Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla...
Yakupoğulları´ndan yüz çevirdi de: "Ey Yusuf’un ayrılığıyla bana gelen hüzün" dedi. Kederinden gözlerine de ak düşmüştü. Artık derdini herkesten gizleyip duruyordu. (Yusuf-84)

Seni anlatmayan kelimelerin şerrinden Allah’a sığınırım...

Güz başıydı.
Ayrılık yeni bir isimle dökülürken dudaklarından. Ben gittiğim yerlerden dönememek korkusuyla Karamsar bir firkat saatine doğru sessiz adımlarla ürürken anladım. Anladım ki...
Hüzündür senin gözlerinin rengi. Geceler böyle yazıldıysa kaderime. Her vuslat aslında firkatin başlangıcıysa. Biz böyle ayrılıp duracaksak. Hasrete yeni bir isimle seslenmek gerek. Yoksa hicret aydınlığına erişir mi, bu ayrılıklarla sınanmış çöl yalnızlığım benim.

Güz başıydı.

Efkârlı bir sonbahar yalnızlığına bürünmüştü ağaçlar. Ben kuru dallar gibi duaya durmuş elerimle. Sana taze bir miladı getirmeye hazırlanırken. Vuslatı heba etti hicran takvimleri. Bana gitmek düştü. Ağaçların ağladığını ben asıl o zaman görmüştüm. Rüzgâr akıyordu parmaklarım arasından. Ayrılık bir kapı eşiğinde, siyah mermer zemin üzerinde yalınayak bekliyordu. Ağlıyor muydun bilmem. Ben seni öyle hatırlıyorum. Kapılar açıldı. Bana gitmek düştü. Ayrılık ansızın içeri girdi, ruhuma dokundu. Ben yoktum.

Ağlardın.

Zehir yeşili bir kedere dururdu yüreğim. Neye tutunsam, onda yitip giderdim. Yüzün yansımalı bir yağmur; ıslatırdı yanaklarımı. Yağmura tutunurdum. Yarı aydınlık bir odanın solgun gölgeleri denerdi duvarların sabrını. Ağlardın ve sular yükselirdi. Ağlardın ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmazdı. Ağlardın, ben bir ana tutunmuştum oysa. Sende yitip gittiğimi bilmezdin.

Güz başıydı.

Şafağın yarı gölgeleri, tam gecenin karanlığından belliydi. Işığın adı anılmıyordu. Cinnet tutkunu bir geceden, aç gölgeler barındıran bir sabaha tutsaktı yüreğim. Sen çığlıklarımı duymadın mı? Göklerden yere doğru. Sükûtu büyüyen feryatlarıma gizledim hüsranımı. Göklerden yere doğru. Bana gitmek düştü.

Konuşurdun.

Bir güvercin ürkekliğidir sesin, bilirim. Dudaklarından ayrılık dökülmeseydi, ben göçüp gitmeseydim; bozkırların labirentlerine doğru.

Güz başıydı.

Sana uyanmak dururken, dumanı siyah kâbusların gerçeğinden. Sana uyanmak dururken, bulanık sular gibi kendimi kendimde yitirmeden. Sana uyanmak dururken, ben bütün bir geceyi kuşkulu bir kıyamda, ağlamaklı bir duayla, neredeyse bir solukta yaşamışım da, bundan haberim olmamış. Tabut yatağımı öksüz bırakmışım. Taş yastıklara değmemiş başım. Ben bütün bunları sendendir sandım. Sırtlanlar parçaladı Mehdi uykularımı. Ellerin pırıl pırıl yararken gökyüzünü. Yıldız yıldız rüyalar toplamak dururken sana. Sana uyanmak varken. Tersten okunmuş alınyazım. Soldan sağa. Huzursuz bir yolculuğa sürüklenmişim. Ben seni akreplerin unutkanlığından kaçırdım bütün bir gece boyunca; senin bundan haberin var mı? Ben bütün bunları sendendir saydım.

Susardın.

Kelimeler yaşama heveslerini böyle kaybederdi. Bir örtü altında dinlerken kalplerin sessizliğini. Ellerimdeki ağaç tespihlerin de bir sırrı vardır elbet. Hu Subbuh! Bu sırla kuşlar, hafi bir sessizliğe doğu kanat açtılar. Kimseye söyleyemedim.

Perdeleri bir rüzgâr dalgalandırdı ki, ismi zehir zemberek. Ben bununla nefeslenirken. En onulmaz yerinden yakalamışım sevdayı. Aşkın ölüme en yakın topraklarında. Mart ayına ümitli güller yetiştirmişim, ellerinin beyazına doğru.

Gül yüzün gülsün isterdim... Güldü. Has güldü!

Güz başıydı.

Güneş ayrılığa doğdu. Nur. İçimde sınırları ölüme yaklaşan karanlığın sancıları çoğalırken. Sabr. Menzilinde vurdular, göklere sevdalı bir güvercini. Kan-revan içinde kaldım. Selam. Göklerden yere doğru. Kader düştü üstüme. Kadir. Ayrılık bir sarmaşık gibi dolandı canıma. Bana gitmek düştü.

Ya Şafi Enteş-Şafi!

Sen yeni bir isimle susarken. Anladım ki, hüzündür senin gözlerinin rengi. Anladım ki, hasrete yeni bir isimle seslenmek gerek.

Sen yeni bir ismi susarken. Kapılar açıldı. Bana gitmek düştü. Siyah mermerlere secde ederken parçalanan alnımın yazısıyla.

Sen yeni bir isme susarken. Göklerden yere doğru. Rüyalar inzal mi olunurmuş, bilinmez. Gece üstüme düştü.

Ya Nur, Ya Sabr, Ya Selam, Ya Kadir!
Ben bütün bunları sendendir saydım.
Bana gitmek düştü.

Gül arzusu emanetim kaldı. Gam değmiş bu dallara, neylersin.
Ayrılık ferman düştü. Göklerden yere doğru.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla...
Dediler ki, hâlâ Yusuf’u anıp duruyorsun; vallahi bu gamla sonunda eriyeceksin yahut helak olanlara karışıp gideceksin. (Yusuf-85)

Başlayıp başlayıp biterken... O’nun adıyla...

Güz başıydı.
Kendimden kaçıp gittim... Gittim...

( Güz Yangını başlıklı yazı Mümin Munis tarafından 12.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu