Kitap, hayatımızın merkezinde olması gereken, fakat hiçbir zaman ol(a)mayan bir bilgi kaynağıdır. Faydası hususunda hemfikir olduğumuz bu bilgi hazineleriyle dostluğumuz hep problemli olmuştur. Okumanın önemiyle ilgili nice nutuklar vermişiz çocuklarımıza; öğretmensek öğrencilerimize… Fakat nedense kendimiz örnek olamamışız gençlere…Lafta kalmış samimiyetten uzak süslü nutuklarımız…Onun içindir ki etkili olamamıştır hiçbiri….
Dünyada ve Türkiye’de kitleler halinde okuma faaliyeti pek rastlanan bir eylem değildir. Hele ülkemizde okumak için seferber olma, görülmüş bir şey değildir. Nobel ödüllü Portekizli yazar José Saramago, “Okumak her zaman azınlık içindi, her zaman da öyle olacak” der. Aslında bu sözünde haksız da değildir. Okumak azınlık eylemi olmaya mahkûm edilmiştir. Azınlığı siyasi anlamda düşünmeyin. Kastımız okumayı sevenlerin ve okuyanların toplam nüfusa oranının az olduğunu ifade etmektir.
Ülkemizde okumak hâlâ lüks görülmektedir. İşin garip yanı, tahsilliler de okumuyor ülkemizde… Okumayı öneren öğretmenlerin de yeterince okumadığını bilmeyen yoktur. Yanlış duymadınız, öğretmenlerimiz de gereğince okumuyor. Ders kitapları dışındaki eserlere bakan öğretmen sayısı son derece azdır. Öğretmenler bu sözlerimden dolayı bana kızsalar da hakikatler bundan ibarettir. Okumayışın sebepleri ve mazeretleri saymakla bitmez. Herkes kendince haklıdır bu konuda da(!)…Fakat mazeretlere sığınmak neyi halleder ki!…
Bu ülkede gerçek aydınlar, vücuduyla bir yerlere gelenler kadar konuşulup gündeme gelmedikçe, inanın, bir adım ilerleyemeyiz. Dizilerdeki yeni yetme oyuncuları ve vücuduyla arz-ı endam edenleri konuşanlar, acaba bir nebze de bilim konusunda kafa yoruyorlar mı? Hiç sanmıyorum. Onların beyinlerinden çok, dilleri ve gözleri çalışmaktadır.
Hayranlık beslediğimiz, imza almak için peşinden koştuğumuz sanattan habersiz bir kısım sanatçılar(!) hayatlarında kaç kitap okumuşlardır? Okudukları kitap sayısı iki elin parmak sayısı miktarına erişebilir mi? Sanat âleminde küçük düşmemek ve cehalet damgası yememek için okumadıkları kitapları okumuş gibi gösterenlere ne demeli? Onlar çok okunan kitapları alıp evlerinde bulundursa da açıp okumuyorlar. Çünkü onlar çok iyi biliyorlar ki bu ülkede okumak pirim yapmıyor. Şaklabanlıklar her şeyin önünde yer alıyor.
Edebiyatımızın en büyük isimlerinden biri olan Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası” isimli bir romanı vardır. Bu eserde Bihruz Bey adlı bir tip yer almaktadır. Bu yanlış ve şekilci batılılaşmayı temsil eden bir kişidir. Bihruz Bey güzel giyinmeyi, sık sık araba değiştirmeyi sever, evinde her çeşit kitap vardır, kitaplar vitrinleri süsler ama hiçbirini okumamıştır. Bu tip o zamanın cemiyeti içerisinde Batılı bir insan olarak kabul görür. Bugünkü Türkiye’de nice Bihruz Beyler vardır. Bunlar yüzünden yerimizde sayıyoruz zaten… Bihruz Beyler okumaya başlayınca düzlüğe çıkacağız.
Hemen herkesin evinde az çok kitap var. Fakat bu kitapların üzerinde bir karış toza rastlayabilirsiniz. Çünkü yıllardan beri açılıp okunmamışlar. Sadece vitrinleri süslesin diye alınmışlar. Güzel görünsün diye ciltli olanlar tercih edilir. ‘Dostlar alışverişte görsün’ misali öylece dururlar raflarda. Bu mantık bizi bugünkü çağdaş milletlerden geri bıraktı.
Günümüzde televizyon ve internet, zaten yeterli olmayan okuma alışkanlığımızı iyice yok etti. Artık bilgisayar başında sabahlıyor gençlerimiz… İnternette önüne gelenle cetleşmekten okumaya zaman ayır(a)mıyorlar. Televizyonda herkesin bir dizisi var. Dizi başlayınca hayat duruyor. Okumanın esamisi bile okunmuyor. Eskiden öğrenciler günlük ve yıllık ödevlerini yapmak için giderlerdi kütüphanelere. Artık öğrenciler ödevlerini internetten indiriyor. Hatta bazı internet kafeler hazır ödev yapıp öğrencilere pazarlıyorlar.
Öğretmenler öğrencilere bizzat kendilerinin hazırlayacağı, internetten hazır olarak bulamayacağı ödevler vermelidir. Böylelikle öğrenciler kütüphanelere çekilmelidir. Her kütüphanenin bir hapishane kapattığı gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır.