yaşam incilerini dökerken teker teker göğsümden kaç inci kalmıştı yaşayacağım bilemiyorum.
içimde kalanın ne olduğunu dahi kestiremiyordum,
belki zulüm belki hakikat!
Kaderin cefası beni üzmekti aldırış dahi etmiyordu ağlasamda zırlasamda.
Bulut çeşmeleri benim için mi yapılmıştı diye hayıflandığım nice zamanlara tanık oldum .
Güneş arada kendini göstersede biliyordum çeşmeler benim içindi hiç kurumayacak hiç bitmeyecek..
kaynağı derin...
sol yanım dinmeyen bir ateşe gark olmuşken neden şifa değildi bulut çeşmeleri..
ateşi ateşlemi yaklmalı yoksa okyanusamı salmalı..?
solyanımdaki yangını dindirmek binlerce deveye hendek atlatmak gibi bir şeydi sandığım..
ateşin ateşe atıldığına ruhum tanıktı ve ölümsüzce bir divanelikti benm ki..
yangınımı küle döndürecek bambaşka bir yangın ..
katmer katmer zerrelerin birbirinden ayrışımı gibi.
huzur yolculuğuna griftar olmuştum.
en güzel misk kokularının peşine düştüm.
aradığım o koku nerdeydi acaba diye dağa taşa sormak
araya araya varmak ve bulunca kendimi o kokuya salmak...
gönlüm ararken, tıpkı adem gibi gönül toprağına düştüm kelebek gibi,
onun o katıksız kokusu cennet nefesiyle mestlerin en güzelini hazların hazzı..
beni sarhoş etmek için yeterli ve fazla bir nedendi.
O çırılçıplak bir bedendi..
Ademdi..
İlkti..
Aşkın silüetine benzeyen o umman derinliğinde gözlerine değen her bir okun kölesi olmuştum..
Kirpikleri birbirine değdiğinde kalbimin bin parçaya bölündüğüne ne çokta griftar olmuştum.
Şarapları iliklerimin son damlasına kadar doldurmuşlardı sanki
başım sürekli dönmekten bi haldi..
Matlaşmış tüm renkleri unutup en güzel renklere bürünmüştü hayat..
İncilerin incisi buydu..
Kristal gibi ışıyan o kıymetli hazine
saçlarımı dağıtıp endamına dağıttığım,
solmuş dudaklarımın kana bulandığı,
hayaline nice şekller verdiğim,
ceylan gibi ürkekçe sokulduğum.
Mavi atlaslarda dans edip çiçekleri rax ettiren inciler incisi..
Hayal ufkumu çığ gibi büyüten aşk..
Çocukluğumdan kalma sevincimi yitirdiğimi biliyordum,
infilak edilmiş gençliğime nispet aşıktım!
Binbir bilmece yokluğuna düştüğümü nereden bilecektim?!
Mutluluğumun benden çıkıp çoğullaşacağını nereden bilecektim?!
Çoğullukta azalacağımı
darağacında asılacağımı
ufukta belirendi aşk...
Bu hata değil sınavdı biliyordum
Nice zalimlerin zulmünden geçen sultanlara yaren olmakta vardı kaderimde...
Ruhuma üflenen bu aşkın deryaya dönüşeceğini ve bunu dileyeceğimi biliyordum ana rahminden.
Salındığım salıncağın uçurumlara salacağını bile bile girmiştim bo yola..
Bu yol karanlık!
bu yol tuzak!
bu yol girdap!
bu yol dikenli!
bu yol sonu görülmeyen karanlık!
Güvenemdiğim zamandı
bir vakitte doğup başka bir vakitte öldüren zamana güvenemiyordum
anları asıra çeviren zamana...
Onu da verdiği gibi alacaktı zamanın emanetiydi varlık
vakti geldiğinde gözünün yaşına bakmadan alır...
Vakti geldi çattı ihanet
Gitme vakti koptu kıyamet..
Ruhumun yorgunluğunu yorgan gibi üzerime çekip sonsuz bir uykunun kucağına girmekti isteğim,
ne savaşacak halim ne de koşacak takadim vardı...
Yenilgimin tarumarlığına seyirci kaldığım o günden beri yaşamıyorum...
Ben sus!
Ten sus!
Sen sus!
İncilerin incisi!
Avuçlarımdan kayıpta gittin çözemeden esaretimi
zincirlere vurupta gittin çözemeden ellerimi..
Teslimiyetin cilvesine aşina kıldığını ne çabukta bırakıpta gittin
ıraklardan ırak yakınlardan yakınım..
Huzur hasretiyle yanıp tutuştuğum şu günlerde
başımı dayayıp sonsuzluğa malik olmak isteğine büründüm huzur sessizliğinde...
Sesliliğe gem vurup yakarmak
divaneliğimin makamında en çok hasretlendiğim bir damla dileğimdi huzur...
Devşirdiğim nice dağları sırtlanmak bu bilmecenin bir parçası idi
tufana uğramış kalbimin ince nahif ellerine dokunmak...
Gözyaşını silebilmek için yollarına düşürülmüştüm
zambak ellerindeki çizgilerdi kılavuzum
sana doğru geliyorum bekle incilerin incisi!
Bekle gönül tanesi..
MELEK YILDIZ