BAŞÖRTÜSÜ SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ ZİHNİYET DEĞİŞİMİNE BAĞLI
Ülkemizde son otuz yılın flaş konusu ve gündemden hiç düşmeyen sorunu başörtüsü sorunudur. Çözümü, ne anayasa değişikliyle, ne de kanun çıkarmakla mümkündür. Sorunun kökten çözümü, zihniyet değişikliğinden geçer. Önyargılar, korkular, güvesizlikler, bilgisizlikler giderilmeden, kuru kanun değişikliği sorunu kökten çözmeyecektir. Skandal haberler, değişik mekânlarda ayrımcılıklar, haksız uygulamalar devam edecektir.
Kur’an-ı Kerim’in Nur ve Ahzap Surelerinin ilgili ayetlerinden, hadis-i şeriflerden, sahabe hanımların örtünme şekillerinden, Aişe validemizden gelen rivayetlerden, mezhep imamlarımızın görüşlerinden ve din alimlerimizin kitaplarından anlıyoruz ki, tesettür dinimizin farz olan bir emridir, başörtüsü de tesettürün bir parçasıdır. Yaşadığı gibi inanan veya inandığı gibi yaşamayan bazı ekran hocalarının dışında başörtüsünü yok sayan bir din alimi yoktur. Yani saçları, boyun ve gerdanlıkları da örten başörtüsünün farziyyeti konusunda ihtilaf yoktur, aksine mezhepler ve din âlimleri arasında ittifak vardır.
O halde yüzde doksandan fazlası Müslüman olan bir ülkede bu başörtüsü sorununun aslı nedir?
Evet, bizde Tanzimat döneminden itibaren bir Batı özentisi başladı. Batıda çıkan her yeniliği, yaşam tarzını ve değişimi çağdaşlık olarak algıladık, ülkemizde de bunları görmek ve uygulamak istedik. Bu algı ve kompleks, Cumhuriyetin ilanından sonra daha da büyüdü, hızlandı ve çağdaşlaşma serüvenine kılık kıyafet devrimiyle başladık. Batı’nın teknolojisini almak yerine önceliği Batının kılık kıyafetini getirmeye verdik. Özellikle Cumhuriyet elitleri kadını özgürleştirmek adına kadının üzerideki örtüyü kaldırmak istediler. Batıdan modacılar davet ettiler, çarşaf ve peçe gibi bazı kadın kıyafetlerini yasakladılar, nihayet bu yasakçı uygulama son yıllarda Müslüman kadının olmazsa olmazı olan başörtüsüne kadar uzandı. Bu yasakçılığı da laiklik adına yaptılar. Laikliğin anavatanı olan Avrupa’da böyle bir kılık kıyafet yasağı olmadığı hatırlatılınca, “bizim laikliğimiz bize özgü” dediler
İslam’ın bir farzına inanmak başkadır, bu farzı eda etmek veya hayatta uygulamak başkadır. Bir farzı inkâr etmek küfrü gerektirirken, inandığı halde değişik sebeplerle uygulamamak insanı sadece günahkâr kılar. Bugün müslüman kadınları başörtüsü takıp takmadığına göre sınıflandırmak, dindar veya dindar olmayan diye kategorik bir ayrıma tabi tutmak yanlıştır. Çünkü dindarlığın ölçüsü sadece başörtüsü takmak değildir. Başörtüsünü örtmeyen kadınlarımızın büyük çoğunluğu başörtüsünün farziyyetine inanıyor, ancak bazı mazeretlere sığınarak örtünmüyor, örtünemiyor. Öğrenci veya kamu görevlisi olduğundan bu farzı yerine getiremeyenler olduğu gibi, keyfi olarak nefsine hoş geldiği için örtünmeyenler de var. Diğer taraftan inandığı ve Allah’ın emri olduğu için başörtüsü kullananların yanında adet ve gelenek kabul ederek başörtüsü takanlar da var. Bir ankete göre başörtüsünü siyasi bir simge olarak görenlerin oranı yüzde birdir. Dolayısıyla başörtüsüne göre hanımları yaftalamak, kategorilere ayırmak doğru bir yaklaşım değildir. Zorunluluktan dolayı başını örtmemek ile keyfi olarak örtmemek arasında ebette günah farkı vardır. Zorunluluktan dolayı örtünemeyenlerin Allah yardımcıları olsun, keyfi olarak örtünmeyenlere de Allah firaset ve hidayet nasip etsin diye dua ediyoruz.
