Koşuyor bir tren,
sıcaktan patlamış vagonlarıyla
uçsuz bucaksız, engin ovaların bağrında;
koşuyor hiç bitmeyen bir yolun
yolcusu olduğunu bile bile…
Gidiyor bir çocuk,
trenle yaşadığı ilk yolculuğun mutluğu yüzünde,
ellerinde ovanın yemyeşil ağaçları,
gözlerinde güneşin sarı sıcağı;
çıkarmış kasketini camdan dışarı
gökten kopup gelen mavilikleri yakalıyor…
Seviyor bir yürek,
kaybettiği sevdasını koyun otlatan çobanlara soruyor,
uçan kuşlara pencereden el sallıyor,
bir yaprak alıyor hatırası kalsın diye;
yakıyor bir cigara, yeni açtığı Bafra cigarasından,
çekiyor bütün nefesleri vagona dolan rüzgar hırsızı…
Gülüyor bir bebek,
annesinin ak bereketini belli ki eğlence görüyor,
emdikçe gülüyor, güldükçe emiyor;
arada bir dalıyor uykuya annesinden gelen rehavetle
sonra uyanıyor aniden
dillendiremediği kelimelerini
avazıyla konuşturuyor penceren akıp giden telefon direklerine…
Kızıyor bir surat,
elinde yasal kalemi,
başında devletlü kasketiyle
bilet kesiyor.
Sanırsın ki haşmetli padişah
ferman yazıyor…
Ovalardan akıp gelen
yıllanmış demir yığını
işte böylece hayatlar taşıyor.
Kim bilir o hayatlarla birlikte
neler yaşıyor…