Gün akşama dönerken aceleci adımlar sıklaşır, çoğalır kaldırımları hızla topuklamaya başlarlar. Banliyöler, metrolar, vapurlar, tekneler, taksiler, toplu taşıma araçları seferlerinin aralarını daha da sıklaştırarak seferlerini geç vakte kadar sürdürürler. Caddeleri döven yorgun ayaklar; sıcacık bir gülümsemeyle karşılanıp, ılık bir duş, iyi donatılmış masa ve televizyonun karşısında ki en rahat koltuğun hayaliyle sevgiyle uğurlandıkları yuvalarını düşlerler…
Kuşlar bile daha güneş batmadan ulaşırlar yuvalarına, özlediklerine. Çekerler perdelerini, dışarısının karanlığına, kötülüğüne, bilinmezliğine…
Akşamın alacasında caddeler, sokaklar insan seliyle dolup taşar. Seferler çoğaldıkça yerini sessizliğe, ıssızlığa, karanlığa, bilinmezliğe, ayaza bırakır.Puslu gecelerin uğursuzu, soysuzu, tellalı, şeytanı boldur. Netamelidir geceler…Pusular kurulup, nice filizler soldurulur, daha ilk meyvalarını bile veremeden, fidan olmadan iliği, kanı sömürülüp atılır, buruşuk bir mendil gibi köşeye…
Hergün televole kültürüyle genç dimağlara enjekte edilen ; boyalı hayatlar, kağıt bebekler, (mankenler, modeller ) ve güzellik, sözüm ona müzik yarışmaları, artiz olma hayalleri, yanlış yerde yanlış insanla tanışıp arkadaş olma , özenti, kolay para kazanma, renkli yaşantı, ağabey- baba baskısı, aile içi şiddet, töre, berdel, kuma… faktörleriyle yalın hayatları yozlaştırılır. Kaçıp kurtulmayı, kendilerine özendirilen hayatın içinde olmayı düşlerler, ilk fırsatta bu hayalleri uğruna ;canlarını, ciğerparelerini geride bırakıp, bilmedikleri ama girmeye can attıkları farklı bir dünyaya süzülürler sessizce…
Türlü nedenlerle sıcacık yuvalarını bırakıp ; bazıları farkında olmadan Gayya Kuyu’sunun içinde bulurlar kendilerini. Ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar nafile, o kadar hızla dibe doğru savrulurlar. Emekleri, bedenleri sömürülür, sermaye olurlar karanlık güçlere. Her türlü yanlışlıkların, kötü alışkanlıkların esiri olurlar . Üzüntüleri, kaygıları sıladaki sevdiklerinden kat be kat fazladır…
Gölgeler birer, birer çekilirler kendi dünyalarına ; dışarısı zifiri karanlıktır, cemre düşmemiş topraklar gibi ayazdır, tuzaklarla doludur. İnsan kılığına girmiş iblis ağına düşüreceği taze filizleri beklemektedir. Umarsız, çaresiz, korunaksız, hamisiz taze filizler gözlerini ışıldatır iblisin, kokusunu alır, peşlerine düşer. Örümceğin ağına düşen av gibi iştahını kabartır…
Hepsinin ayrı, ayrı bir hikayesi vardır, Hikayeleri genellikle birbirine benzer. Ortak paydaları sevgisizlik, ilgisizliktir. Pembe düşlerle çıktıkları bu yolculuk çoğu zaman çıkmaz sokakta son bulur. Çıkış yolunu kendi, kendilerine bulmaları çok zordur…
Köprüaltları, bankaların ATM’leri, parkların kuytu köşeleri, eski, virane terkedilmiş yapılar, surlar, ıssız mezarlıklar onların mekanıdır artık. Gecenin ayazından, donundan, çiyinden korunmak, ısınmak için birbirlerine sokulurlar ister, istemez. Ne yiyip, ne içecekler, nasıl ısınacak, ne giyecekler. Onlarda memnun değillerdir yaşadıklarından…
Dünya büyük bir sahnedir ve sahnelenecek hayat denilen bu oyunda figüran bulmakta hiç zorlanmaz karanlık güçler. Onların oynayacakları roller çoktan biçilmiş zorla verilmiştir kendilerine… Binlercesinden kimileri sıyrılır, şanslıysa aralarından. Atarlar üzerlerindeki ölü toprağını silkelenir, sıfırdan tutunurlar hayatın bir kenarından…
“Dünya kötülerin dünyası”denir ama yinede hamiyetli insanlarımız, kimsesizlerin kimi olarak yetişirler imdatlarına…
Online Üye
5607
Online Ziyaretçi
22