Tibet
munçağının Hani adında bir papağanı vardı.
Munçak, Hani’yi
satmak istiyordu fakat kimse Hani’yi almaya yanaşmıyordu. İşte, az önce tavşanın biri Hani’yi satın
almak istemiş ama
Hani olur olmaz yerde söze karışarak bu
satışı engellemişti. Tavşan gittikten sonra, onların
arasında şu konuşma
geçti:
“
Kızma be Munçak..Ne olmuş yani iki çift
de söz biz ettiysek. Ben sadece kendimi tanıtmaya çalıştım. Bunun için çeşitli
konularda fikir ileri sürüp, yorum yaptım. Kime ne zararı var benim
fikirlerimin. Beyinsel fonksiyonlarımın bir ürünü bu fikirler, yani işleyen
beyin fikir üretiyor, fikir söz şeklinde ağızdan çıkıyor. Hem tavşan beni beğenmediğinden
değil, seninle olmam çok daha faydalı olacağı için, beni satın almadı ve tavşan
beni satın almadı diye bana kızmak hakkına sahip değilsin. “
Bunun
üzerine Munçak, Hani’nin bulunduğu kafese
sarıldı:
“
Canım Hani, seni satmak benim zoruma gitmiyor
mu sanıyorsun? Yüreğim parçalansa da seni
satmaya mecburum. Tavşan çok zengindi, süper para teklif etti. Bir ev alır,
içini dayar döşer, kalanla iş kurardım, hayatım kurtulurdu. Keşke her söze limon sıkıp
tavşanı vazgeçirmeseydin. “
“
Tamam, Munçak. Beni sevdiğini ispatladın.
Şimdi bir adım geriye git de, havasız kalmaktan kurtulayım. İki adım demedim
yakışıklı geyik, bir adım dedim. Bir adım ileri gelirsen söyleyeceklerimi daha
yakından dinlemek ve daha iyi anlamak şansına kavuşursun. Eee ne diyordun, beni
satıp dayalı - döşeli ev alıyordun, iş kuruyordun. Ya ben ne oluyorum?
“
“
Ne demek, ben ne oluyorum? Sen zengin birinin yanına gidiyorsun ve lüks içinde yaşıyorsun. Yeni sahibin
belki seni altın bir kafese koyar. Hayatın değişir, gerçek mutluluk neymiş
öğrenirsin. “
“
Altın kafes ve gerçek mutluluk. Altın
kafesi anladım da, gerçek mutluluk ne demekmiş? Şu mutluluk denen olgunun
gerçeği nasıl oluyor? “
“
Bak Hani, şimdiye kadar sevinçli olduğumuz, mutlu olduğumuz zamanlar vardı. Arada mutsuz
olduğumuz durumlar da bulunuyor. Bazen ne mutluluğu, ne mutsuzluğu düşünmeden
yaşarız. İşte, bu mutluluk hayali mutluluktur;
bir görünür, bir yok olur. Gerçek mutluluk ise, süregelir yani hep mutlu
olursun. “
“
Zengin tavşan beni almış olsaydı, altın kafese koymuş olsaydı, en güzel
yiyeceklerle besleseydi gerçek mutluluk neymiş öğrenemezdim, çünkü sen yanımda
yoksun diye mutsuz olurdum. “
Hani’nin
böyle konuşması üzerine Munçak derinden etkilendi. İçi cız etti. Onu satarsam mutsuz
olacak, diye düşündü. Satmasa ne
kaybederdi? Yatacak yeri vardı. Yiyecek, içecek ormanda
boldu. Hem Hani gibi bir dostu arasan bulamazdın. Söyledikleri ise, yabana atılır cinsten değildi. Anlayana çok şey
öğretirdi. Munçak, seni satmaktan
vazgeçtim deyince Hani bir sevindi, bir sevindi ki, sormayın.
Aradan
aylar geçti. Sonbaharın son günleriydi.
Havalar soğumaya başlamıştı. Tibet Dağları’nda
yaşayan geyiklerin bölge temsilcilerinin toplanıp, kış için gerekli
hazırlıkları konuşacakları gün gelmişti. Toplantı alanına geyikler üçlü gruplar
halinde
geliyordu. Munçak ise, Hani’yi mağarada
bırakmıştı. İki arkadaşıyla birlikte toplantı alanına gelince geyiklerin sevgi
gösterisiyle karşılandı. Munçak biraz sonra toplantı başkanlığı için aday
olduğunu açıkladı.
Hani
mağaranın dışında gürültüler duydu. Kulak
kabarttı. Pek çok ayak sesi gittikçe yakınlaştı ve duruldu. Artık tek bir ses
duyuluyordu. O da, bir insan sesiydi. Ses özet olarak, geyiklerin yaptıkları
toplantının basılacağını ve bütün geyiklerin kurşunlanacağını söylüyordu.
Gelenler,
yarım saat sonra gidince, Hani toparlandı. Bunlar kötü insanlardı. Bir katliam yapacaklardı. Oysa Munçak giderken
neşeliydi. Başkan seçilirim diyordu.
Munçak ölmemeliydi, hiçbir geyik ölmemeliydi. Yazıktı
onlara. Katliam olmayacaktı. Kafesten çıkar, uçarak gider, duyduklarını söyler,
onları kurtarırdı.
Hani
çok uğraştı demir kafesin kilidini kırmak
için. Kanatlanıp kanatlanıp kafesi taş duvara çarptı. Her tarafı yara-bere
içinde kaldı. Tüyleri birer birer kopup yere düşüyordu.
Hani’nin
bu inanılmaz güç gösterisine kilit dayanamadı ve kırıldı. Hani kafesten fırlayıp, mağaranın dışına çıktı. Fakat Hani bir türlü uçmayı başaramadı. Yardıma koşamadı. Bunda Hani’nin kafeste
doğup büyümesinin rolü vardı. Zaten Hani hayatı
boyunca hiç uçmamıştı. Kötü insanların yaptığı katliam korkunç oldu. Geyiklerin
çoğu toplantı alanında can verdi. Sadece Munçak ve dört Barasinga geyiği
kurtulmayı başardı.
Munçak,
Barasinga geyikleriyle birlikte, mağaraya
geldiğinde Hani’yi bulamadı. Demir kafes yerde, kilidi kırılmış, mağara
Hani’nin güzelim tüyleriyle doluydu. Munçak dışarı çıkınca ayak izlerini fark
etti. İnsanların ayak izlerini. Oysa bu izler mağarada yoktu. İzler aşağıdan
geliyor, toplantı alanına doğru gidiyordu. Demek ki, insanlar burada mola
vermişlerdi ve Hani konuşmaları duyup yardıma gelmek amacıyla kafesin kilidini
zorlukla kırmıştı. Hani uçamazdı, yardıma gelemezdi, o zaman neredeydi? Munçak
önce Hani’yi bulacak ve sonra başarılması olanaksız gibi görünen planını
uygulayıp, tam toplantı başkanı seçildiği anda ortalığı kan gölüne çeviren,
masum geyikleri katleden insanları cezalandıracaktı. Munçak, ayak
izlerini takip ederek, Hani’yi buldu. Zaten fazla uzağa gidememiş, biraz ilerdeki çalıların dibinde baygın
yatıyordu. Yaraları sarıldıktan sonra mağaraya bırakıldı.
Munçak
ve Barasinga geyikleri gece yarısı toplantı
alanını rahatça görebilecekleri bir tepeye çıkarak durum değerlendirmesi
yaptılar. İnsanlar, çadırlarda uyuyorlardı. Sadece üç nöbetçi bırakmışlardı.
Munçak işin bu gece bitmesini istiyordu. Fakat Barasinga geyikleri yarın öğle
vakti, gündüz gözüyle diyorlardı. Munçak, onlarla fazla tartışmadı. Tamam,
sizin dediğiniz olsun, diyerek sözü bağladı. Daha sonra geyikler bir mağaraya
girip yattılar. Barasinga geyikleri uyur, Munçak uyumazdı. Sessizce mağaradan
çıkarak, toplantı alanına geldi. Nöbetçileri kollayarak çadırlara yaklaştı.
Üstün koku alma gücünü kullanarak cephanelik çadırını buldu. Kapıdaki nöbetçiyi
bayıltarak çadıra girdi. Dinamit dolu çantayla bir kutu kibrit alarak kaçtı. Munçak tepeye çıktı. Oradaki gölün toplantı alanına bakan
yamaçlarındaki kayaların arasına dinamitleri yerleştirdi ve fitili ateşledi.
Biraz sonra patlayan dinamitler büyük kaya parçalarını ve tonlarca suyu
toplantı alanına indirdi.
Munçak
sabah olunca toplantı alanına şöyle bir baktı. Çadırlar yoktu, ortalıkta insan görünmüyordu.
İnsanların hepsi ölmüş müydü? Sağ kalanlar varsa garanti peşine düşeceklerdi. O zaman
Barasinga geyiklerini yanına alarak tepenin arkasındaki bataklığa sığınacaktı.
Munçak,
Barasinga geyiklerini mağarada buldu.
Onlar, gece yarısı yer sarsıntısı olduğunu zannetmişler ve dışarı
çıkmamışlardı. Olanları Munçak’tan dinleyince çok kızdılar. Dördü birlik olup
Munçak’ın üstüne yürüdüler. Munçak mağaradan kendini dışarı zor attı.
Barasingalar, laf anlamıyordu. Amaç, hunharca öldürülen geyiklerin intikamını almak
değil miydi? İşte, intikam alınmıştı. Bu nefret nedendi? Gündüz gözüyle zaten
bir şey yapılamazdı. Barasingaların belli bir planı yoktu. Güpegündüz eli
silahlı onca insanın üstüne tekme-yumruk yürüyemezdin ya. Bol bol yiyip, bel bel bakınmakla intikam alınamazdı. Masum
geyiklerin kanı yerde kalırdı. Birbiri ardınca patlayan silahlar anlamsız
tartışmaya son verdi. Munçak ve Barasingalar, hızla tepeyi aşıp, bataklığa doğru kaçtılar. Peşlerinde büyük
patlamadan sağ kalan üç insan vardı. Gözleri dönmüş, acımasız, katil
ruhlu insanlardı.
Bataklıkta Munçak’
Aradan
altı ay geçti. İnsanlar gitmiş, olanlar
unutulmuştu. Papağan Hani iyileşmiş, uçmayı öğrenmişti. Munçak’ı arıyordu,
neredeydi Munçak? Hani, bir gün bataklıktaki
ağaçların birinin üstünde dinleniyordu. Uzaklarda bir geyik gördü. İster misin
bu Munçak olsundu? Hani, heyecan içindeydi, yakındaki bir ağaca kondu. Artık
emindi, Munçak karşısındaydı. Hani, sevinç çığlıkları
atarak, Munçak’la kucaklaştı. Munçak ise, Hani’ye hiç beklemediği bir anda
kavuşmuştu. Olanı, biteni anlattı. Barasingalar tarafından bataklığa itildikten
sonra hayattan ümit kestiğini söyledi. Bunun üzerine Hani:
“
Peki, nasıl kurtuldun? “ diye sordu.
Munçak:
“
Kurtulmadım, kurtarıldım…” dedi.
“
Seni kim kurtardı? “
“
Su yılanı Rave. Dört metre boyunda, iri
bir su yılanı. Beni yeniden hayata döndürdü. Onunla çok iyi arkadaş olduk.
Güçlü bir karakter yapısına ve sağlam bir iradeye sahip. Ağzından kırıcı söz
duyamazsın, yalan söylemez, kötülük bilmez. “
“
Rave şimdi nerede? “
“
Buralardadır. Bazen benden ayrılır, şöyle
bir dolaşıp geleyim, der gider. İki, üç saat ortada görünmez. Nereye gider, ne
yapar bilmem. “
“
Sorsan ya, arkadaş neredeydin, diye. “
“
O kadarı da fazla. Özel hayatına
karışamam. Dostları, arkadaşları vardır, onların yanına gidiyordur. Herhalde
bütün zamanını bana ayıracak değildi. “
“
Gel Munçak, takip edelim şu Rave’yi.
Bakalım nerelere gidiyor, neler yapıyor? “
“
Takip edelim de, ayıp etmiş olmaz mıyız?
Belki bizim bilmememiz gereken durumlar vardır. Hem Rave, takip edildiğini fark
ederse bize kızabilir. “
“
Kızmaz, kızmaz. Yardıma ihtiyacı olabilir
Rave’nin, ama bunu sana söyleyememiştir. Aniden ortaya çıkarız, Rave sevinir.
Eğer yanlış yapmışsak suç benim, seni ben zorladım. Sen beni kırmamak için, bu
işe girdin. Tamam mı? “
“
Tamam değil. Senin önsezilerine
güvenirim. Boşuna konuşmazsın. Macera olsun diye hiçbir işe kalkışmazsın. Garanti Rave’nin
yardıma ihtiyacı vardır. Dikkat ediyorum
da, son günlerde daha az konuşur oldu. Gittiği yerden dönünce hep düşünceli
oluyor, dalıp gidiyor. Ben konuşuyorum, o dinliyor. Aradan birkaç saat geçmeden
kendine gelemiyor. Rave’yi takip ederiz ama bir şartla: Yanlışa düşersek suç
ikimizin olur. “
“
Aslanım Munçak, seni seviyorum, şartını
kabul ediyorum. “
Munçak
daha sonra hayatını borçlu olduğu su
yılanı Rave’yi Hani ile tanıştırdı. Hani ilk anda çekindi Rave’den.
‘
Ne kadar kocamanmış. Falso yaparsak ve
bir kızarsa yutar beni bu Rave ‘ diye düşündü. Plan, kusursuz olmalıydı. Rave
hiçbir şeyin farkına varmamalıydı. Kolay değildi, Munçak ölümden dönmüştü. Daha
tam olarak toparlanamamıştı. O, bataklıkta kısılıp kalacak bir geyik olamazdı.
Bataklıktaki yaşam eski Munçak’tan pek çok şeyi alıp götürmüştü. Yürümesi yavaşlamıştı, hızlı
koşamıyordu. Neredeydi
o rüzgârla yarışan geyik? Zayıflamıştı
azıcık, eskisi gibi heybetli değildi. Ayrıca boynuzunun biri ortadan kırıktı.
Munçak, Barasingalar mağarada kendisine saldırdığında boynuzunun kırıldığını
söylemişti. Munçak’ı bu işe fazla karıştırmadan Rave’nin durumunu araştırmalı,
yardıma ihtiyacı varsa yardım etmeli, Munçak’ın Rave’ye can borcu ödenmeli ve
Munçak’ı bataklıktan kurtarıp ormana götürmeliydi. İşte, o zaman Munçak
yine rüzgârla yarışırdı. Eğer Munçak
isterse, yeniden bir kafese girer, Munçak’ın onu iyi bir fiyata satmasını
beklerdi. Yeter ki, Munçak bataklıktan kurtulsundu. Arkadaşlık dediğin böyle
olurdu.
Bir
gün Hani başının ağrıdığını söyleyerek bataklıktaki mağarada kaldı. Munçak ile Rave
gezmeye çıktılar. Bir saat sonra Rave,
şöyle bir dolaşıp geleyim, dedi ve Munçak’tan ayrıldı. Rave bataklık suyuna
girdi ve yüzmeye başladı. Hani ise, gökyüzünde yükseklerde uçarak, Rave’yi
izliyordu. O, bugün Rave’nin nereye gittiğini, ne yaptığını öğrenmeye
kararlıydı.
Rave
uzun süre yüzdükten sonra küçük bir adaya çıktı.
Yanına kendi kadar bir su yılanı ve on tane yavru su yılanı geldi. İki saate
yakın onların yanında kalan Rave, daha sonra geldiği yoldan Munçak’ı bıraktığı
yere doğru yüzmeye başladı. Hani, Rave’den önce, Munçak’ı buldu. Olanları
anlattı. Her şey apaçık ortadaydı. Rave eşini ve yavrularını görmeye gidiyordu.
Munçak,
Rave gelince, artık ormana gitmek
istediğini, ormanı özlediğini söyledi. Rave ısrar etti Munçak’a kal
diye ama Munçak, kesin kararını
verdiğini, gideceğini, ara sıra ziyarete geleceğini söyledi. Daha sonra Munçak
ile Hani, Rave’ye bol şans dileyerek ayrıldılar. Munçak ormanda birkaç ayda
kendine geldi. Güçlendi. Hızlı koşmaya başladı. Hem öyle hızlı koşmaya başladı
ki, Hani uçarak O’nu geçmekte zorlanıyordu.
Yazan
: Serdar Yıldırım