Sevgiliye Mektuplar - Gidince
Merhaba Sevgili
Nasılsın görüşmeyeli? Bugün hangi rengindesin hayatın? Hangi şafağında?
Sonbaharın
adım adım kışa yaklaştığı şu günlerde, Ankara’nın rüzgârlı bir
sabahından yazıyorum sana bu satırları… Henüz şehrin uyanmadığı, şafağın
sökmediği saatlerden…
Biliyorum uzun zaman oldu kalemi elime
almayalı. Uzun zaman oldu satırlarımla sana ulaşmayalı. Oysa gümüşten
yağmurlar doldu, yüreğimin en ücra köşelerine… Islandım sensizlikte.
Meğer ne çok şey biriktirmişim içime… Yokluğunun acısı, günden güne
kamçılıyor yüreğimin duvarlarını ve neredeyse sessiz çığlıklarım sağır
ediyor kulaklarımı…
Söylesene sevgili… Nerde başlamıştı bizim hikâyemiz?
Sanırım
sen bir mektubunda ben buradan gidiyorum, hakkınızı helal edin
dediğinizde kıpırdanmıştı yüreğim… Sana helal edecek ne hakkım geçmişti
ki sevgili? Helal olsun dedim ama derken ciğerlerim yandı sanki. Sen
gidiyorum dediğinde; nefesim kesildi, iplik iplik damarlarım sökülüyordu
sanki… Sana gitme diyemedim… Hava soğuktu o gün, ama benim kadar
üşümüyordu Londra… Sen sanki yıllardır benimleymişsin gibi, yanımdan
ayrılıyormuşsun gibi; ayrılığın hüznünü yaşadım günlerce… Ve tek
bildiğim şeyi yaptım. Yazmak, yazmak ve hiç durmadan yazmak… Yerimde
duramıyordum, sığmıyordum içime. Aklıma, yüreğime düşen tüm sözcükleri
koşar adım paylaşmak istedim. Çünkü yüreğini duyuyordum… “Beni bul, beni
bul” diyen yüreğinin sesini…
Düşler gibi uzak görünüyordu
başlangıçta sevmeler, ama sandığımdan daha yakındın bana. Mümkün
olduğunca seni tanımaya, tanıdıkça anlamaya, anlamlandırmaya
çalışıyordum. Günde güne daha da yakınlaşıyor, tanışıyoruz derken, bir
sonbahar sabahı, bir veda cümlesi bırakmadan gittin.
Gittin… Ne
yazın, ne kışın vardı senin. Ne yerliydin bulunduğun şehirde, nede
gittiğin şehirlerde yabancı. Şehirler arıyordun kendine, şehirler
buluyordun ama yinede kendine ait bir yer bulamıyordun sevgili… Araf’da
kalmış bir halin vardı. Belkide seni oradan çıkaracak doğru kişiyi
arıyordun, doğru zamanı… Bunun üzerine çok şey birikiyor içime… “ Bir
bardak su içsem/ yaralarım dökülür diyordu.” Cemal Süreyya. Ya ben, bir
bardak su içsem; ciğerlerim dökülür sevgili... Çünkü yaktığın ateşi
söndüremiyorum… Bu yüzden bütün dinlediğim şarkılar sana çıkıyor, her
şarkıda ayrı bir anlam. Meğer ne çok şarkı severmişim ben. Bunu senin
gidişinle anladım. Her yerde senin izlerin, hala sen varsın sevgili…
Gittin…
Belki de hiç gelmemiştin bana. Ben geldiğini sanmıştım. Düşlerdeydim
belki de beni sen uyandırmıştın gidiyorum dediğinde… Oysa seninleyken
umutlardan ve düşlerden yapılmış bir yatakta yatıyordum sanki.
Düşlerimden bir yuva kuruyordum. Çocuklarımız oluyordu. Biri kız, biri
oğlan. Kızın gözleri san benziyordu, oğlanın gözleri de bana…
Gülüşlerini senden alıyordu ikisi de, tıpkı senin gibi güzel
gülüyorlardı. İçini birlikte ısıttığımız ve bacasında sevgi tüten bir
yuvamız oluyordu…
Gittin… Suskun şehirlere döndüm, bir kıyı
kasabasının yalnızlığına… Hani yaz aylarının gelmesiyle coşup taşan ve
sonra kışa doğru kendi başına kalan kıyı kasabalarına döndüm. Gelmiş ve
gidiyordun benden… Hüzünlü bir eylül, hasret kokan bir ekim kalmıştı
senden geriye… Kendi içine dönen, kendi gerçeğiyle yüzleşen ve bir düşe
inanıp, bir hayale kapılıp da yarım kalmış duyguları taşıyan insanların
dünyasına döndüm. Kendi yalnızlığıma…
Ben hesapsızca, sorgusuz
sualsiz, ön yargısız geliyordum sana. Ne yaşanacaksa, nasıl yaşanacaksa,
nerde yaşanacaksa ve sonu nereye varacaksa ve adı ne olacaksa bu
paylaşımın ben varım diyerek geliyordum sana: Hem de tüm şeffaflığımla…
Ama ben sana doğru geldikçe sen filtreler koyuyordun, hendekler
kazıyordun, duvarlar örüyordun etrafına… Bir med cezir-i yaşar gibi,
önce doldurduğun bütün boşluklarımdan şimdi birer birer çekiliyordun.
Yıllarca hüküm sürdüğüm topraklardan sürülmüş gibi hissediyordum.
Özgürlüğü elinden alınmış gibi… Bu yüzden öksüz bir çocuğun hüznüne
bürünüyorum…
İşte yokluğun; kırık dökük bir yolda, yalın ayak
yürümek bir derviş edasında… Yokluğun canını acıtan, içine düştüğüm
boşluk, yokluğun sözcüklerin tükenmesi… Yokluğun kaç bilinmeyenli
denklemin ortasına düşmek…
Bütün bu yaşananları geride bırakıp
hüzün bulutlarını aralayıp tek bir soruda takılı kalıyor aklım… Neden?
Çünkü adını koyamıyordum gidişinin… Beklide sen aşka inanmıyordun,
kimbilir… Kalıplaşmış, kurallı düşlerin vardı senin. Söylediklerinle
davranışların tamamlamıyordu birbirini… Sözlerinin hükmünü yine sen
siliyordun… Beni bırakman değilde, daha çok kendine yalan söylemen
yaralıyor beni…
Ne zaman sevsem bu ülkede, hep bir yanım eksik
kalıyor. Elbette alışacağım, elbette saracağım kendi başıma yaralarımı,
tıpkı daha önce sardığım gibi. Bunu da öğreniriz elbette, gururla ve
onurla bir aşk yarasını yürekte taşımasını… İşte bu yüzden kaçıyorum bu
ülkeden ne zaman sevme ülküsüne kapılsam sürekli yaralıyor, acıtıyorlar
yüreğimi…
Şafak kirini soyuyor gecenin,
Oysa ben soyamadım, temizleyemedim ruhumu…
Gözlerimde espiyonaj bir korku…
Susamışım adın kurumuş dudaklarımda
Karışan
kavramlar arasında, kavga eden sözcükler, hayal kırıklıkları, yorulmuş
bir zihin, yorulmuş bir yürek ve yorulmuş bir aşk. Zamanın ruhu mu böyle
sevgili? Yoksa biz mi beceremedik zamana ayak uydurmasını…
Gittin…
Yetim kaldı sevdam. Suskunluğun incitti ruhumu… Fakat ne zaman aklıma
gelsen, içimde bazı başıboş duyguların, bir kırlangıç sürüsü gibi,
sessizce ve hızla, bu sıcak hayale doğru akmaya başladığını seziyorum…
Her
şeye rağmen sen kal ben gideyim demek isterdim ama bunu söyleyemedim
bile… O kadar hukukumuz yokmuş meğer… Şimdi gitme zamanı bende, sıra
bana geldi galiba…
Bugün hüzünle ayrılıyorum ülkenden. Uçağın
kanadına takıyorum hüzünlerimi… Gözyaşlarım bulutlara dönüşüyor ve ben
giderken sağanak sağanak rahmet düşüyor senin şehrine… MFÖ çalıyor… “Bu
sabah yağmur var İstanbul’da/ Gözlerim dolu dolu oluyor bilinmezliğe…
Beni
dinleme nezaketine, katlandığın için teşekkür ediyorum… Sen her şeye
rağmen mutlu ol sevgili… Ben gidince, sen mutlu ol sevgili… Ben gidince
mutlu olur musun sevgili?
Doğan ORMANKIRAN
(
Sevgiliye Mektuplar - Gidince başlıklı yazı
ScarletFALCON tarafından
8.05.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.