Ne dem gül denilirse yâda düşen hatıraların eşlik ettiği benliğimde kimliğime isim olan gül… Kimliğime isim oluşuyla gülden hazzetmeyenlerin gülü kopartmak adına çırpınışlarına şehâdetim, belge istemezken her gülistanda bülbül olmak, benim için bir vazifedir, omzumda taşıdığım yük misali mükellefiyet içindeyim, dile getiremediğim hususlar karşısında.
Bülbül olma mecburiyetinde oluşu şart koşan zaman, bize taş yerine gül atanların artık azaldığını göstermektedir. Taş atanların verdiği eziyeti unutmak için gülün hayali yeterdir, doktorun derde derman niyetine verdiği ilaçlar yerine. O hayal eksilmesin yeter ki hayallerimizi süsleyip, bizi bu hayallere kavuştursun.
Gül için bilirim birçok kimse, eşhas kalemi eline alırken, ben kurak-çorak bırakılmak istenen gönül coğrafyamda gönülden damıtılanla yetiştirmek istediğim güllerin devrana vereceği ruhu ser-hoş eden ıtır karşısında kendi halimden memnuniyet duymaktayım, bir bakıma.
Katlanılan sıkıntılar karşısında o gül devrini hatırlatmak için, içinde bulunduğum çırpınışları, bulunmak mecburiyetinde olduğumuz acıları başka bir nesle devretmektense onlara gül bahçeleri içinde bülbül olmayı miras bırakmak daha güzel ve latif davranış olmaz mı?
Ey nefsim!.. Hayata bakarken ne acılar çeken ruhuma eşlik etmede kusursuz davranan sen, bazen halinden şikâyet etmektesin ki bir bak etrafına ve seyre daldığın âlemde hayallerini gerçekleştirmek için candan, canandan vazgeçen kaç kişi görmektesin? Bırak bu dünya hayatını ve ebedî olandan yana taraf ol ki, dem gelince sana sorulmaya hesaplar…
Her dem hayalimi süsleyen, ruhumu tezyin eden güle karşı, kini, nefretini sanat adına kusanların içinde bulundukları zûl duruma bir bak ve kendisi için elli-altmış senelik bir dünya hayatı biçilenlerin geride bıraktıkları eserlerin onları kaç sene yaşattıracaklarını düşün… Onlara Ömer Muhtar olmayı tavsiye edemezsin… Onlara kalkıp bir başka sembol kişiyi tavsiye edemezsin…. Ellerinde bir başkalarından miras kalan mühürle alnından damgalandığın zaman, alkış tutan ellerin sızlamayan vicdanları, kendi rahatlarının bozulmasını istemeyecek, var oluşlarının devamlılığı için kaç insanın ölümü olursa olsun, bunun önemli olmadığını belirteceklerdir.
Ey Nefsim!... Güle tahammül edemeyenlerin çalı dikeni olan kişilikleri karşısında dikenlerini saklamaktan aciz benlikleriyle gülün karşısında duruşlarına bir baksana!...Kendisini sunî kokularla allandırıp pullayanların utanmazlığı o denli ayyuka çıktı ki yükselmek adına her çırpınış daha da aşağılara inmeye sebep olurken, karşılarında buna kananların pişmanlıkları da geçerli olamaz. Kolunu bu karanlık dehlizde kalanlara kaptıranların, aydınlığa her çıkış isteklerine karşı dikilen sedlere karşılık, merdivenler yasaklanmaktadır, sedleri aşmak için…
Kanayan bağrım, kan çanağına dönen gözlerim, hüzne yenilip her dem gözyaşı ile bağrımda yumuşatmaya kalkıştığı yüz senelerin derdiyle iç içe iken, bize bizi kırdırtmak emeli ile çırpınanların güle zarar vermek için en küçük girişimleri bile ters tepmeye mahkûm kılacaktır, biline!... Bilirsin her ölüm, yeni bir dirilişin habercisidir, gönlümüzde olan için.
Doğduğumuz topraklar, tarih içinde birçok kez el değiştirirken, değişmesini istemediğimiz insan ve erdem için ortaya koyduğumuz tek ilkemiz,”Önce İnsan Önce Erdem” biz eli kalem tutanlar yaşadıkça kendi özüyle ayakta kalacaktır.
Kendilerine efendi bulmakta zorlanmayanların her zamane insanını baş tacı etmesine bir şey demekten uzak olan gönlüm, içinde açan sevda çiçeklerinin güle imrenmesine tahammülsüzlük karşısında duaya iltica ederken, mültecî benliğimde damarlarımda dolaşan kanın, isyankârlığına davetiye çıkartan olup bitenlere başka nasıl bir tepki gösterir?
Ne kadar yaşlansak da genç olan gönlümüz, her seher vakti yeniden sevda şarkılarını terennüm etmeye başlar, gülle gelen medeniyetin vuslatı için…
Kaç efendi gördük, kaç gül taklidine şahit oldu, gözlerimiz, zamanla unutulup giden…
Bizim hayat menbaımız güle sevdalıydı, güle zarar vermeye niyetli kim varsa sözümüz yeterliydi, onları kendilerine getirmeye. Bizi üzen gülden olup aslını inkâr edenlerin tavrıdır. Devşirme fikirlerin asıl varken revaçta oluşu karşısında hüzne aşina gönül, onların çaresizliğini görmüyor musun her dem, senin varlığını kendilerinin yok oluşlarına sebep bilmelerini…
İşte gül işte gülistan!... Kaç bülbül, hûn kokan terennümleriyle hasret ırmağında yitip gitti, mirası bize kalmış.. Kaç bülbül, halâs için reddetti, altından kafesleri? Zümrüde, elmasa, inci u mercana , her türlü mücevherata meyledenlerin kafeslerinde kalmasına diyeceğimiz yoktur. Uçmayı unutmuş, kanatları kendisine fazlalık gelen bülbülün gülzârdan nasıl haberi olur, olabilir?
Sahi bahçevandan bahsetmeye zaman kalmadı, şimdilik.
Ey Nefsim!.. Diktiğin ağacın gölgesinin, verdiği yemişin adına kasem olsun, kıyametin kopacağına bir saat kaldığını bilsem, o kutlu vecizenin muhatabı bilmelisin kendini. Kalk ve gelen baharla bir gül fidesi dik, öncesi yılın güllerinin etrafını düzenle, kurumuş dalları kes…
Ey Gül!... O kokunun hatırı içindir ne varsa!...Seni gönlümüze dikene selam olsun!...
Devam Edecek
14/03/2011