bunu ifade edemeyen iki genç kalbin duygu dolu konuşmaları vardı iki ahizenin arasında. Karşılıklı iltifatlar geliyordu ama en çok da Burak’ dan. Ve ardından itiraflar geliyordu Birsen’ den.

 

O günden sonra Birsen ve Burak ara ara Birsen’in müsait olduğu zamanlar içerisinde telefonla konuşmaya başladılar. Her bir görüşme ufukta gözüken büyük aşkı müjdeliyordu. Daha sonra bu görüşmeler telefondan çıkıp, yüz yüze olmaya başladı. Birsen kız meslek lisesini bitirmişti. Evde yaptığı işleri satılması için bir mağazaya veriyor ve bazen de tanıdık olan bu mağazaya yardım etmek için geliyordu. İşte bu zamanlar Birsen’le,  Burak’ın görüşme vakitleri oluyordu. Bir araya geldiklerinde görüntü ve fikir olarak çok uyumlu gözükmeseler de, siyaset, politika veya buna benzer meseleleri konuşmadıkça sıkıntı olmuyordu aralarında. Bunları konuşmaya gerek de görmüyorlardı. Ama aynı resme, aynı çiçeğe bakıp, aynı şarkıya aynı gönülle baktıklarında düşünceleri de hep aynı oluyordu. Birbirlerine karşı sevgileri her buluşmada daha da çoğalıyordu.  Burak kızıyordu kendine önceden Birsen gibilere gösterdiği ön yargıdan ve Birsen’de utanıyordu Burak’ı ve onun gibileri maneviyattan yoksun insanlar sanmaktan. Aileleri de fark etmişlerdi evlatlarındaki bu bahar esintilerini. Böyle güzel geçen günlerin ardından Burak bugün Birsen’i babasının ofisine götürecekti onunla tanışası için.  Birsen’se şimdilik hala gizli tutuyordu ailesinden Burak’la görüştüğünü.  

 

Bu sabah büroda çalışanlar kafalarında türlü gelin adayı resimleriyle gelecek misafiri bekliyorlardı. Öğleye doğru büronun kapısı açıldı, önce Burak girdi içeri, ardından Birsen. Fakat büroda çalışan katipler, stajyer avukatlar  gördükleri manzara karşısında şok oldular. Şaşırmaları Birsen’in tesettürlü olması değil, Burak’ın böyle giyinimli bir kızla çıkıyor olmasıydı. Açıkçası birazdan Burak’ın, babasının odasına girdiklerinde onun vereceği tepki nasıl olacak onu da çok merak ediyorlardı.

 

Burak babasının kapalı olan oda kapısını hafifçe tıklattı. Babasına Birsen’den bahsederken onunla ileriye yönelik ciddi bir beraberlik düşündüğünü söylemişti. Ama tesettürlü oluşundan hiç bahsetmemişti. Kapı açıldı. Burak’ın babası merakla beklediği Birsen’i o kıyafetiyle görünce saklayamadığı bir şaşkınlığı resmetti bakışlarına. Hayal kırıklığına uğramış bir hali vardı yüzünde. Çok da sıcak olmayan kısa bir sohbetin ardından Burak’ın babası “yetişmem gereken bir mahkemem” var diyerek ofisten çıktı. Ardında kalan ve Birsen ve Burak birbirlerine hissettirmemeye çalıştıkları bir moralsizlik yaşıyorlardı şimdi. O günden sonra Burak’la, babasının arasına adı konmamış bir soğukluk girdi. Babasının içinde rahatsız olduğu bir şeyleri tuttuğunu ve en kısa zamanda kendisiyle uyarı mahiyetinde konuşacağını biliyordu. Rahatsızlığının konusunu biliyordu; Birsen.  Aslında Birsen değil onun giyim şekli.

