"Ey Peygamber!..
Sana ve sana uyan mü’minlere Allah yeter.” Enfâl/ 64
Her dem, kahır ve elemle geçer, sıkıntılar ruhumu daraltır bedenimde, etrafımda kimseler yok derde derman adına ve yalnızlığımla iç içe kaderimi yaşamaktayım, şüphesiz. Yalnızlığa methiye dizmekten uzak olan gönlüm, etrafında birkaç eş-dost bulma amacıyla çırpınır, dururken, yüreğimin derinliklerinden kopup gelen çığlık, gökyüzüne sessiz bir feryada dönüşüp, kalemimde hüzünkâr kelimelere dönüşür.
Neler düşlemiştim, geçmişte. Etrafımda birçok isim olacaktı, yazdıklarım ses getirecekti, kitaplarım okunacaktı. Ben, tanınacaktım, bilinecektim. Yazdıklarım ses getirecekti. Yazdıklarımla birçok şey değişecekti.
Beklentilerim gerçekleşmedi. Benden öncekilerin hayaliydi, düşlediklerim. Sorgulamamıştım, öncekileri. Onlar, iyi yazmadıklarından şöhreti yakalamamışlardı. Çektikleri yoksulluklar ve yoksunluklar, kalemlerinin iyi olmamasındandı. Yazdıklarını ne kadar beğensem de kendilerinden daha iyi yazacağımı sanmıştım.
Bir gazetenin her gün yazan köşe yazarı olarak ülke gündemine dair başka bir isimle yazacaktım, kültüre ve sanata dair çalışmalarımla karışmasın, diye. Böylelikle ülke yararına düşüncelerimi paylaşacaktım, herkesle.
Siyasete dair bir şeyler kaleme alsam dahi, at izi ile it izinin birbirine karıştığı ortamda bir yanlışlık yapmamak için, doğrulardan yana kalmak şartıyla yazdıklarımı edeb ve ahlâk süzgecinden geçirmedikçe paylaşmayacaktım. Ülkeyi yönetenlere yol gösterici olacak yazılarımla basamakları çabuk çıkacak ve ilim-irfan ile haşır-neşir olacaktım, yaşlılığımda.
Kuracağım yayınevi ile bir yanda kitaplarımı yayınlarken, eli kalem tutanları da unutmayacak, onları bir derginin çatısı etrafında toplayarak, edebî bir harekete dönüşecek bir akımı canlandıracaktım. İsmini “Önce İnsan Önce Erdem Hareketi” bırakacaktım.
Belki bir televizyonda, müstakil program yapacaktım, ayda birkaç kez. Bu program ile şekillenen edebî hareket, fikir cephesiyle bütünleşerek büyüyecek, öncekilerin ortaya koyduğu hareketlerden daha sağlam ve canlı olacaktı.
Kendi memleketimde unutmadığım insanımla bağımı kopartmayacak, kendilerine iş alanları kuracak, mal varlığımla açılacak iş alanlarında gençler çalışacaktı.
Bunun bir ileri adımı da milletvekili olmak olacaktı. Bunca işi gerçekleştiren birinin yok sayılması imkânsızdı. Gelecek tekliflerin en iyisini değerlendirerek, insanının sevgisini kazanan biri olarak, kendilerini kırmayacak ve sadece “Önce İnsan Önce Erdem” şiarıyla hareket edecektim.
Yaşlılığımda anılarımı yazacak, hatıralarla yaşananların unutulmasının önüne geçecektim.
Şimdi, bu satırları yazarken, düşlediklerimin hiçbirine yakın olmadığımı gayet iyi bilmekteyim.
Birçok kitap yazmadım, yazdıklarımın okunup okunamayacağına dair kesin kararlı değilim. Yazmayı düşündüm birçok konunun benden daha iyi kaleme alındığını ve yazılanların ciddîye alınmadığını görmekteyim. Bu eserleri kaleme alanların, yazdıkları ile iyi-kötü geçinmeye çalıştıklarını keşke bilseydim. Birçoğu yoksulluk içinde dünya hayatına göz kapatmaktadır. Onların yanında benim yazdıklarım iki-üç gömlek daha düşük ve ne yaparsam yapayım, onlar kadar içten yazamam.
Beklentilerim gerçekleşmediği için yazdıklarımla tanınmadım.
Bir gazetede köşe bulamadım, yazma adına. Gazetelerde köşe yazarlığı yapanların bir kısmını tanıdıkça, yazdıklarının değil isimlerinin prim yaptığına kanaat getirdim. Benim bunların arasında işim nedir? Ben, bir başkasının etkisiyle yazmam söz konusu değil, olmaz da. Bu işin içinde meslek ahlâkı var, etik var. Elbette yazanların tümü olmasa da çoğu bu işi ekmek teknesi olarak görmekte, bazısı işini kaybederse başka yerde iş bulamayacak kadar zor durumda. Bazısı da vardır ki gazeteden gazeteye geçerken transfer parası almakta futbol topundan geçinen golcüler ve gol yememek için savaşan kaleciler gibi.
Bir yayınevi de kuramadım, kitaplarımı yayınlayamadım. Etrafımda bir elin parmağını geçecek kadar edebiyatı, sanatı, şiiri seveni toplayamadım. Nerede bu şekilde bir edebî hareket ortaya çıkarma hayali? Televizyonlarda bir program da gerçekleştiremedim, ulusal olanlar içinde. Kim beni tanır ki bana iş versin? Kimin televizyonunda program yaparak reyting alacak denli performans sergileyeceğim?
Ben, sadece arada bir içini kâğıda döken biri olarak, ancak kendi derdiyle hemhal olan biriyim. Kim beni tanıyacak, bu halimle. Ben zengin biri değilim, iş adamı olmadım, kendi adıma çıkan ne dergim var ne gazetem. Kitaplarımı okuyan zaten yok. “Yazmış isen kendin için yazmışsın, kardeşim” sözünü kimse bana söylemeden, haddimi bilmeliyim ve milletvekili olma hayalini pörsümüş memedeki süte döndürmeliyim ki yarın ayıplanmayalım, başkasınca:” Adama bak, düşündüğü işe bak!..”
Ben öyle tanınan biri olmadığım için yazdığım anıları kim okuyacak ve kendisine bir yol çizecek? Şiirle, edebiyatla sanatla uğraşan insana bu ülkede saygı duyulmadıkça beni kim bilecek, bu yalnızlığımla münzevi halimle.
Yine de derlenip toparlanmalıyım, yarına bir ses seda bırakma adına. Umutsuzlukları elimin tersiyle silmem gerekir, açıkçası… Dünya malında gözüm yok, olmadı, olmayacak. Ben de benim gibi aynı olumsuzlukları paylaşan, yaşayan insanlar, kalemler gibi, haddimi bilmeliyim, çok şey istememeliyim, dünyaya dair. İstediklerim, hiç önemli değil, bu yaştan sonra.
Yalnızlık, aslında bir nimettir, bilen için. Ben, bunun kıymetini kadrini bilmeliyim, açıkçası. Benim gibi olmak isteyenler o kadar çok ki!... Eli kalem tutsa bile bir sayfa yazamayanları düşündükçe rahatlıyorum.
Yalnızlığı seviyorum, şimdi. Yalnızlık olmasaydı, her zaman yazabilir miydim? Yaşadığım zamana bakıp, kaleme aldıklarım, benim gibi kaleme duygularını, düşüncelerini harmanlayanların tattığı zevki bir başkası tadabilir mi?
Ben, yazarn dediği gibi, derdimi sevmekteyim, çektiğim ve bundan sonra çekeceğim sıkıntıları da göze alarak ve bu düşünce ile yazmaya devam edeceğim. Okunduğum müddetçe ahvalden şikâyete asla açık kapı bırakmayacağım ve yazmaya devam edeceğim, ruhumdaki med-cezirleri. Bu gel-gitlerdir ki bir bakarsınız tarihte yolculuğa çıkartır, beni. Bakarsınız arkadaş kılar beni, bin yıl önce yaşamış olanlarla.
….
Yaşanan devranın olumsuzluklarına bir reddiye davetiyesi çıkartır, gönlüm ve der ki asırlardan gelip günümüze içindeki meramı, haykırırcasına apansızın:”Ey Peygamber! Sana ve sana uyan mü’minlere Allah yeter.”