Diyarbakır’ı konu alan araştırmalar, kaynak kitaplar, geziler...  Sıcak bir temmuz günü…  Ergani’den ayrılırken Çermik’e yöneliyoruz. Makam Dağı’ndan sabahın erken vakti inerken , Çermik’e gidiş…

30 km. yolu kısa sürede alıyoruz. Sağlı sollu üzüm bağları. Kimi yerler ekilmemiş, nadasa bırakılmış… Yeşillikler başlayınca anayolun iki tarafında belirginleşen yapılar…

1971’de  uğramışlığım var, Çermik’e…. Ailece gittiğimiz Çermik ve gördüğümüz Çermik, birbirinden farklı görünüyor. Kırk yıl öncesi ile sonrası…

Aklımda kaldığı şekliyle özetlemek istiyorum, kırk yıl öncesini. Kaplıcalar, ilçe merkezinden oldukça uzaktı. İki katlı kerpiç oteli hatırlıyorum… Yine sıcak bir yaz günü… Kıştan biriktirilen kar yığını ve soğuk su içmek için almaya mecbur olduğumuz Cemed (kışın bastırılan kar)… Buzdolabının ilçelerde olmadığı o yıllarda cemedin nasıl yapıldığını soruyorum  küçük yaşımda… kışın toplanan kar yığını, bastırılarak sıkıştırılıyor. Sıkıştırılan kar yığınına yeni kar yağınca  ekleme yapılıyor. Bu işlem en son yağan kar'a kadar devam eder… Havayla temasını önlemek için, ara tabaka olarak saman, samandan önce örtü… Toprak ve saman… Kaç kez bu işlem yapılıyor, bilmiyorum. Fakat bana anlatılanın yıllar sonrasında hatırımda kalanlar bunlar... Yaz aylarında bu kar yığınlarının bir köşesinden açılarak testere ile kalıplar şeklinde kesilir ve parça parça satılırdı... Tabi, dakikalarca sırada bekledikten sonra, O kar'ı satın almak da ayrıcalıktı...yaz ortasında kar soğuğu su içmek...  hele "karlı ayran" içmenin verdiği haz... tarifi imkansız...

Pazar çarşısından aldığımız Kenger Sakızı (kenger bitkisinin gövdesi kesilerek çıkan sütten sakızı elde edilirdi)… İpe dizilmiş kirli sarı-beyaz renkte… İstenildiği anda nasıl çiğneneceği, çiğnenmeden önce yapılacak işlem anlatılıyor satıcı tarafından. İlk aldığımızda yorulan çenemiz ve bir türlü yumuşama emaresi göstermeyen sakız… Sonrasında sıcak suya bıraktığımızda yumuşadığını gördüğümüz sakızın, çikletlere oranla farklı tadını anlıyoruz, çiğneme esnasında.

Çermik… Kırk yıl sonrasına dönüş…. Salgın bir hastalık olan uyuza, aşırı kaşıntılara tedbir diye uğradığımız kaplıca… Ailece kaplıcaya sabah, öğle ve akşam üzeri gidiyoruz… Her gidişimiz bir düğüne gidercesine şatafatlı…

Farklı bir ilçeden gelenler olarak yabancı olduğumuz ortada. İki katlı kerpiç otelin bir odası bize ait… Yatma, dinleme ve mutfak, içice olan mekanda yer olarak paylaşılmış biçimde.

Otelin aşağısında meşe-odun kömürü satılmakta... Kırk yıl önce piknik tipi tüp gaz ya yoktu ya da bizim gibi dar gelirli aileler tarafından bilinmiyordu. Yemekler, ocakta pişiriliyor.

Geniş otel  avlusunda herkes, hazırladığı ateşte yemeğini pişirme telaşında.

İkinci gün ilçede gezinti var… Çok iyi hatırladığım merkez camii, diğer ismiyle Çeteci Abdullah Paşa Medresesi. Üstü kapalı Pazar yeri ve köylünün satış tezgâhları.

Kurutulmuş incir, kuru üzüm, sebzeler ve mevsim meyveleri… yoksulluk diz boyu, âdeta… yapılan alış-veriş.

Otel sahibi, sözü geçen biri olmalı… O dönemde çocuk başımıza anlamak oldukça zor, konuşulanları. Gelip giden sırt çantalı, tuhaf giyimli, konuştuğumuz dilin yabancıları var... ’’turist’’ kelimesini ilk kez işitiyorum. Otel sahibi, yabancı dil biliyormuş.

Kaldığımız kaplıca, en büyük olanı… Kadınlar ayrı erkekler ayrı binalarda şifa bulmak için suya giriyor... suya ilk girişte nefes almak oldukça zor… Su sıcaklığına alışkanlık mecburiyet. Ya kaşınmanın dayanılmaz sıkıntısı ya rahatlık… Kil ile yıkanan saçımız, güneşte pırıl pırıl...  Kaplıcada sabun paralı… Aldığımız sabunu idareli kullanıyoruz.

Günler oldukça çabuk geçiyor. On günün sonunda kapıları iplerle tutuşturulmuş, her tarafı âdeta dökülen otobüsün üstüne bırakılıyor, kap kacaklar… Markasını bir türlü hatırlamadığım otobüs, dar yolda homurtulu sesler çıkararak ilerliyor...

Çocuk halimiz… Çiğnediğimiz Çermik sakızı, elimizde tahtadan yapılmış salıncak ve cebimizde arada bir kaybolmasın endişesiyle yakaladığımız üç-dört minik sabun.

Dün gibi kırk yıl geçerken kim derdi ki, Çermik’i anlatacak ve bugüne taşıyacağız kırık-dökük cümlelerle...

2000’li, Yıllar… Yerel gazeteleri denetlemek için ilçeleri dolaşıyoruz. Çemik’e geldik, ikinci kez… Sonrasında il yıllığı hazırlama amacıyla üç kez gelişimiz var… Bir kuruluşun gecesinde şiir okuma daveti…

Kırk Yıl Sonra

2004 senesinde Çermik Melike Belkıs Hatun adına yapılan kaplıca festivaline gelirken Çermik’le ilgili, "Çermik 2004" adı ile Çermik Kaymakamlığınca hazırlanan tanıtım çalışması ulaştı elimize. Bu çalışma öncesi Çermik’e ilişkin Nurettin Değirmenci'nin felsefi ağırlıklı ve özgün kitabını okumuştuk. Beldeler dergisi Çermik sayısı, Kara Amid Dergisinde yer alan Fahrettin Kırzıoğlu'nun Çermik Notları…

Çermik'i gezip dolaşırken, emeklilik sonrası kendisini fotoğrafa, Çermike adayan Mustafa beyle tanıştık ikinci kez. Diyarbakır’da açtığı fotoğraf sergisinden sonra söz verdiğimiz fotoğraf sanatçısını mekanında ziyaret ettik. Çermik’e ait ne bulduysa, müzecilik anlayışıyla toplayan ve sergileyen Mustafa Bey, ilçede manevi şahsına münhasır bir kişilik…

Yıllar sonra dolaştığımız kaplıcalar… Kükürdün yoğunlukta olduğu kaplıcalar…  Halen dış görünümüyle orijinalliğini koruyan beyler sarayı , çeteci Abdullah Paşa Medresesi, Ulu cami, Çermik Hamamı…  Uzun süren yaya gidişle vardığımız Şeyhan Dede Şelalesi...

Haburman köprüsüne giderken sağda yalnızlıkla baş başa kalmış tekke… beyaz  tavşan yapılıp kitabelerinin çoğunu satır satır rüzgara, yağmura,insan tahribatına yenik düşüren haburman köprüsü,  gözelerden içilen bemberrak su… yudumlanan sımsıcak çaya eşlik eden yufka ekmek...

Üzüm şırası, pestil, cevizli-bademli pestil sucuğu, helva… Gezdiğimiz yerlerde artık göremediğimiz kenger sakızı sakızı… Kırk yıl sonrasında çermik hakkında yazı yazmak…

Çermik’in hakkında anlatılan efsanelerin başlıcaları Melike Belkıs Hatun ile Gelincik Dağı hakkında anlatılanlar...

Kaplıcaların faydalarını ön plana çıkaran efsaneler, hemen hemen aynı özellikler taşır. Belkıs hatunun ne zaman yaşadığı bilinmese de kaplıcanın önemini insana hatırlatan, şifa yönünü ön planda gösteren efsane çermik’in tanıtımında oldukça önemlidir. Yaraları iyileşmeyen ve tek başına ağaçlık alana bırakılıp, ölümü bekleyen genç bir kız… Kısa zaman da iyileşen yaralar ve bu yaraları iyileştiren kaplıca…

Gelincik Dağı efsanesinde taş olanların hikayesi vardır. Kadîm Anadolu Mitolojisinde bu tarz yatıştırmalar çoğunluktadır. Hazro da bir yerleşim alanının ortadan kalkması, bir hamile kadının bedduasına bağlanır. Çınar'dan Bahteri köyüne giderken yol kenarındaki kayalardaki şekiller, taşlaşan gelin ve damada atfedilir.

Güneydoğu insanın temel besin maddesi olan ekmek'e kutsallığın atfedildiği efsanede, ekmeğin saygınlığının ön plana çıkarıldığı muhakkaktır. Efsanenin, taş kesilen alayın cezalandırılmasında yine ekmeğe saygınlık ön plandadır

Gelincik Dağı, Kapadokya'dan eksik yönü olmayan görsel güzelliğe sahiptir. Turizme kazandırılması, kaplıcalarla bütünlük sağlaması açısından ilçe tanıtımında büyük katkı sağlayacaktır. Turizm merkezinde ulaşımı sağlama amaçlı teleferik uygulaması burada da hayat bulmalıdır.

Sinek çayı yakının da ortaya çıkartılan kaya resimleri de tarihi açıdan önem taşımaktadır. Bu özelliğin ilçenin dışa açılımında etkili olacağı muhakkaktır.

Çermik’in Gelincik Dağı ve kaplıcaları yanında ayağa kaldırılması gereken kalesidir ki ilçeye hakim dağda yeniden inşa edilecek kale, termaller üzerinden yükselttiği zaman, ilçenin en büyük eksikliği tamamlanmış olur.

Kırk yıl önce ve kırk yıl sonra çermik' dair aslında söylenecek çok şey vardır...

Oldukça hacimli, emek ürünü Çermik’i  anlatan,  tanıtan, dünü bugünle, bugünü yarınla bir araya getirmeyi amaçlayan çalışmada emek harcayan, Araştırmac-Yazar Sayın Hamdullah IŞIK’a  ve Çermik kitabının yayınlanmasında katkısı olan herkese teşekkür bir borçtur...

 

( Kırk Yıl Önce Çermik… Kırk Yıl Sonra Çermik… başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 17.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu