Remzi Bey, uzun boylu, esmer tenli, çalışkan ve yaşı yolun yarısında genç bir iş adamıdır. Anadolu’nun bağrında; vatani görevini yapmayanı “adamdan” saymazlardı. Vatani görevini yaptı. Remzi Bey, gün gelip çattığında bey baba tarafından da evlendirildi.
Görücü usulü evlilik; töredeki hakimiyetini bu günlerde zafiyet gösterse de hükmünü hala sürdürmekteydi. Her şeye rağmen; evli ve mutludur.
Cahit Sıtkı Tarancı ünlü şiirinde “yaş otuz beş yolun yarısı” dediği gibi Remzi Bey de yolun yarısındaydı. Bu evlilikten çocukları olmuş, neredeyse kelini yarar duruma gelmişlerdi.
Bu arada Remzi Bey’in evdeşi ne bağda ne bahçede, ne çiftte, ne de çubukta çalışmamıştı. Diğer bir tabir ile eli sıcak sudan soğuk suya değmemiş, değmiyordu. Remzi Bey kendisine; geçen günleri içerisinde hiç mi hiç; yokluk yüzü göstermemişti.
Beylik içindelerdi. Kocasını da canı yürekten seviyordu. İşine asla karışmamıştı. Ne yaptığını beyinin anlattıkları nispette bilir, gerisini merak ederek araştırma gereğini duymamıştı. Kendisini bu güne kadar hiç kırmayan, daima sevecen ve nazik sözleri karşısında yüreğindeki sevgisi biraz daha katlanarak büyürdü.
Türk’ün yemek kültürü; diğer milletlerin yemek kültüründen farklıydı. Hele Türk’ün kadını mutfakta hünerini, en zarafet örneklerini yemekte sergilerdi.
Her biri adeta yetişkin aşçılara taş çıkartacak cinstendi. ”Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” derler tekerlemesinde de bir türlü akıl erdirememişti ya! Lafın doğruluğunu veya yanlışlığını da; o kadar düşünmeye gerek yoktu. Söylenmişse doğruydu.
Mutfakta başlayan atıştırma, tat bakma, sofrada doruk noktasına çıkar, mutfak temizliğinde de devam ederdi. “Sünnettir” adına tıka basa yenerek; sünnete muhalefet edilirdi. Bir çok insan nefsine uydu mu kendi kendini kontrol edemezdi.
Sütun gibi ince ve zayıf olan batı ülke kadınları ile şişman doğu ülke kadınları arasındaki fark; kültürleri kadar da büyüktü.
Son yıllarda; Remzi Bey’in eşi de aşırı kilo ile başlayan şişmanlığa; şeker hastalığına da müptela oldu. Perhizler, ilaçlar uçup giden sıhhati geri getirmeye yetmedi.
Bir garip; “İki şeye acırım. Biri sigara içen erkeğin yanında yatan kadına, diğeri ise kadını hasta olup doktor doktor gezen adama acırım” derdi.
Kadını hasta olup doktor doktor gezen, rahat ve huzurunu kaybeden ve bu yüzden aile ilişkileri biten adam sayısı az mıdır? Saymakla bitmez. Remzi Bey’de doktor doktor gezdi. Bu uğurda az masraf yapmadı. Az zamanını harcamadı. Her şeye rağmen de kalıcı bir çözüm bulamadı.
Hayatını paylaştığı bu kadın; kendine eziyet ve sıkıntı veren bu hastalıkları ile sevmese de; bir arada yaşamaya mecburdu. Bu mecburiyet içinde geçen; kadınlık vazifesini de ifa edememişti.
Bunu biliyordu. Arada bir aklına geliyordu. Ama kendi kendine yeterli bir çözümde üretemiyordu.
Remzi Bey’in işyerinde bir çok insan çalışıyordu. Emeği karşılığında da geçimini sağlamaya çalışırdı. İşler iyiydi ve iyi para kazanıyordu. Para bir güçtü ama inansı mutlu etmeye de yetmiyordu.
Her geçen gün; Remiz Bey’in yaşamında bir burukluğa ve biraz daha soğukluğa kendiliğinden düşen bir yaprak gibi yer alıyordu. Batıdan getirilen ve bir değişikliğe tabi tutulmayan medeni kanun tek evlilik tesisini de İslam’i bir inancın hakim olduğu bu ülkede dikte etmişti. İlahi emirlere dur denilmişti.
Batı ülkelerinde uygulanan tek evlilik kanunu, aileleri yıkan bir güç haline dönüştürüldü. Batıda; neredeyse her iki doğumdan biri veya her iki kadından biri mutlaka gayri meşru bir hayat yaşamaya başladı. Aile sistemine konulan bu dinamiti yok etmek kimsenin işine de gelmez oldu.
Türkiye batı ile doğu arasında batı yönünde bocaladı durdu. Kaldırılanların yerine konulmayan çözümsüzlük hala bir yara olarak devam etmektedir.
Süreyya Hanım’ın ailesi, aslen şark vilayetlerinin birinden gelerek; yılar önce bu memlekete yerleşmişti. Bu diyarın dağlarında keven biter, ovasında keklik öterdi. Yazları tatlı tatlı rüzgar eserdi. Şehrin görüntüsü ve yaşayışı Osmanlı’yı aratmayacak her türlü özellikleri fazlasıyla sergilerdi. Ergenliğe varan her genç kız gibi; başörtüsü aileden gelen bir yaşam biçimiydi sanki. Tesettürlüydü. Mazbut bir aile kızı sayılırdı.
Remzi Bey’in yanında, ihtiyaçtan öte, zamanın verdiği yeni yaşam biçimine ayak uydurma kavgasında; genç kızın arzularını aileye baskın gelmesi ile; iki yıldan beri sanayide sekreterlik yapıyordu. Sarışın ve uzun boyluydu. Lise mezunu ve bekar bir genç kızdı. Hareketliydi ve işini çok seviyordu. “Bir seyit torunu iddiasında olan genç kız; elin işinde çalışır mı?” gibi çevreden gelen seslere hiç kulak asmamıştı. Düne kadar tarımla uğraşan bir çok insan son yıllarda sanayi alnında büyük yatırımlara girmişti.
Şehrin çevresinde peş peşe yüzlerce fabrika bacaları yükselmişti. Köylülerin geçim kaynaklarının biraz daha daralması, ürünlerin para etmemesi, bu insanları; şehre göçe zorlamıştı. Yaşamak için çalışmak, kazanmak gerekiyordu. Düne kadar tarlalarda çalışan genç kızlar, şimdi fabrikaların en ucuz ve en vazgeçilmez elemanı olmuşlardı.
Süreyya Hanım; akıllı ve cesaretliydi. İşini çok severek yapıyordu. Bir çok konuda Remzi Bey’i aratmıyordu. Telefonları bağlar, masasını siler, birçok gelen ve giden evrakları düzenler, yazışmalarını yapardı. Geçen bu süre içerisinde; Remzi Bey’in huylarında öğrenmişti. Remzi Bey’in konuşmalarından, onun özel yaşamı ile ilgili şikayetlerini duyar ve anlardı. Remzi Bey, can dostu Cengiz beyle dertleşiyordu:
“Cengiz Bey, sen ki benim can dostlarımdansın, beni yeterli derecede tanıyorsun ve durumumu da biliyorsun ben yeniden evlenmek istiyorum.” ne dersin?
“ Neden olmasın maddi durumun buna müsait.”
Konuşma iki dost arasında hoş sohbet olarak devam ediyordu. Süreyya Hanım, konuşulanlara istemeden kulak misafiri olmuştu. Remzi Bey o kadar yaşlı biri değildi. Olgundu. Bir kadını değil birkaç kadını rahatlıkla geçindirecek güce sahipti. Süreyya hanım, ”bu talihli kadın niye ben olmayayım diye düşündü.” Peki ama nasıl muaffak olabilirdi. “aşk oluverdi aşinalık” deyimi tahakkuk edecek ve kader ağını mı örecekti?
Süreyya Hanım, “Kelebekler ağlamaz” romanını okuyordu. Romanda iki genç kızın bir iş adamıyla olan kaçamak yaşamlarını anlatıyordu. Her erkekle kadın müşterek bir hayatın parçaları değiller miydi. Bir erkeği baştan çıkarmak o kadar zor değildi. Remzi Bey’in hayatının yalnızlığını yaşadığı bugünlerde; baştan çıkmasını da kolaylaştıracaktı. Hayatta; tecrübesiz olan genç kelebekler daima ağlamıştı. Benzeri akıbet; Süreyya Hanım’ın kaderi olabilir miydi?
...
Devamı var...
...
Km-110904