Sonuç olarak başörtüsü hakkını kılık kıyafet özgürlüğü çerçevesinde görmeli ve kimliklerini gösterir şekilde örtünme hakkını bir insan hakkı olarak bütün eğitim ve çalışma hayatında vermeliyiz..
DİKEY GEÇİŞ SINAVINDA BAŞÖRTÜSÜ SKANDALI
Gazetelerde her gün başörtüsü ile ilgili skandal haberler çıkmaya devam ediyor. Daha geçen hafta gazetelerde okuduk: İlahiyat yüksek okulu mezunu Gülsüm Coşkun isimli bir kızımız, ilahiyat fakültesine devam etmek için dikey geçiş sınavlarına girerken peruk takmak zorunda kalır, gözetmen öretmen peruk takmasına da razı olmayıp kulaklarını da açmasını ve göstermesini ister. Kulaklarını göstermek istemeyen ve bu uygulamaya itiraz eden kızımız, imtihanına devam eder, bir ay sonra imtihan sonuçları açıklanınca kendi ismini göremez. Anlar ki, kulaklarını göstermediğinden ötürü imtihanı iptal edilmiş, yok sayılmıştır.
Özgürlüklerin ve insan haklarının giderek revaç bulduğu, başörtüsünün çözüm aşamasına geldiği, YÖK tarafından başörtüsü takmanın suç olmaktan çıkarıldığı bir ortamda bu gözetmen öğretmenler bu cesareti kimden ve nerden alıyor? Başörtüsü yasağını hiç olmazsa üniversitelerde canhıraş bir şekilde kaldırmak isteyen, bu konuda adımlar atan bir hükmet döneminde bu başörtüsü bekçileri bir kızımızın imtihanını iptal etme yetkisini kimden alıyor?
Anlaşılıyor ki, başörtüsü yasağının kaldırılması sadece kanun değiştirmekle, yönetmelik çıkarmakla, yeni anayasa yapmakla mümkün olmayacak..Değişik ortamlarda, farklı mekanlarda, başörtüsü düşmanları boş durmayacak, bulundukları mevkileri ve makamları başörtülülere kapatmaya devam edecekler.
Ülkede bir zihniyet devrimi, bir zihniyet değişimi şarttır. O da bir süreç gerektirecektir. Artık ülkemin insanları, .çobanından profesörüne kadar herkes başörtüsünün korkulacak bir kıyafet olmadığını, aksine atalarımızın, annelerimizin tarih boyunca kullandığı milli ve dini kıyafetimiz olduğunu anlamalılar. Kadınlarımız da öncelikle bilinçlenmelidir. Haklarını bilmeli, haksızlıklara başkaldırmalı, neden ve niçin örtündüğünün farkında olmalıdır. Kafaların dışları değil, kafaların içleri önemlidir. Kafalarının içi boş ancak saçları örtülü bilinçsiz kadınların yanında, kafalarının içi ilim ve irfanla dolu, dinin özünü yaşayan ancak başları açık nice bilinçli kadınlar bilirim. Biz din hocalarına düşen görev, eğip bükmeden tesettürün ve başörtüsünün farziyyetini ve önemini insanımıza anlatmak, insanlarımızı şuurlandırmaktır. Siyasetlerimize düşen görev, kırmadan, dökmeden, ürkütmeden, gerekirse konsensüs sağlayarak mevzuattaki yasakları kaldırmak, özgürlüklerin sınırlarını genişletmek, insan haklarını kısıtlayan kanunları ayıklayıp özgürlüklerin önünü açan yasaları çıkarmak.
Bürokrasiye düşen görev ise, halkın kültürel değerlerine saygı duymak, siyasetçilerin çıkardığı kanunları uygulamak, vesayetçi bir anlayıştan uzak durmak, halkın parasıyla o makamlarda oturduğunu bilmek ve halkın hizmetkarı olmaktır.
Artık ülkemizin insanı, siyasetçilerimiz ve medyamız, farklı konularla meşgul olmalı, başörtüsü konusu insanların bireysel tercihlerine bırakılmalıdır. Siyasetçi ve bürokrasi yasakları değil, özgürlükleri savunmalıdır. Yasakçıların, vesayetçilerin ve halka tepeden bakanların nüfus kayıtları eskimiştir. Dünya özgürlüklere doğru koşmaktadır. Tarih boyunca bütün başkaldırılar, isyanlar, bölünmeler, terör ve kargaşalar hep baskıdan, yasakçılıktan, bağnazlıktan, dikta yönetimlerden çıkmıştır. Ak Parti hükümeti bu gerçeği görmüştür ama diğer çevrelere gösterememiştir.
Yazarın
Sonraki Yazısı