"Hayat acı vericidir, hayat korku doludur ve insanoğlu mutsuzdur. İnsanoğlu hayatı seviyor. Acıyı ve korkuyu sevdiği için hayatı seviyor. Yaşamak acı ve korkunun karşılığında verilmiştir bize. En büyük aldanmamız budur. İnsanoğlu benliğini henüz bulamamıştır. Onun için yaşamak ya da ölmek fark etmeyecektir."

Ecinniler - Dostoyevski

 



           İçimde ki ‘gitmek’ arzusuyla’ şehvetleşmiş ve hırçın hırçın yazacaktım. Kıyamadım yine. Ona bağırmaya, kızmaya… Yandım yine yandım. Bana gülse gülse bir gün güler, geri kalan 364 günde çektirirdi. Nasıl olurdu da kıyamazdım hala. Sonra kalbimin lisanını öğrendim. Bir eylül akşamıydı oturdum dinledim. Yürek lisanında adı aşkmış. Fani dünyada olmazmış meşk, vuslat…

 

Gözüme ilişen bir yerde okumuştum. Meşk’in aşka kavuşmak olduğunu yazıyordu. 

Aşkı ararken sorduğum tek soruydu.

Önce “Aşk nedir?” dedim kendime? Demez olaydım…

Bir insana, duyulan hoşlantı duygusunun verdiği acı haz mı? 
Yoksa dedim, kendi kendiliğine öyle mızraba vurup söylenmek mi?
Gökyüzündeki yıldızlara ‘bu sana’ - ‘bu bana’ demek mi?
Bir daha birini sev(e)memek mi?
Dert miydi? Gam mıydı?
Neydi bu aşk? 
Kaç paraydı?
Nerede satılırdı? 
Kimlerde olurdu?

 

 

Sonra bulamadım. İbrahim’in kıssası gibi… İbrahim’in Rabbini arayışı gibi…

(En'am Suresi'ndeki Hz. İbrahim kıssası hepimizce malum)

İbrahim derin düşüncelere dalmış ve düşüncelerle akşamı etmiş, artık gökyüzünde yıldızlar seçiliyordu. Ne kadar güzel görünüyorlardı. İbrahim’in yüreği sevgiyle doldu, hayranlıkla:

“–Herhalde yaratıcımız bunlardır” dedi. Sonra düşünmeye devam etti. Peki, bunlar yaratıcı ise; gündüzleri nereye savuşup gidiyorlardı? İbrahim, yıldızların yaratıcı olabileceği düşüncesini kafasından çabucak attı. Ve biliyordu yaratıcısı yıldızlar değildi.



Ben de gözlerin dedim aşka. Beni benden alan onlar olmalıydı. Gün batımından sonra denize vuran yakamozun ışığında hayal ettiğim gözlerin aşk olmalıydı. Gözlerindeki sesi duyar mıydım hep? Kim bilir? Beklide… Ama değildi. Çünkü gözlerin ağlıyordu. Ve aşk ağlatmamalıydı, aşkın olduğu yerde ağlanmamalıydı. Benim aşkım gözlerin olamazdı.



Sonra gecenin ortasında parlayan dolunayı düşündü İbrahim. “Yoksa rabbim bu mu?” diye içinden geçirdi. İbrahim Rabbinin Ay olduğunu söylüyordu. Hz İbrahim, bir arayış içinde tefekkür halindeyken, Ay’ın ışığından o kadar etkilendi ki işte benim Rabbim dedi. Benim Rabbim Ay olmalı… İbrahim’in Rabbi Ay değildi. Bu düşüncesini de beğenmedi… Bir cevap bulamamak onu çıldırtıyordu.



Tuttum o güzel yüzünü aşk eyledim ben de. Gözlerin vardı yosun tadında, içinde boğulduğum gözlerin… Kirpiklerin kaşına değiyordu çatık çatık. Bir vapur yolcusuydum siluetinde. Ne olduysa yıkıldı siluetin. Gülmedin uzun zamandır. Limandan demir attık ama meçhuldü yüzünün solgunluğu… Aşk yüzün değildi. Aşk solmazdı. Solduramazdı. Solgun solgun sevemezdi kimse… Yoksa Nemrud’un ta kendisi olurdu.



Gökyüzünde sabahın habercisi belirdi, ince bir çizgi… Çizgi sonra genişledi, genişledi. Havanın karanlığı yok oluyordu. Daha sonra güneş iyice görünmeye başladı. Derken dağların tepelerinden, parıltısıyla gözleri alan pırıl pırıl bir güneş yükselmeye başladı. Güneş’in o müthiş sıcaklığını, ilk doğduğu andan verdiği güzellikle İbrahim, “Galiba yaratıcım bu” dedi. Fakat biraz daha düşününce Güneş de içine sinmedi. Bunun da diğerlerinden farkı yoktu. İbrahim’in Rabbi büyüktü. Yüceydi. Güneş elbette olamazdı.



Yoruluyordum artık aşkı aramaktan. Seviyorken seni delicesine, sende ki o aşkın adını bulamamak da beni çıldırtıyordu. Bir çaresi olmalıydı. Beni sana âşık eden bir şeyler vardı. Ama ne? Aşkın bir adı daha olmalıydı. Seni hücre hücre severken bir yol eylemeliydi kelimeler. Adı olmalıydı. Ama bilirim, bilirim ki adı yok bu aşkın…



İbrahim Rabbini bulmuştu. Tefekkür halinden niyaz etti meşke. Hz. İbrahim nazarını Semaya çevirdi ve Rabbini buldu. Onun Rabbi, güneşin, yıldızın ve ayın yaratıcısıydı. Yerin göğün yaratıcısıydı Rabbi. İbrahim’in kalbi huzura erdi…

 



Aşk bir şekilde çıkıyordu karşına.  Adı olsun ya da olmasın. Ama seni tatmin etmiyor ve başka duygulara yöneltiyordu. Bu benim aşkım değil, bu benim duygum değil, bu benim kaderim değil diyordun.  Kurtuluşu olmuyordu aşk ile şehvetin. Alıkoyamıyordu insan yaşadığı duygulara. Ve İbrahim kadar başarılı da olamıyordu. Olamazdı da. İbrahim bir peygamberdi. Ve Rabbi onu çok seviyordu ki ateşte yakmadı.


İnsan sadece aşkı yaşayan bir ölümlüydü. O ancak kendini sıyırabilirdi, Nemrud olandan. Aşkın ölümsüzlüğüne kavuşamazdı. Faniliğin verdiği bu çaresizlikle ölümü beklemek zorunluydu. Çünkü aşk ölümsüz, onu yaşayanlar ise ölümlüydü. Aşkı yaşamak farz kılınmıştı. Ama Nemrud olmak pişmanlıktı.


Şems yollarda geçirdi ömrünü, sırf aşka ermek için. Mevlana hasret kaldı aşkına. Ama hep arandı aşk. Arandı… Onlardan başka da bulan olmadı aşkı.


 

“Arıyorum… İçimdeki yakınlığı
Yakınlıktaki içimi, içimdeki seni.
Dönüp dolaşıyorum ey aşk.
Dolaşıp duruyorum.”

Aşkın Gözyaşları – Sinan Yağmur 
Sayfa: 25

 

Aşkın Kendisini Arıyorum – Gökçe Üstündağ
Bir Eylül Akşamı / 2012 

 

 

( Aşkın Kendisini Arıyorum başlıklı yazı G ö k ç é ! tarafından 1.09.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu