NOGAYTÜRK
Ramazan NARİN
benim babam ; TOYOTA GİBİ ADAM..!
BÜYÜK DİYARBAKIR YÜRÜYÜŞÜ…
Sayın Başbakanın Referandum öncesinde DİYARBAKIRA gidip, orada olmayanlara REST çektiği EYLÜL gününden beri, “ DİYARBAKIR BÜYÜK YÜRÜYÜŞÜ…şart-ı iktidardır.” fikrimi söylüyor ve ısrarla bunu yazıyorum. Şimdi yürüyüş güzergahımıza ANKARA’yı da alıyorum artık. T.B.M.M.’ni de…
ŞART-I İKTİDAR…
İktidar olmak veya erki elinde bulundurmak isteyen kişi, kurum veya toplumların öncelikle İKTİDAR olabilmeleri için, kendilerinin GÜVENİLİR olduğunu ispatlaması lazımdır. Güvenilir olmak ancak, şart-ı iktidardır.
ŞEHRÜL-EMİN…
Bir şehrin en güvenilir insanı yani bugünkü karşılığı, il-ilçe-beldelerdeki yerel yönetimlerin başındaki BELEDİYE BAŞKANLIĞI makamıdır. Öyleyse, Başbakanlık Makamı da, ülkenin en güvenilir insanının makamı olmalıdır. Yani ben BAŞBAKAN olacağım ve ERK’i kullanacağım diyen kişinin, ülkenin EN GÜVENİLİR kişisi, temsil ettiği kurumunda en güvenilir kurum olması gerekir. ŞEREFSİZ…sözlerinin havada uçuştuğu bir kurum olmamalıdır. Demokrasi de, bu fırsatı yani GÜVENİLİRİ bulmak, vermek anlamında en güzel sistem ve yol olarak, kullanımımızdadır zaten.
BENİM BABAM…
Bunu, neden deriz ? Niçin diyoruz ? TV lerde bir otomobil markasının reklamı için kullanılan bu söz, bu gece çok dikkatimi çekti. Gerçekten bütün çocuklarımızın bir BENİM BABAM egosu vardır. ÇOCUK Psikolojisinde her çocuk, kıyasta kendi babasını kullanır. Her çocuk için kendi babası, bir İLAHTIR. GÜCÜN simgesidir. TOYOTA’nın Japonların sosyal hayatında nasıl biri veya nasıl bir marka olduğunu, düşünmüyorum. Ama, Türk aile hayatında ve sosyolojisinde BENİM BABAM……! sözünün önemini kavramışlar ki, otomobil markalarını bu sözdeki anlam kadar büyük ve güçlü göstermişler. Reklamcıyı tebrik etmek lazım bu arada.
Ben, bugün de BABAMI arıyorum, milletimizin de BABASINI aradığını biliyorum.
BENİM BABAM… Bu sözü duyunca kendi çocukluğumu hatırladım hemen. Yıl 1967-68…İlkokula gidiyordum ve ilkokulu bitirdiğim yıllardı. Benim Babam, çok ama çok çalışkandı… Minik te olsa hayvancılık, küçük te olsa tarım, boş kaldıkça AMELELİK, yine bir boşluk bulmuşsa gurbete çıkar, Ayvalık PİRNA Fabrikalarında çalışarak zeytin sezonunu geçirirdi. Ben, üzerine güneş doğduğunu hiç görmedim ve izinli ve işsiz kaldığı bir haftayı da görmedim…” NOGAYIN ÜZERİNE GÜNEŞ DOĞMAZ...” derdi sürekli. Ben, bana eziyet yapıyor sanıyordum ama, gün doğmadan beni de uyandırır ve hayvanlarımızın altını birlikte temizlerdik. Hayvanlarımızın bakım ve temizliği bitince, o TAŞ OCAKLARINDAKİ AMELELİK işine, ben de okuluma giderdik. Bana, sen büyüyünce LEŞPER (RENÇPER=ÇİFTÇİ) olacaksın derdi. Damda temizlik yaptığımız bir gün benim iğrendiğimi anladığı için olacak, hayvanların altını kürek yerine ellerimle ! temizlettirmişti. İnek ve danalarımızın b.klarını elle sıyırmak… O, yani BABAM, hayvanların etinden, sütünden hatta kemresinden (dışkısından) yararlanıyoruz, onlar bize Allahın ikramı gibidir derdi ve asla iğrenmemi istemezdi. O kemreleri kurutup, bahçemizde ve tarlamızda randıman ve bereket için kullanırdık.
Babam sağ iken ; köydeki ve okuldaki arkadaşlarım arasındaki dialoglarımda kendimi daha güçlü, daha haklı, daha cesur görüyordum. Ama babam üzerine doğdurmadığı güneş yüzünden, taş ocaklarında amelelik yaparken, güneş çarpmasından dolayı bir haziran gününde ölüverdi ve güneşsiz hayata geçti.
Babamın öldüğünü, bir daha geri gelmeyeceğini 12 yaş hasebiyle pek fazla anlayamamıştım. Taa ki; bir gün komşunun oğluyla kavga edinceye kadar. Komşumuzun oğlu birkaç arkadaşı ile beraber beni yalnız yakalamışlar, biraz hırpalamışlardı. Ben de iade olarak, bir gün tek başına onu kıstırmış ve bir güzel dövmüştüm ki, o’nun BABA BABA… çığlıklarına yetişip gelen babasından yediğim TOKADA kadar…Ben o tokatta, BABA BABA diye feryat edememiş ve böylece BABASIZ olduğumu idrak edip anlamıştım.
Bu olay babamın öldüğünü hatırlatan olaylardan biriydi, dövdüğüm bir çocuğun babasından yediğim TOKAT yani. Çünkü benim babam yoktu ve ben yalnızdım ve asla benim uğradığım bir haksızlıkta, ‘BABAM’ diye birisi gelip, karşıdaki çocuğu tokatlayamayacak veya azarlayamayacaktı. Tokat yediğim için hiç ağlamadım, hala da kimse ağlatamaz. Ama, BABASIZLIĞIMI fark etmek yüzünden, gizli gizli çok ağladım çokkk. FARKINDALIK, buydu galiba…
Ben, sosyolog veya psikolog değilim. Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü’nde okurken, EĞİTİM PSİKOLOJİSİ diye bir dersimiz vardı. O derslerimizde, hocamız bize ÇOCUKLARIN-ÖĞRENCİLERİN Psikolojilerini anlatırken, tüm çocukların hayatlarında en güvendikleri ‘BABALARIDIR’ derdi, babalarına güvendikleri kadar olmasa da o çocuklar siz ÖĞRETMENLERİNE, güvenmeliler. Öğrencilerinize bilgi yüklerken dikkat edeceğiniz en önemli ilke, bu yani GÜVEN olmalıdır. Öğrenci güvenmediği ve ‘BENİM ÖĞRETMENİM’ demediği kişiden asla bilgiyi gerektiği gibi almaz, alamaz. Siz, sadece öğretmen olmayacaksınız, siz “ BENİM ÖĞRETMENİM” olacaksınız…derdi. ERBUĞ GÜLSOY hocamın, ellerinden öpüyorum.
Benim babamın açınımını yaparken, ‘BENİM VEKİLLERİM’ aklıma geldi ; Başbuğ ATATÜRK’ümüzün kurduğu ve başkanlığını yaptığı ve ‘CUMHURİYETİN DİLİ, T.C.DEVLETİNİN DİLİ TÜRKÇEDİR’ diye milletinin emrini ANAYASAYA yerleştirdiği kurumda, Anayasa üzerine güya yemin etmiş bazı vekiller, dağdaki kadroların siyasi uzantısı olan birilerinin bugün TBMM’nin Meclis Kürsüsünü kirlettiğini görüyoruz, o kürsüden Kürtçe konuşma yaptıklarını görüyoruz. Hatta daha ileri giderek; bu meclisi Kürdistan milletvekilleriyle Türk Milletvekillerinin birlikte kurduğunu, o yüzden KÜRTÇE konuşacaklarını ısrarla söylediklerini duyuyoruz. Cumhuriyetten önce KÜRDİSTAN diye bir ülke de yoktu, KÜRT diye bir millette yoktu. Cumhuriyet kurulurken de, KÜRT diye bir unsur veya KÜRDİSTAN ile işbirliği diye bir fiil de yoktu.
Daha önce grup toplantı salonlarına taşıdıkları KÜRTÇEYİ bugün, o meclisin idaresine rağmen, o mecliste bu sözlere ve kürt diline müsaade etmeyeceklere rağmen, buna izin ve fırsat verenleri hatta dinleyenleri kınıyorum. Ben, orada oturanların MİLLET adına vekalet almış güvenilen insanların da sessiz kalmasını kınıyorum. CHP li vekilleri de, MHP li vekilleri de, AKP nin içindeki KÜRT olmayan vekilleri de kınıyorum. Milletimizden GÜVEN vekaleti alıp, güvenilmeyecek insanlar olduklarını göstermelerinden dolayı da çok büyük üzüntü duyuyorum. Kusura bakmasınlar ama hiçbirini, benim vekilim olarak kabul etmiyorum.
T.S.K, yani bizim ordumuz…Yani en güvenilir kurum. Hepimiz iyi hatırlarız ki ; eskiden EN GÜVENİLİR anketlerinde BİRİNCİ sırada çıkarlardı. Şimdi bir anket yapılsa acaba kaçıncı gösterilecekler, merak ediyorum. Çünkü, ordumuz da, yargımız da, hatta TÜRKLÜKTE yıpratılmıştır.
ŞART-I İKTİDAR ; Erki ve İktidarı elinde bulundurmanın şartları vardır. Türkiye’nin diğer 80 ilinden, topyekün DİYARBAKIR’a hatta ANKARA’ya bir büyük yürüyüş yapılmadıkça, halkımızın GÜVEN duyacağı birileri yani BABALARIMIZ yollara düşüp, TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR ! diye haykırmadıkça, iktidar da olunamaz, erk te kullanılamaz. AKP’yi YOK EDECEĞİZ…diyenlere duyurulur. İktidar olmak isteyen, seyirci değil bilakis TÜRKLERİN sesi ve yüreği olmak, TÜRKLERE, yüce Türk Milletine güven vermek zorundadırlar.
TÜRKİYE
ÜLKEMİZİN içinde bulunduğu durum, babasız kalan bir yetim çocuğun, başka bir çocuğun babası tarafından her gün tokatlandığı durum gibidir. BABA-BABA diye bağıramamanın ezikliği ve burukluğu içindeyiz. TÜRKİYE DEĞİŞİYOR veya DEĞİŞİM YAŞIYOR diyen, bunları normalleşme sayan dayatmacı, emperyalist işbirlikçilerinin, AB Güdümlülerin, Kürt hayranı ABD uşaklarının v.s, psikolojik saldırısı altındayız. Babamız var gibi uyutuluyor ve aldatılıyoruz.
Sayın eski Cumhurbaşkanımız Süleyman DEMİREL’in, BABA lakaplı bir siyasetçi olarak, Türk Siyasetinde 40 yıl yer alması ve halen bir ağırlığının olması da belki halkımızın BABA arayışı yüzündendir. Süleyman DEMİREL, Türklerin DEVLET BABA geleneğini en iyi fark eden siyasetçi olarak BABA rolünü en güzel oynamış bir büyüğümüzdür. Seçmenlerimiz her ne kadar 18’den 87’ye büyük yaştalarsa da, emin olunuz ki hiç biri asla bu konuda büyümemiştir ve hala kurtarıcı olarak her tokat yediklerinde, BABALARINI aramaktadırlar.
Ey Milletim, Ey Türk ; uyuma…SEN UYURSAN ÖLÜRSÜN, SEN UYURSAN Mehmetlerin ölür, ben de ölürüm ama sen de ve hepimiz ölürüz. Bu yüzden ÖLMEYECEĞİZ...! Uyanışımız, ölmemek adınadır. Uyanışımız, BENİM BABAMMMM……! demek içindir. Uyanışımız, BENİM BABAM, ATATÜRK GİBİ ADAM !, BENİM BABAM, OĞUZ KAĞAN! demek içindir.
Uyanıyor ve uyandı isek, o zaman ülkemizde AKP ye alternatif olan bütün siyasi partilerimiz ve liderlerimiz, ‘BABA’ olmayı ‘BABA PARTİ’ olmayı düşünmeli ve halka güven vermenin bir yolunu bulmalılardır. Benim şahsımın, 5 Eylülden itibaren seslendirdiğim, Türk Milliyetçilerinin ‘BÜYÜK DİYARBAKIR YÜRÜYÜŞÜ’ veya şimdi artık değiştiriyorum ‘BÜYÜK, DİYARBAKIR ve ANKARA YÜRÜYÜŞÜ’ fikri de, en baba fikirdir. Bu fikri uygulayan ve yapan, bu halka güven verecek ve en güçlü şekilde erkin ve iktidarın sahibi olacaktır.
BENİM BABAM………………….GİBİ ADAMDIR’ diyerek ; Babamız için, yokluğu için ağlamayacağımız, içimizin burkulmayacağı gün ve ortamlar diliyorum herkese… <NOGAYTÜRK>