Büyüklerim hep
dediler ki ; Allah kullarını aç bırakmaz. Ne durumda olursanız olun, yetinmeyi
bilin. Şükretmeyi bilin. Çünkü şükürden uzak yaşayan insan elindekinin
kıymetini bilmez.
Çocukken aklımız
ermezdi tabi. Her gördüğümüzü isterdik. Nerde bir şey görsek ben de istiyorum
diye bağırırdık. Hatta isteğimizin yapılması için en büyük silahımız
gözyaşlarımızı kullanırdık.
Büyüdükçe hayatta
istediğimiz her şeyin an içinde olamayacağını anlamaya başladık. Şükretmek
nedir anladık. Ya da doğrusu anladığımızı sandık. Çünkü; bazen fark etmeden de
olsa daha fazlasını istedik. Gözümüze kakmadan biri, hatamızı anlayamadık.
Bu konuyla ilgili
bir anım var benimde. Bir anda donup kendimi dinlemeye başladığım.
Başımdan geçen olay
daha çok taze. Bugün öğlen sıralarında gerçekleşti. Şimdi size olayı aktarayım:
Okulum sebebiyle
İzmir’de yaşamaktayım. Bulunduğum yerin çok yakınında Hasan Ağa Bahçesi adında
büyük bir piknik alanı var. İnsanlar genellikle pazar günleri aileleriyle
buraya gelip hoş vakti geçiriyorlar.
Tatil sebebiyle biz
de dün gece geç uyuduk. Dolayısıyla öğlen saatlerinde kalktık. Bir arkadaşımla
kahvaltı etmek için simit-poğaça almaya çıktık. Samimi anlamda hayatımda
yediğim en güzel unlu mamülleri yapan pastaneden yiyecek bir şeyler aldık.
Bakkaldan da bir kutu meyve suyu alarak Hasan Ağa Bahçesi’ne girdik. Karnımızın
açlığından etraftaki mangal kokuları bizi çok fazla cezbetti. Geçtiğimiz her
yerden başka bir et kokusu geliyordu.
Kendimize
oturabileceğimiz bir yer bulduk. Poşetten yiyeceklerimizi çıkararak yemeye
başladık. O kadar lezzetin yanında bir yandan da hala mangal yapanları
konuşuyorduk. Önlerindeki etleri gördükçe karnımız doyarken bile içerleniyorduk.
Ne olduysa bu
içerlenmeden sonra oldu .Yaşı siz deyin beş, ben diyeyim altı olan iki çocuk
yanımızdaki çöp tenekelerimi karıştırmaya başladılar. Sırtlarında kendilerinden
büyük siyah çöp poşetleri vardı. Yaptıklarından hiçbir şey anlamıyor gibiydiler.
Durmadan para edebilecek metal ve camları arıyorlardı. Lokmam boğazımda kaldı.
Biraz önce düşündüklerim beynimi inletmeye başladı. O çocuklar en büyük
silahlarını kullansalar da ihtiyaçlarını karşılatamayacaklardı. Ama ben o yaşta
bile daha iyi imkanlarla büyüme şansına ermiştim.
Girdiğim şoktan
kurtulduğum anda, yanımızdaki fazla bardaklarla çocuklara meyve suyu vermeyi
düşündüm. Ben çocuklara seslenemeden arkadan bir ses geldi. Üç çocuk daha.
‘Gelin! Gidiyoruz! Koşun! Koşun!’ Çocuklar Noel Baba’nın sırtladığı gibi
poşetlerini sırtladılar.
Daha çocuktular,
hiçbir şeyden haberleri yoktu. Mutlu gibi bakan gözler, bir gün bunu onlara
yaşatanlara öfke kusacaktı.
İşte bu yaşadığım
olaydan sonra kendime geldim. Meyve suyundan bir yudum daha alıp, ‘‘Şükür Ya
Rabb’im ‘’ dedim.