Kulaklarımda bir ses… Beni inandırmak istiyor, gözümün önünde olmayan manzaraya:
-Diyarbekir etrafında bağlar var!..
Biliyorum, bağların artık olmadığını ve bu söylenenin geride kaldığını. Ben, bunu nasıl biliyor isem, Diyarbakır hakkında söylenen çok şeyi de kabul edemez oldum, artık:
-Diyarbakır bir dünya şehridir
-Diyarbakır ilim ve irfan kentidir
-Diyarbakır bir çok medeniyete beşiklik etmiş şehirdir.
-Diyarbakır, nev'î şahsına münhasırdır.
-Diyarbakır, peygamber ve evliya şehridir.
Diyarbakır…Diyarbakır….
Uzayıp süren bu hoş fakat içi boşalmış ifadelere kanmıyor, gönlüm.
Diyarbakır'ın bir dünya şehri olması, eskidendi.
Şimdi, evet şimdi ilim ve irfan şehri olduğuna dair bir emare gösterin.
“Mezopotamya Medeniyeti”, “Roma-Hristiyan Medeniyeti”, “İslam Arap-İran-Türk Medeniyeti” denildiğinde saygının nerede konaklatıldığını bilmiyorum. 24-26-27 derken 33-34 sayısına çıkartılan medeniyet ile dünyada bile eşi benzeri olmayan bir şehir sunanlara, bahsettikleri şehrin yaşadığım şehir olduğuna inandıramıyorum, kendimi.
Bu kadar medeniyet dünyada yokken bu kadar medeniyetten nasıl bahsedebiliriz?
Burada beylik kurana da "Medeniyet Sahibi" denildi mi, alıp başımı gitmek istiyorum, uzak yerlere. Moğolları da medeniyet bilen taifeden uzaklaşıp, gitmek istiyorum, bu şehirden.
Beş-on yıllık bir egemenlik kurmuş beylik de sadece kitabesi sur üzerinde, burç üzerinde olduğu için medeniyet sahibi kılınıyorsa dünyanın en ünlü hekimlerine derdimi anlatsam bile akıllı olduğuma tanıklık edecek bir şahit bulamam.
Bu şehrin kalesinin burçlarını doğru dürüst sayamayanlar, sayıyı tutturamamışken medeniyet sayısını nasıl tutturacaklardır?
Bu şehirde beylik, devlet ve imparatorluk adıyla egemenlik kuranların sayısı, elli civarındadır.
Alın size elli medeniyet!...
Medeniyetin sözlük manasını bilmeyen, egemenlikle uygarlığı karıştırıyorsa ne demeli? Bunun anlamını bilmeyen konuşursa ne söylemeli?
Susmalı iken konuşanlar, bilenlere meydanı dar ediyorsa, bu tür konuları kaleme almak, gerçekten insana eziyet verdirtiyor…
Kalkıp azarlarcasına yazı kaleme almak, bu yaşta bize yakışmazken, kendisini nimetten görenlere karşı temkinli olmak da lazımdır. Çünkü elifi mertek görene neyi nasıl anlatacaksınız?
Bu oldukça zordur. Bir cahille aynı çatı altında yaşamaya zorlanan dönemin bilginlerinden biri, kendisine ne derecede bir ceza verildiğinin farkındadır. Çünkü cahille yatan şaşı kalkar. Bilenlerle bilmeyenlerin arasındaki farkı anlamaktan uzak düşenlere kalkıp ne demeli?
İnsan en çok okumuş cahillerden çeker, çekmektedir.
Tanıdık biri Havva ile Adem'in Diyarbakır'da buluştuğuna inandığını söyleyince sustum. Sonra Hazreti Nuh Peygamberin Gemisi'nin Kırklar Dağı üzerinde olduğunu söyledi.
Esfel Bahçaları’nın “Cennet Bahçaları” olduğunu söyledi. Ona göre her şey Diyarbakır'dan dünyaya yayılmıştır. Hazreti İsa (a)'nın Diyarbakır'a geldiğini söyledi.
Ben, ne derecede ciddiye almasam da işi gittikçe azıttı.
Okunan akşam namazını kılmayan bizler, mahkûm olmuşluk içinde zatı dinledik:
-Benim efendime kimse iftira atamaz. Benim efendim bu şehre gelmiştir. Burada da yaşamıştır.
İşin dozu arttıkça rahatsızlığımızı belli etmemeye çalıştık:
-Benim efendim, kırk yaşındaki bir kadınla niye evlensin?
Akşam namazını kılmayan bizler, "Efendim" diye Hazreti Muhammed(a)'i kasteden zatı dinliyordu:
-Bilal-i Habeş, Diyarbakır Kalesi üzerinden ezanı okumuştur.
Zırvalamanın ölçüsü terk edilince namaza durmayanın, Efendimizi baş tacı ederek konuşması ve kendisini bilgili olarak göstermesi karşısında şaşırmadım.
Geçenlerde bir haber sitesinde bir habere rastladım.
"Ararat" diyerek Kur'an'a karşı yıllardır Ağrı'da Nuhun Gemisi'ni arayanlar, elleri boş dönünce ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
Şimdi Nuhun Gemisi'ni Kırklar Dağı/Tepesi üzerinde arayanlar peydâh oldu.
Amaçları Cudî Dağı'nı reddetmek ise bula bula bir tepeyi mi buldunuz?
Aradığınız dağ olmalıydı da tepe olarak bir gemiye mekânı seçmeniz oldukça çiğ bir ifadedir.
Fakat kime anlatırsınız.
Tevrat'ta geçiyormuş ve kaynakları varmış!...
Kur'an'da geçen ortada iken bilimsel araştırmalarınıza bir zarar mı geliyor?
“Cudî” deseniz o da bu memleketin bir parçası. Hem Cudî yanında Nuh Peygamberin kabri de var.
Amaç farklı olunca ne deseniz boştur?
Bu şehri tanıtma adına yola çıkanların çoğu dinî hassasiyete sahip olmasa da dinî rituelleri kullanmaktan büyük haz duyar:
-Bir festival, şehrimizde İncil'den ilk ayetle başlatılmıştı: Önce söz vardı.
-Bir hanım yazarımız Diyarbakır'ı anlatırken Hazreti Peygamberin hayatını da yazmıştı, beraberinde.
Bu şehrin Kutsal Kitap'ta geçen şehir olduğunu iddia etmişti.
Kitabın ismini de “Duvar İçinde Şehir” olarak belirtmişti. Kendisine göre bu bilinmez bir keşiftir. Diyarbakır surlarla çevrili olduğu için iddiaya aynen uyuyordu.
Bilmez ki hanımefendi, eskiden hemen hemen her şehrin surlarla çevrili olduğunu ve ağlama duvarının da Kuds-i Şerif’in de daha önce kale içinde olduğunu.
Şimdi ilk işimiz Kırklar Dağı'nın altını üstüne getirtmek olacak.
Madem gemi bu tepededir. O halde bu tepe kutsal bir tepedir.
Mail gruplarında bu haber oldukça ses yapmış ki konu bana da soruldu.
Bu haberin yer aldığı siteye mesaj yazarak saçmalıklara vesile olmalarının üzücü olduğunu belirttim.
Tepenin üstü geminin oturması için oldukça uygunmuş.
Buna bir de fotomontaj eklenmiş.
Uydudan görüntü eklenmiş ve inandırıcı olmadığını yeddi düvele gel de anlat, âlemi ikna etmeye çalış.
Bu iddia yeniden temcid pilavı gibi ısıtılıyor.
Diyarbakır’da Nuhun Gemisi aranacak gibi.
Kimi sitelerde hazırlıklar yapıldı, yapılacak.
Bakalım, üstü kayalıklardan mürekkep olan tepenin altından gemi çıkacak mı?
Çıkarsa bizim yanılgımız ortaya çıkmakla beraber tarihteki Tetis Denizi’nin olduğu belirtilen Diyarbakır’da Nuh Tufanı’nın gerçekleştiği gün ışığına çıkartılacak!..
Diyarbakır'ı anlatmaya anlatırız da işi en iyi olduklarını söyleyenlerden de iyi yaparız.
Bir araştırmacı kapılara yeniden isim vermemizi teklif etmiş, sitesinde.
Kapıların isimsiz olduğunu, bazılarının isimlerinin olmadığını söylemiş, yardım da istiyormuş.
Bu kapıların isimlerinin olmadığını nereden biliyorsunuz?
Araştırmamış, iş turizm olunca, reklâm olunca lazımdır.
Bu kapılara dair "Kapıların İsmi" üzerine bir makale yazmıştık, yıllar önce.
Bir şairimiz “Kapıların Türküsü” diye uzunca bir şiir kaleme almıştı.
Şimdi senin kitaplarda onca geçen konuya ilişkin bu yazıları okumadan kalkıp kapılara yeni isim bulma teklifini nasıl ciddiye alabiliriz?
Bir resmî kurumun sitesinde geçen bir ifadeyi eleştirmiş ve düzeltilmesini istemiştim.
Gelen cevabî yazıda konunun araştırılacağı belirtilmişti. Sonradan konu araştırılmış olacak ki sitede "Diyarbakır'da 16 kale ve 5 çıkış kapısı" olmadığı kanaatine varılmış, sitede düzeltme yapılmış ve şahsıma da teşekkür içeren bir yazı yollanmıştı.
Şehri tanıtmayı esas alan bir kitabı da eleştiren orta dozlu bir yazı kaleme almış, yapılan yanlışlıkların öyle kabul edilebilecek yanlışlık olmadığına örneklerle yer vermiştik. Bu tarz kitapların kaleme alınırken uyulacak kimi kurallara bağlı kalınmasına değinmiştim.
Bu kitabın mevcut nüshalarının toplatılarak yeniden değerlendirileceği, basılacağı haberi resmî olarak ulaştı, elime. Aynı zamanda basımı yapılan turistik haritada da Ashab-ı Kehf'e dair bir yanlışlık vardı.
Dakyanos Tepesi ile Ashab-ı Kehf birbirinden ayrı gösterilmişti. Biri Lice'de yer alırken biri Kulp'ta gösterilmişti.
Resmî müracaat ile bu yanlışlık tarafımızdan düzeltildi.
Elimize yeni ulaşan başka bir kitap var.
Bir proje ürünü. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu şehir şehir ilçe ilçe ele alan bu eseri incelediğimde Diyarbakır'a dair bariz bir hata gördüm.
Yazar-Araştırmacı Muslihidd-i Larî'yi tanıtmak istemiş ise de açıkta olan mezarının yerini bilmediği için Parlı/PaluCamiî (Camiu's-Sefa) avlusunda olan türbeyi kalkıp Larî'ye mal etmiş. Şimdi buna ne demeli?
Çok büyük paralar harcayarak, elliyi aşkın isimden oluşan kitap hazırlayıcıları içinde Diyarbakır'ı bilenler, medrese sahibi bu ismin mezarının yerini bilmeyecek…
Kalkıp Keçi Burcu için de "Bırca Bizinan" diyerek Kürdçesini vereceksiniz.
Burç, bildiğimiz “keçi” isminden türetilmemiş olduğu için Keçi Burcu'nu "Bırca Bizinan" diye nitelemek, isimlendirmek, doğru bir davranış değildir, olamaz da.
Buna, bir dönem manastır olan iç kısmından dolayı "Kız" denilmiş ve bu "Keçık" isminden "Geçi", "Giçi" olarak bugüne gelmiş, burç.
İsteyenler, "Mar İstefanos" olarak ismini tespit ettiğimiz bu mekânı görebilir.
Yıllar önce Borsa 21 Dergisi'nde bu konuda yazmıştık.
Bunu okuyan bir yazar da ilk kez bu konuyu kendisi tarafından ortaya konulduğunu belirtmişti, yazımızın üzerinden aylar geçtikten sonra. Gazete yazısı unutulmuştur. Fakat yazdığımız dergide kalmıştır.
İranî Egemenliğine geçen şehirde manastır-kilise olarak kullanılan yapının ateşgede'ye dönüştürüldüğü Mar Yeşua'da yer alır.
Yapının ismi ise bizim tarafımızdan tespit edilmiştir.
Madem ki bu yapının asliyeti ibadethanedir ve "ateşgede" olarak kullanılmıştır. Bu yapıya nispeten de "Keçık" zaman içinde Keçi'ye dönüşmüştür.
Hala tanınmayan kıza Diyarbakır'da" keçé" denilmektedir ki bir sesleniştir.
Babalar, anneler, kızlarından bahsederken "Keçamın" der.
GABB yayını olan bu değerli kitap, ele alındığında büyük bir emek ürünüdür.
Fakat siz Diyarbakır'a ayırdığınız bölümün içinde hata üstüne hata yaparsanız, ne olur?
Şimdi bu yazıyı okuyan okur, bizi bilgiçlik taslamakla suçlayabilir. Evet bilgiç olduğumuzu iddia etmiyor, söylüyoruz.
Ulu Camiî'n kilise olmadığını söyledik, Mesudiye Medresesi'nin kilise olduğunu ispatladık. 1091'de yapılan Ulu Camiî için ses çıkarmayan Bizans, Mesudiye Medresesi'nin yapımını yıllarca geciktirmiştir. Yapının işe başlama ve bitiş tarihi ortadadır. Bir camiî inşa eden, yapıyı birkaç yıla sığdırtıyorsa kutu gibi olan medresenin bitimi niçin çeyrek asrı buluyor? Nasır-ı Husrev, seyahatnamesinde bu yapıdan nasıl bahsediyor?
Bizim yazılarımızdan birinde de Anadolu'da ilk ezanın ve nazmın kılındığı yerin Diyarbakır Ulu Camiî olmadığını, bu yerin Antakya'da Habibî Neccar Camiî olduğunu söyledik.
Yazacak o kadar konu vardır ki hangisini size bir yazıda sunabiliriz?
Bizde yazarcıklar türediği için gerekte kalem oynatması gerekenler çok azdır. Bunca günlük gazetenin çıktığı Diyarbakır'da şehri tanıtan kaç köşe yazarı bulunmaktadır?
Bu şehirde o kadar yerel televizyon kanalı vardır. Hangisi gereği gibi şehri tanıtır, bazı yapımların dışında.
Birçok dernek ile vakıf vardır. Hangisi gereği ve bizim istediğimiz gibi çalışıp, yazılı eserler ortaya çıkarmaktadır?
Sanatkârın biri "Diyarbekir etrafında bağlar var" demişti.
Şehir betona nasıl teslim edilip bağlar yerlerine ucube beton mezarlara sahip olduysa güzellikler de o dönem itibariyle sona ermiştir.
Biz kalkıp her hata yapanın hatasını düzeltmeye kalksak her ay bir kitap sahibi oluruz.
Peki bu kitapları okuyabilecek kimse var mı?
Pek sanmıyoruz.
Bu kitaplarda ele alacağımız konuları bilenlerin sayısı çok olsaydı, hala şehrin etrafında bağlar olacaktı.