Annemin dayısının ,
köyde bir çiftlikte yaşadığını işitmiştim,fakat
görmemiştim,babam memur olduğu halde gezmeyi ve tabiatla baş başa olmayı çok seven birisi
olduğundan ilk fırsatta bizi götürür diye senelerce bekledik, ama yakın
mesirelerde yıllarca oyalandık, gidemedik.
Babam o sene Mayıs ayı ortalarında bir
gün -bu defa uzun bir yolculuğa hazırlanın,
dayıya gidiyoruz! deyince
herkeste bir telaş başladı. (Annemin
dayısı olduğu halde hepimiz dayı diyorduk, hatta köyde de Muhtar dayı
diyorlarmış.)
Hiç görmediğimiz
bir yere gidecek ve akrabamız oldukları halde şimdiye kadar
tanışamadığımız kişilerle görüşecektik,
o güne kadar dayımın çiftliği ve ailesi hakkında çok şeyler konuşulmuştu
ama bunlar rüya gibi geliyordu bize.
Nihayet rüyamız hakikat oldu, epey uzun ve
yorucu bir yolculuk sonrası vasıl
olduğumuz köy hakikaten görülmeye değer güzellikte idi.
Köye girerken bahçeler ortasında beyaz badanalı bir değirmen
ve içinde ördek ve kazların yüzdüğü bir dere karşıladı bizi, kenarda
yavrularını peşine takmış dolaşan kaz ve ördekler, o senelerde en kullanışlı
nakil aracı olduğu halde mahdut sayıda
olan, yaylı arabamızdan ürkerek sağa sola kaçıştılar, rengarenk çiçeklerle bezenmiş yemyeşil çayırı geçerek
köye girdik, köy korucusu olduğunu sonradan öğrendiğim, uzun namlulu silah
taşıyan, bir amcanın tarif ettiği yoldan çiftliğe ulaştık.
Çiftlik çam ormanı ile kaplı bir tepenin eteğinden dereye kadar uzanan düz bir araziye yayılmış
binalardan ve ufuk çizgisinde biten tarlalardan oluşuyordu, etrafı sur gibi
oldukça yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun çok büyük kapısı önünde durduk,
geldiğimizi korucudan öğrenen kâhya , kapıda karşılayıp dayımın avda olduğunu, bizim girip istirahat etmemizi
söyleyince araba ile avluya daldık, kocaman bir köpek havlayarak hücum ediyor ama zincirle bağlı olduğu için yaklaşamıyordu. Karşımızda
3 katlı şahane bir konak, solunda bitişik tek katlı şirin bir misafir
evi vardı, giriş kapısının sağında ahır ve samanlıklar, solunda ise 2 katlı zahire ambarları yer alıyordu.
Misafir evinin önünde duran arabadan eşyaları indirdik,
yardıma gelen yengem, gelinler, kızlar ve çocuklarla içeri taşıdık, tanışma
faslından sonra getirdiğimiz hediyelerin dağıtımına geçildi, neler getirdiğimizi ancak o zaman öğrendim, kumaşlar, kadifeler, basmalar, gömleklerden
akide şekeri , kuru yemiş ve oyuncağa
kadar her şey yaş ve cinsiyete
göre tevzi edildi, bir bayram havası hakim oldu eve, herkesin
biribirlerine anlatacak
neleri varmış meğer, birkaç saat süren bu curcuna, dayım ve oğulları avdan dönüp avluya
girince, yerini koşuşma ve sessizliğe
terk etti, küçükler odalarına çekildi,
yengem ve gelinler av torbalarını
mutfağa taşırken dayımın iki adamı av köpeklerini ve tüfekleri alıp gittiler.
Dayım orta boylu biraz topluca, gömleğinin üst düğmeleri
açık, kıllı göğüslü, pehlivan yapılı, güleç yüzüne rağmen otoriter bakışlı, ama sevimli biri idi, iki oğlu da
yanık tenli , zıpkın gibi delikanlılardı,gelişimiz onları çok
memnun etmişti,sohbetin koyulaştığı bir anda mükellef bir sofra geldi ortaya, neler yoktu ki ? Hadi Tosunum
denilen mercimekli bir tür börekten manda kaymağına kadar- kuş sütü
hariç-gelenleri nefis bir çay ve ayran eşliğinde tüketirken şehirdeki
akrabaların ahvalinden av hikâyelerine kadar her şey konuşuldu.
Yemek sonrası çay-kahve faslı ve sohbet pek uzun sürmedi, dayımlar av , biz de
yolculuk sebebiyle yorgun olduğumuz için erkenden odalarımıza
çekildik,minderler ve yataklar kuş tüyleri ile doldurulduğundan mı , yoksa
yorgunluğun etkisiyle mi bilmem, hiç
yadırgamadan hemen uyuduk ve temiz havanın etkisiyle sabahleyin erkenden
uyandık. Gece serbest bırakılan köpek
sabahleyin bağlandığı için annemle avluda keşfe çıktık, avluya ilk
girdiğimiz zaman karşımızdaki şahane konağın sağında olan harap bir bina kalıntısı ile çökmeğe yüz tutmuş bacayı fark etmiştim,
iyi bir usta elinden çıktığı ilk bakışta fark edilen binaların manzarasını
bozan bu enkazın ne olduğunu
merak etmeme rağmen o hay huy arasında soramamıştım, annemi o tarafa
çekip sordum, bu enkaz niye kalmış ?
-Sakın dayının yanında bundan bahsetme! deyince iyice meraklandım,
avludaki bankoya benzetilmiş büyükçe bir kütüğün üzerine
oturduk, annem anlatmağa başladı:
- Oğlum ! Yunan işgali sırasında dayım dahil bütün eli silah
tutanlar askere alınmış, Yunan askerleri
Kütahyaya , hatta bu köye kadar gelmişler,daha önce dayımın seyisliğini yapan ,onun ekmeğiyle büyüyen, bir rum genci – o senelerde Kütahyada çok sayıda
rum ve ermeni ikamet etmekte ve bunlar
inşaatçılıktan terziliğe kadar birçok işkollarında çalışmakta idi- dayımın çok
güzel bir atı ve eşi olduğunu ve zenginliğini yakındaki
karakol komutanına ihbar etmiş,
yanına birkaç asker alan subay evi basmış, avludaki köpek zincirini
kopararak saldırmış ve biraz oyalamış ama köpeği öldürmüşler , bu fırsattan
istifade eden yengem mutfaktaki bacaya tırmanarak saklanmış, gelenler
yengemi bulamayınca civarda nam salmış
at ile bazı kıymetli eşyaları,
götürebildikleri birkaç kuzuyu alarak gitmişler,onlar gidinceye kadar bacanın
içinde ecel terleri döken yengem ,merak
edip gelen komşuların şaşkın bakışları arasında bacadan inmiş, ama zavallı
olaydan sonra ancak birkaç gün
yaşayabilmiş ve vefat etmiş. Savaş bitinceye kadar olayı dayıma duyurmamışlar , dönüşünde her şeyi öğrenen
dayım muhbir rumu aramış ,işgal
kuvvetlerinin peşinden gittiği için intikam alamamış, fakat konağı yaptırırken eşinin saklandığı bu
bacayı ,anısına hürmeten muhafaza edip
yıktırmamış, şimdiki yengen dayımın
ikinci hanımıdır,diye anlattı.
İşgal
kuvvetlerinin buna benzer birçok
zararlar verdiklerini, geceleri devriye gezdikleri ve baskın ihtimalinden
korktuklarından , gaz yağı
buhranına rağmen, her
sokağın fenerlerle aydınlatılması için
mahalle sakinlerine baskı yaptıklarını, yiyecek sıkıntısı çeken halktan
tavuk, yumurta vs. istediklerini, göz dağı vermek veya para sızdırmak için
gözüne kestirdikleri kişileri karakola çekerek eza cefa ettiklerini, ambarlara, sürülere el koyduklarını, yakıp
yıktıklarını, kadınlara kızlara
sarkıntılık ettiklerini , Allahın lûtfü
ile silahsız , aç, fakat imanlı Türk
halkının, büyük kumandan Atatürkün önderliğinde, bu belayı defettiğini ,hainlerin kaçarken bile birçok köy ve ormanı
yaktıklarını, yıllardır beraber yaşadıkları rum ve ermenilerin de işbirliği yaparak bu kötülüklere ortak olduklarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı.
Bu olaydan sonra , ne zaman bu acı anılar yüklü mutfağın önünden geçersem
rahmetli yengemin ruhuna Fatiha yollamayı
ve işgal kuvvetlerini, onlara yardım eden, yıllarca bağrımızda
beslediğimiz, hainleri lanetlemeyi hiç ihmal etmedim. Allah o günleri bu millete
bir daha göstermesin.