 

Birsen bugün evden çıkarken oldukça sıkıntılıydı. Geçen gün Burak’ın babasının kendisine gösterdiği tepki onurunu kırmıştı. Ve daha sırada ailesine bir gün Burak’tan bahsettiğinde ona gösterecekleri veya “olmaz asla olmaz” diyecekleri sert karşı koyuşları olacaktı. Ama Burak’ı gerçekten seviyordu. Hiç tahmin edemeyeceği şekilde ona aşık olmuştu. Umurunda değildi, geldikleri kültür farklı olsa da. Tam apartmandan çıkacağı zaman kapıcıyla göz göze geldiler. Kapıcı ona anlayamadığı tatsız bir imayla baktı. Birsen bu bakışın üzerinde durmadan yoluna devam etti. Apartmanın kapıcısı Birsen’in ardından başını sallayarak bakıp,

 

 “Şuna bak! O uzun saçlı, küpeli gavur çocuğuyla senin gibi bir kızın ne işi var be!  Zaten memleketin başına ne geliyorsa aha bunun gibi cenabet adamların yüzünden geliyor.” diye söylendi.

 

Burak kafeye girdi. Birsen’le bugün burada buluşacaklardı. Burası üniversiteden genelde aynı ideolojiyi yaşayan gençlerin takıldığı bir yerdi. Bir masada oturan kızlı, erkekli arkadaşlarına selam verip, onlara bir kız arkadaşıyla buluşacağını söyledi ve ayrı bir masaya geçti. Guruptakiler kendi aralarında konuşurken bir yandan da merakla Burak’ın bu seferki kız arkadaşı nasıl diye ona bakıyorlardı. O sırada kapıdan oldukça havalı bir kız girdi. Guruptakilerin çoğu bu kızı hemen Burak’a yazdılar. Oysa kız gelip başka bir guruba dahil oldu. Birkaç dakika sonra içeri tesettürlü haliyle Birsen girince hem guruptakiler, hem Kafedekiler tuhaf tuhaf ona bakmaya başladılar. Buraya bu giyim biçimiyle kimse gelmemişti bugüne kadar, gelmezdi de. Guruptakilerin şaşırmışlığı Birsen’in,  Burak’ın masasına oturmasıyla daha da artmıştı.

 

Birsen kendine garip biriymiş gibi bakan gözler eşliğinde gelip Burak’ın yanına oturdu. Aslında mekanı merak edip, Burak’ın “boş ver sana göre değil demesine” rağmen gelmek isteyen kendisiydi. Kendince kalıplaşmış bir şeyleri kırmak istiyordu.

 

Guruptakiler, Burak’la, Birsen’e hafif alaylıca bakıp kendi aralarında laflıyorlardı, Birisi,” Burak bu sefer, galiba doğru seçim yapmış” diyordu. Birisi, “bu örümcelik kafalıyla mı?” diyordu. Birisi “bunlar yakında hacca da gider diyordu. Birisi “hac vakit ve de nakit kaybından başka bir şey değil” diyordu.

 

Birsen, yüzü hafif kızarmış olan Burak’a baktı. Sıkıntılı bir hali vardı da sanki bunu yenmeye çalışır gibi bir durumdaydı. Gözlerinin içine baktı,

 

 “Benden utanıyor musun ?”

 

Bu soru Burak’ın ağrına gitti. Eskiden Birsen gibi insanlar için kafasında oluşmuş bir sürü ön yargılar Birsen’le birlikte çok değişmişti. Ayrıca Birsen’i tanıdıkça kendini de tanımaya başlamıştı. Onu gerçek anlamda seviyordu. Ne anne, babasının giderek artan laf dokundurmaları, ne çevresindeki arkadaşların hepsi olmasa bile bir çoğunun Birsen’in kendisine yakıştıramayışları…Bunların hiç biri umurunda değildi. Birsen’in beyaz ince ellerini sıkıca tuttu.

 

“Utanılacak tek şey senden utanmam olur”

 

“Peki, tesettürümümü çıkarmamı ister miydin?”

 

“Saçmalama!”

 

Ya sen, küpemi çıkarmamı ister miydin?”

 

“Asla…asla.”

 

O akşamüstü Birsen’in babası öfke içinde kızının dışarıdan gelmesini bekliyordu! Az önce bir yakını aramış “Senin kızı, zibidi kılıklı biriyle görüyorum haberin olsun” demişti.  Duyduklarına inanamamıştı önce, ama sonra aklına Burak gelmişti. Yakını, o zibidi o çocuğu tarif edince acıyla da olsa bu gerçeğin doğruluğuna inanmıştı.

 

Birsen merdivenlerden yukarı çıkarken inanılmaz duygular yaşıyordu. Bu akşam her şeyi göze alarak anne ve özellikle de babasına Burak’la olan beraberliklerini açıklayacaktı.

 

O gecenin ilerleyen saatlerine rağmen Birsen’in babası halen hiddetle bağırıp çağırıyordu Birsen’e. En son söylediği söz, Birsen’in yüreğine hançer gibi saplanan “bir daha evden dışarı çıkmayacaksın”  sözü oldu.

 

Günlerdir endişe içindeydi Burak. Birsen çalıştığı mağazaya gelmiyor, kendisini telefonla aramıyordu. Kendisi de Birsen’e zarar gelmesin diye onun evini arayamıyordu. O sırada odasının kapısı yarım aralandı. İçeri giren babasıydı. Ardından annesi de girdi içeri. Karamsarlığın hakim olduğu yüzlerinden anlamıştı konuşmak istedikleri önemli bir konu olduğu.

 

“Bak oğlum” dedi babası. “Seninle konuşmamız lazım. Şu Birsen.. Tamam, iyi bir kız olabilir. Ama biz onlardan çok değişik yaşıyoruz. Ne huyları huyumuza, ne adetleri adetlerimize uyar. Yarın evlendiğinde o kızı takıp kolun bizim çevremize nasıl sokacaksın? Davetlere, toplantılara nasıl gideceksin? İnsanlar seni küçümsemeyecekler mi? Hem o kızla evlendiğin de ailesiyle de evlenmiş olacaksın. Peki bu ailenin içinde elbette yobazlar da olacak, seni bu halinle kabul ederler mi sanıyorsun? Hem daha şimdiden bizim partiler benle dalga geçmeye başladı,”Başkan ne oldu taraf mı değiştiriyorsun? “diye. Bu beraberliğe ne annen,  ne de ben asla taraftar değiliz.  Ya bizi çiğner geçersin ya da bu işi bir önce bitirirsin.”

 

 

 Annesi odasına kapanan, günlerdir bir şey yiyip içmeden öylece ağlayan kızı için artık iyice endişelenmeye başlamıştı. Bedbaht durumdaki kızıyla konuşması için kocasını en sonunda ikna etmişti bugün. Babası yavaşça odasına girdi Birsen’in. Kızına ağır laflar söylediği o günden beri vicdan azabından yatamıyor, süzülen gözyaşları içine akıtıyordu. Yatağında masumca yatan kızının başucuna çömeldi. İçeri girmek isteyen karısına eliyle dışarıda kalmasını işaret etti. Kızının saçlarını okşadı. Kızı ona bakmasa da kendisini dinlediğini biliyordu şimdi. Üzüntü içinde konuşmaya başladı,

 

“Kızım bana kızma. Yarın senin de evladın olduğu zaman görürsün, anlarsın bizi. Biliyorum Burak’ı seviyorsun. Ben de biliyorum Burak kötü bir çocuk değil, Allah var ilk geldiğinde görüntüsü beni yanıltsa da, tanıyınca sevdim onu. Ama bu işin mümkünatı yok. Evlenip de o çocuk içimize girdiğimizde rahat eder mi sanıyorsun? Yarın bayramlarda, cumalarda biz namaza giderken onu zorla mı göndereceksin camiye?”

 

Burak inzivaya çekilmiş gibi boş kalan zamanlarını hep odasında geçiriyordu. Günlerdir Birsen’in görememenin, sesini duyamamasının derin elemini yaşıyordu. Sürekli “ne idi yanlış olan” diye düşünmekten kafası patlayacak gibi oluyordu.  “Ailesinden kendine miras kalan düşüncelerde, şekiller de mi bir hata vardı? Birsen’in ailesine benzer başka bir ailede doğsaydı, ya da Birsen kendi ailesine benzer bir ailede doğsaydı, her şey tamam mı olacaktı o zaman? Düşüncelerin değişik olması aşklarına engel olabilir miydi ki?”

 

Birsen’de, Burak gibi adeta hayata küsmüştü. Bir yandan Burak’ı göremeyişi, bir yandan babasının kendisine bir türlü yakıştıramadığı dışarı çıkma yasağı. “Bütün bunlar ne içindi” diye düşünüp ahlanıyordu hep. “Neydi suçu Burak’ı sevmek mi? Başörtüsünü çıkarsa sorunlar da mı bitmiş olacaktı. Yada Burak efendice giyinse..o zaman kendileri gibi olmayacaklardı ki. Bu görüntülerde miydi sıfatları, içleri, gönülleri?”

 

Burak artık pes etmişti. Bu sevdadan vazgeçmekten başka çaresi yoktu. En çok da, kendi çektiği acılar için değil, her geçen gün üzüntünden eriyip giden Birsen için. Babasıyla konuşmuştu dün akşam, eğitimine yurt dışında devam edecekti. Burada kaldığı sürece Birsen’i düşünmeden, onun da kendisini düşünmeden edemeyeceğini biliyordu. Babası da şu en için en mantıklı yolun bu olduğunu söyleyerek onun bu isteğini hemen kabul etmişti. 

 

Son kez Birsen’i aradı.

 

Birsen’in annesi şu an elinde ahize kararsızlık içersindeydi! Sonun da dayanamayıp, Birsen’i telefona çağırdı. Birsen, “Burak” lafını duyunca yeniden doğmuşçasına sevinç içine telefon koştu. Ama konuşmaya başladıkça, her kelimede, her ayrılık sözünde gözlerinden oluk oluk yaş akmaya başladı.. En sonunda tükenmiş bir şekilde telefonu kapatıp kendine yatağa attı. Şimdi hıçkırarak ağlıyordu. Burak bugün İstanbul’a ardından İngiltere’ye gideceğini söylüyordu. Veda ediyordu kendisine, hem de sonsuza dek.

 

 

  

Terminal ana baba günüydü. Giren çıkan otobüsler, insanlar.. Burak kendisini İstanbul’a götürecek otobüsün başında anne ve babasıyla vedalaşıyordu. Burak hissettirmediği kederli haliyle son kez sarıldı onlara. Sonra otobüse binip koltuğuna oturdu. Aklında hep o vardı. Bugün bu saatte gideceğini biliyordu. Gelirdi. Önünde ölüm de olsa mutlak gelirdi Birsen. Kahır içinde gözleri pencereden dışarıdaki insan yığınları içinde onu aradı. Yoktu. Gelmemişti. Otobüs perondan yavaş yavaş çıkarken tutmaya çalıştığı gözyaşları süzülmeye başladı. Ne çok isterdi şimdi Birsen’i bir kez daha görebilmeyi. “Keşke tanımasaydım seni Birsen” dedi gamlı bir şekilde.”İnan senden ayrılmanın acısı senin tanımanın mutluluğundan çok daha ağırmış.”

 

Gizlendiği yerden ağlayarak  gitmek olan otobüsteki Burak’a bakıyordu Birsen. Saatler önce gelmişti buraya ve içi kan ağlayarak dakikalardır ona bakıyordu. Son kez ona el salladı ama onun göremediği,  “ Hadi git” dedi hiç kimsenin duymadığı bir feryatla.

 

“Hadi git artık  git.. Vuslatı yok bizim aşkımızın”

   

 

 

 

( Engelli Aşklar başlıklı yazı MustafaSakarya tarafından 25.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu