Tıraşlı çenesini bir elinin tersine yaslamış oturuyordu yaşlı adam.
Zaman tünelinin çetrefilli yollarında maziyi temaşa ederken kimi hüzünle eriyor, kimi gülümsüyordu.
Sevineceği yerde üzüldüğünü, hüzünleneceği yerde gülümsediğini fark ettiğinde garipsedi bir anda, nedendi?
Sanki bir ağustos sıcağında, köknar ağaçlarının kaba gölgesinde serinlenircesine yaslanıyor, ayrılmak istemiyor; kimi kuzeyin sert poyrazında savrulup, kaybolmak istiyordu.
Kimi mahşerde çocuklarından kaçmak isteyen ebeveyn gibi saklanmak; kimi annesinin göksüne sokulan bir bebek gibi bir yerlere sığınmak istiyordu. Biryandan klavyesinde gezinen bir elinin yorgun parmaklarıyla isteksiz, yazıyordu.
Arada, Allahın yarattığı sarı yapraklı o güzel tütün bitkisinin birilerince zehir olarak sunduğu beyaz silindirden bir nefes çekiyor ve nefsini lanetliyordu. Büyük bir pişmanlık içinde börtmüş ciğerlerini dolduran dumanın, beyin hücrelerini uyuşturduğunu hissediyor; esaretinden nadim, şaşkın, düşünüyordu.
Yaşam denen, sonsuzluk içersinde mikro saliselerden de küçük, dar zaman aralığına sıkışmış kalmıştı. Bir iç hesaplaşma mı idi yaptığı, yoksa anıları yeniden yaşamak mı?
Nereden gelmiş, nereye gidecekti? Biz zamanın öncesini bilemezken, sonrasına acınıyordu; Heyhat faniydi. O şimdi küçücük elleriyle tutunduğu babasının parmaklarını arıyor, bir türlü hissedemediği anne şefkatini özlüyordu.
O şefkat arayışı değimliydi karşı cinslere duyduğu ilgi; o değimliydi –içini kemiren- sinsi sinsi? İblise yol, nefsine yön vermemiş miydi bu duyguları; pişmandı, tövbekârdı. Biliyordu, İslam’da günah çıkartmak yoktu, yasaktı; ama vicdani sorumluluğu bu muhasebeyi yapmağa zorluyordu.
Kurumuş göz pınarlarından çıkmıyordu gözyaşı, içine akıyordu.
Sevda hiç eksik değildi yüreğinde, olmadı, olmamıştı; onlarca sevda ateşiyle tutuşmuş, hepsi sönüp küllenmişti. Arada, bir meltem esiyor kıvılcımlanıyordu, ama sönüyordu.
Oysa sönmeyen bir sevda vardı içinde, oysa sönmeyen bir aşk; sönmezdi, sönemezdi. Gökyüzünün tüm bulutları toplansa sağanak sağanak dökse gözyaşını; yeryüzü su kussa da yine söndüremezdi. O Yaratana âşıktı, cananı Allah’tı.
Bu bir İlahi aşktı.
17.Haziran.2012 12.10
Ahmet İDRİSOĞLU