“Nineciğim, öyle mutluyum ki anlatamam sana. Bugün bayram sabahı ve ben annemi yıllar sonra ilk kez göreceğim. Nineciğim, annem de beni görünce sevinir değil mi? Hem de sevincinden havalara bile uçar!”


“Tabi kuzum benim. Hem de nasıl sevinir. Senin gibi bir oğlu olduğunu görünce nasıl mutlu olacak gör bak. Nasılda gurur duyacak seninle “Abdullah’ım kocaman yakışılı bir çocuk olmuş diyecek.”


“Biliyorum nineciğim, annem beni görünce mutluluktan ağlayacak. Ben de ona sarılıp,”Ağlama anneciğim bak ben buradayım, artık seni hiç bırakmayacağım diyeceğim. Hem artık seni ben koruyacağım, çünkü ben artık dokuz yaşındayım diyeceğim. Sen yokken ben ninemi hiç üzmedim, kıyafetlerimi hiç kirletmedim diyeceğim. Derslerime hep çok çalışıyorum diyeceğim. Bir de bizim sınıfta Hamza adında bir arkadaşım var hep onunla oyun oynuyoruz, çünkü o benim en iyi arkadaşım diyeceğim. Bahçemizde bir tanede kedimiz var, sokak kedisi ben ona her sabah ekmek veriyorum diyeceğim. Ve anne..ben..ben seni çok ama çok özledim diyeceğim.”


“Söyle Abdullah’ım söyle. Söyle benim kuzum, içinden ne gelirse söyle annene. Zaten annenin evine de geldik. Bak, şu karşıdaki beyaz, tek katlı ev. Hadi gidip kapıyı çalalım”


“Nineciğim kapıyı deminden beri çaldığın halde niye açılmıyor!”


“Açılır kuzum açılır. Bak açıldı işte. Gördün mü? İşte bu annen!


“Zeliha bak sana kimi getirdim. Oğlunu, Abullah’ı”


“Abdullah’ mı? Ne Abdullah’ı! Anne, ben sana defalarca bu çocuğu istemediğimi söylemedim mi? Benim artık yeni bir hayatım, çok sevdiğim başka çocuklarım var.“


“Anne ben oğlun Abdullah! Beni hiç özlemedin mi yoksa? Ne olur bir kere sarılayım sana anne. Bir kere öp beni. Yalvarırım anne sar beni kollarına. Çok özledim seni..Çok..“


„Öff! Hadi defolun gidin buradan. Ben Abdulah’ı falan istemiyorum Defolun.dedim size. Bir daha da kapıma adımınızı atmayın.“


„Anne... Ne olur bırakma beni... ne olur anneee... Ne olur bırakma beni...“


---------------------

  

« Abdullah ! Abdullah ! Uyan kuzum benim, uyan. Ne oldu yavrum az önce rüyanda hep “anne, anne” diye bağırıyordun.“


Abdullah yatağında doğrularak gözlerini açmaya çalıştı. Ter içinde kalmıştı. Ninesi yatağının başında dikilmiş endişeli gözlerle kendisine bakıyordu!


“Nine” dedi ağlamaklı sesiyle.  “Az önce annemi gördüm. Bayram sabahıydı. Ona gitmiştik. Ama, o benim başka çocuklarım var diyerek istemedi beni.“


Ninesi, yılladır içinde tuttuğu, ama bunu hep saklamaya çalıştığı fakat şimdi gizlemeye fırsat bulamadığı derin bir kederle dokuz yaşındaki torununa baktı. Onu teselli etmek için şefkatle saçlarını okşamaya başladı.


« Ah Abdullah’ım benim. Canım Abdulla’hım.. Annen, baban sağ olsalardı, seni görüp de istemez olurlar mıydı hiç?. Hiç olur mu öyle şey ? Hadi sil gözyaşlarını kuzum benim.. Hadi bak ben çok üzülürüm yoksa.“



On beş yıl sonra...... Adıyaman- Kahta


Odaya toplanan komşuları, artık son nefesini vermek üzere olan ninesin başında Kur’an okuyan Abdullah’ı dinliyorlardı. Abdullah, din öğretmeni olarak atandığı bu küçük ilçeye iki yıl önce ninesiyle birlikte gelmişti.


Bir kaç dakika sonra Abdullah Kur’an okumayı birden durdurdu ! Derin bir elem içinde Kur’anı yanındaki sehpaya bırakarak ninesinin yanına çömeldi. Ninesi dünyalık vaktinin son dakikalarını yaşıyordu. Abdullah, elleriyle ona hem annelik hem de babalık yapan ninesinin nur yağmışçasına bembeyaz saçlarını okşadı. Ninesi derin bir nefes aldı. Uzun bir aralıktan sonra nefesini verdi. Tekrar derin bir nefes aldı, yine uzunca bir süre sonra nefes verdi. Bu arada gözlerindeki ferde kaybolmuştu. Ve o son nefesin ardından bir daha hiç nefes almadı. İşte o an Abdullah yüreği büzüştü. İçinde derin bir acı hissetti. Ninesi, yani bu dünyadaki tek varlığı da gitmişti artık.


Kırkıncı gün...


Ninesinin kırkı dolmuştu. Abdullah şimdi kahır ve derin bir yalnızlık duygusu içinde ona Yasin’i Şerif okuyordu. Önce annesi, babası, şimdi de ninesi onu daha bu gencecik yaşında bırakıp gitmişlerdi. Henüz iki yaşındayken annesiyle, babası birbirlerinden ayrılmışlar ve kendisinin olmadığı başka yuvalar kurmuşlardı. Babası bir süre sonra trafik kazasında ölmüştü. Onun mezarını bügüne kadar hep ziyaret etmişti. Annesinin de öldüğünü söylemişti ninesi kendisine. Ama mezarı neredeydi, nasıl ölmüştü. Bunu bilen hiç olmamıştı bugüne kadar. İki yaşından beri kendisine hep ninesi bakmıştı. Bir de ninesine her ay para gönderen bir akrabaları vardı. Sormuştu bir gün ninesini “bu hangi akraba? Neyimiz olur?” diye. O da “annenin çok yakın bir arkadaşı” demişti sadece.


Abdullah Yasin’i Şerif’i okuyup bitirdikten sonra, kapağını kapatırken o an bir şey dikkatini çekti! Ninesine ait bu Yasin’i Şerif’in son kapağına bantla yapıştırılmış, kenarları saçak saçak olmuş eski bir kağıt parçası duruyordu. Merakla katlamış kağıdı söküp içinde neredeyse silinmek üzere olan yazıyı okumaya başladı.


”Garip Abdullah’ıma iyi bak. Ve ne olur gönderdiğim paralarla okut onu...”

“Garip Abdullah’ıma iyi bak!” Bu yazı Abdullah’ın kalbine tarifsiz bir his verdi. Kimdi böylesine bir istekte bulunan. Annesinin ne kadar yakın arkadaşıydı ki böyle bir vasiyette bulunmuştu! Abdullah’ın içinde şimdi bu kişiye karşı büyük bir sevgi belirdi. Anlamını çözemediği bir hasret yanardağlarlar gibi içinde kaynamaya başladı . Bu kişi, belki de rüyalarında bile görüp ağladığı annesini anlatabilirdi. Onun kokusunu, şevkatıni, özlem dolu yüreğine fısıldayabilirdi. Yerinden heyecanla kalkıp ninesine gelen havale kağıtlarına baktı. Parayı gönderen kişini adresini bulmuştu. İstanbul- Karaköy........


O hafta iznini kullanarak İstanbul’a geldi.


Şu an elindeki adresin bulunduğu yere yaklaşırken içinde tarifi mümkünsüz bir heyecan yaşıyordu. Belki de bu kişi küçüklüğünden beri hasretiyle yanıp, tutuştuğu ama şimdi hayatta olmayan annesini kendisine doya doya anlatacaktı. Fakat biraz sonra yazılan adrese geldiğinde Abdullah’ın yüzünde büyük bir şaşkınlık belirdi! Kuyruğa girmiş bir sürü insanın, önce polisler tarafından kimlik sorgusu yapılıyor, üzerleri aranıyor ve sonra da o insanlar kocaman bir demir kapıdan içeri giriyorlardı.


Biraz sonra Abdullah meseleyi anladığında yüzü kıpkırmızı olmuş, olduğu yerde donakalmıştı! Geldiği adres bir genelevdi. Karşılaştığı bu manzaraya bir türlü inanamıyordu şu an. İçinden “Muhakkak bu adreste bir yanlışlık olmalı” diye düşündü. Bir kaç dakika sonra Abdullah’ın içine bu kez başka bir evham düşmeye başladı. “Ya bana gönderilen para, beni bir öğretmen, hem de din öğretmeni yapan para, burada çalışan bir kadının parasıysa!” Bunu düşündüğü anda vücudu alev alev yanmaya, miğdesi bulammaya başladı. Şimdi önünde iki seçenek vardı! Ya içeri girip böyle bir kişinin burada olup olmadığına bakacak. Yada içeri hiç girmeden buradan çekip gidecek ve adresin yanlış olduğunu düşünecekti.


Bir kaç saniye düşündükten sonra ikinci seçeneğe karar verip, hızla genelevden uzaklaşmaya başladı. Ama vesveseler artık tüm benliğini sarmıştı. “Ya gerçekten o kişi burada çalışıyorsa” dedi içindeki ses. Dayanamadı geri döndü. Kendisi kontrol eden polislerin ardından hayatında ilk kez bir genelevden içeri girdi. Şimdi burada olmaktan büyük bir iğreti duyuyordu. Yarı çıplak kadınlar camların önünde duruyor, neredeyse birbirinin üzerine çıkmış genç, yaşlı adamlar bu kadınlara en şehvetli duygularla bakıyorlardı. Bu manzaraya baktıkça utancından daha da yerin dibine giriyordu. Sinirinden titremeye başlayan elindeki kağıda baktı. On numaralı ev. Çileli Bacı!


On numaralı eve yaklaştığında kalb atışları davul gibi ses çıkartıyordu. Bir kaç adım sonra on numaralı evin kocaman, adeta insan eti satılan vitrinini andıran camının önüne geldi. İçerideki kadınlar kendisine işveyle bakıyor, kaş göz hareketleriyle onu içeri davet ediyorlardı. Bir kaç dakika önündeki adamların arkasına gizlenerek kendinde güç bulmaya çalıştı. Ardından yalpalayan ayaklarıyla içeriye girip kasanın başında oturan oldukça yaşlı kadına yaklaştı.


“Ben Çileli Bacı’ya bakmıştım.”


Yaşlı kadın biraz tuhaf biraz da alaycı bir gülümsemeyle Abdullah’a baktı. “Böyle genç birinin içi geçmiş, anası yaşındaki kof bir karıyla ne işi olur” diye merak etti. Sonra da merdivenleri göstererek,


“Aşağı in. Beş numaralı oda” dedi.


Abdullah bu kez yüreği kabara kabara eski bir lambanın aydınlattığı loş ışıkta merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Beş numaralı kapıya geldiğinde içeri de yaşlı bir kadının örgü ördüğünü gördü.


Yaşlı kadın gözlerini örgüden kaldırıp kapıdaki müşterisine baktı. Gözgöze geldiler.


“Buyur gel içeri kapıda dikilme.” Dedi yaşlı kadın.


Abdullah büyük bir suçluluk duygusu içinde “Allah’ım beni affet içine düştüğüm durumdan dolayı“ dedi ve çekine çekine odaya girdi.


Yaşlı kadın elindeki işi bıraktı.


Abdullah’a içeride bulunan başka bir odayı göstererek “ Parayı peşin alıyoruz ,hadi sen soyun ben geliyorum“ dedi.


Abdullah titreyen sesiyle “bir saniye teyzecim“ dedi


Yaşlı kadın kızgın bir tavırla “nereden teyzen oluyorum senin? Madem teyzenim odamda ne işin var senin!“ diye söylendi.


Abdullah yaşlı kadının bu öfkeli çıkışına ilk an ne diyeceğini bilemedi. Onu daha da sinirlendirmeden sakince konuşturabilmek için çaresizce,


“Tamam soyunacağım, ama bir şey sormak istiyorum. Sizin kiminiz kimseniz yok mu? Neden buradasınız?“


Yaşlı kadın bu soru üzerine şimdi gerçekten asabileşmişti.


“Sen buraya niye geldin koçum söylesene? Dert babası mısın sen? Ne olacak yani sana hayatımı anlatınca çekip beni sarayda mı yaşatacaksın?“


Abdullah, yaşadığı bu iğrenç hayata isyan edercesine konuşan bu yaşlı kadına hiç bir karşılık vermedi. Sadece onun yüzüne şevkatle bakmaya başladı.


Yaşlı kadın Abdullah’ı böyle masum görünce biraz daha sakinleşir oldu.


Yılgın bir şekilde gelip, artık köşelerinden iplikleri çıkmaya başlamış eski yatağının kenarına oturdu. Gözlerini nefretle pencereye dikip ahlı bir şekilde konuşmaya başladı.


“Benim işimde, evimde burası. Bayramım da, seyranım da burada hep. Benim de zamanımda bir yuvam vardı. Ve gül kokulu bir bebeğim… Sonra anlaşamadık herifle, o yoluna ben yoluma. Sonra duydum ki, bizim eski adam rahmetli olmuş. Bense tutulduğum bir şerefsizin ardından buralara kadar düştüm.“


Yaşlı kadın bunları konuşurken Abdullah’ın gözünden çoktan oluk oluk yaşlar gelmeye başlamıştı.


Yaşlı kadın hiç kimseye anlatmadığı, ama nedenini bilemediği bir şekilde ısındığı bu gence içini dökmeye devam etti. Kendisi de ağlıyordu artık.


“Senin anlayacağın evlat, ben de bir anayım. Hem de yüreği yaralı, her an kan ağlayan bir ana. Ama utandım oğlumdan. Ona bu kirlenmişliğimle dokunmak istemedim. İstemedim anasının bir o..... olduğunu bilmesini”


Yaşlı kadın elleriyle gözündeki yaşları sildi. “Hadi artık beni daha fazla beter etme” dedi ve üzerindeki kıyafeti çıkarmak için ayağa kalktı.


“Dur” dedi Abdullah içli içli ağlayarak.


“Dur Anne, lütfen  dur..”


“ Ben oğlun Abdullah. Hani senin şu Garip Abdullah...”


( Lütfen Dur başlıklı yazı MustafaSakarya tarafından 26.01.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu