Önceleri sana kızıyordum, senden nefret ediyordum. Çünkü herşeyin müsebbibi olarak seni görüyordum.
Kendimce “ölüme ölüm!” diye bir slogan da ortaya atmıştım. Ne demekse!
Anamı almıştın, babamı almıştın, sevdiklerimden tanıdıklarımdan birçok insanı da… Nasıl kızmam? Nasıl kin duymam?
Çok önemli şeyler yapıyormuşsun gibi kasılmana da çok bozuluyordum. Kasılmalarını gördükçe hakaretlerimin ardı arkası kesilmiyordu.
Kimi zaman saldırıyı bırakıyor, yalakalığı deniyordum. Oysa sen ne ondan ne de bundan anlıyordun. Bu umursamazlığın ise en çok çıldırtıyordu beni. 
“Niye kasılıyor ki, niye kendini bir şey sanıyor ki. Doğada doğum olmasaydı o da olamazdı. Yani varlığı doğuma bağlı. O sonraki, doğum ise öncekidir. Tabii önceki asıldır ve de değerlidir. Sonrakinin önceki yanında esamisi bile okunmaz. Hem istediği kadar kıyımlarına devam etsin; o kıydıkça ha bire doğuruyor canlılar. Baksana en basitinden bir örnek, somon balıkları kilometrelerce mesafeleri aşarak, ırmakların ters akıntılarına göğüs gererek ilk doğdukları dereyatağında yumurtalarını bıraktıktan sonra ölmek için nasıl yarışıyorlar. Yani bir somon ölüyor ama binlercesi de hayat buluyor.” diye düşünüyor ve seni küçük düşüren bir çıkarım ortaya atıyordum aklımca.
**
Etrafımdaki insanların konuşmalarında, okuduğum yazılarda hep suçlanan o idi. Bir ölüm olayında feryatlar gözyaşlarına dönüşüyor, dövünmeler hıçkırıklara… Giden gitmesine gitmişti de kalanların acısına yürek mi dayanırdı. O yüzden baktım ki herkes ölümü taşlıyor. ”Bir taş da ben atayım.” dedim ve öyle de yaptım her seferinde…
İlk uyanışım, fark edişim gerçeği, bir filozofun “Ey ölüm,senden korkmuyorum.Çünkü sen varken ben yokum;ben varken de sen yoksun.” mealindeki sözü ile başladı. Mantıken doğru bir akıl yürütmeydi bu söz. Bu ifadeyi doğru kabul ettiğime göre, onun bana bir zarar verebilmesi de söz konusu olamazdı. Öyleyse ona karşı bu düşmanlığım nedendi? Haksızlık yapıyor olmalıydım. 
Sonra bir yazarın "her insan ölüme karşı kendini hazırlamalı” ifadesi ufkumu biraz daha genişletti. Nasıl hazırlamalı diye sorgulamaya başladım. Burada kasdedilen neydi? Tevekkül mü, kendi kendine telkin mi, kaçınılmaz sonun kabullenilmesi mi?
Doğaya baktım. Bir koyun hemen yanı başında bir başka koyun kesilirken biraz sonra o da kesilecek olmasına rağmen kaçmayı düşünmüyor, önündeki samanları yemesini sürdürüyor. Belgesellerde bir yırtıcının yakaladığı bir hayvan eğer kurtuluş ümidi yoksa adeta “pes” dercesine teslim oluyor, kendini ölüme bırakıveriyordu.Tabii kurtulmak için amansız bir mücadele verenler de yok değildi. Hatta tam “artık işi bitti” denilebilecek bir noktada iken kendini kurtaranlar da vardı.
**
Ve sonunda gördüm ki bir canlının yaşamını sona erdiren ölüm değil. Ölümün dışında sayısız neden…Ölüm bunlardan bir veya birkaçının sonucu. Mesela kişi intihar etmeye karar vermiş. Diyelim ki boğaz köprüsünden atlıyor ve hayatını kaybediyor. Bunda ölümün suçu ne? Ya da bir hastalığa yakalanıyor, kurşun yarası alıyor, yanıyor, zehirleniyor, trafik kazası geçiriyor… Bunların sonucunda yaşamını kaybederse neden ölüm sorumlu olsundu ki? 
**
Hatalı olan benim. Yanlışımdan dönmek istiyorum.
Özür dilerim.
Ama lütfen söyle: Sevgili ölüm dost muyuz?
( Sevgili Ölüm Dost Muyuz? başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 23.01.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu