İçimde ki ‘gitmek’ arzusuyla’ şehvetleşmiş ve hırçın hırçın yazacaktım. Kıyamadım yine. Ona bağırmaya, kızmaya… Yandım yine yandım. Bana gülse gülse bir gün güler, geri kalan 364 günde çektirirdi. Nasıl olurdu da kıyamazdım hala. Sonra kalbimin lisanını öğrendim. Bir eylül akşamıydı oturdum dinledim. Yürek lisanında adı aşkmış. Fani dünyada olmazmış meşk, vuslat…
İbrahim derin düşüncelere dalmış ve düşüncelerle akşamı etmiş, artık gökyüzünde yıldızlar seçiliyordu. Ne kadar güzel görünüyorlardı. İbrahim’in yüreği sevgiyle doldu, hayranlıkla:
“–Herhalde yaratıcımız bunlardır” dedi. Sonra düşünmeye devam etti. Peki, bunlar yaratıcı ise; gündüzleri nereye savuşup gidiyorlardı? İbrahim, yıldızların yaratıcı olabileceği düşüncesini kafasından çabucak attı. Ve biliyordu yaratıcısı yıldızlar değildi.
Ben de gözlerin dedim aşka. Beni benden alan onlar olmalıydı. Gün batımından sonra denize vuran yakamozun ışığında hayal ettiğim gözlerin aşk olmalıydı. Gözlerindeki sesi duyar mıydım hep? Kim bilir? Beklide… Ama değildi. Çünkü gözlerin ağlıyordu. Ve aşk ağlatmamalıydı, aşkın olduğu yerde ağlanmamalıydı. Benim aşkım gözlerin olamazdı.
Sonra gecenin ortasında parlayan dolunayı düşündü İbrahim. “Yoksa rabbim bu mu?” diye içinden geçirdi. İbrahim Rabbinin Ay olduğunu söylüyordu. Hz İbrahim, bir arayış içinde tefekkür halindeyken, Ay’ın ışığından o kadar etkilendi ki işte benim Rabbim dedi. Benim Rabbim Ay olmalı… İbrahim’in Rabbi Ay değildi. Bu düşüncesini de beğenmedi… Bir cevap bulamamak onu çıldırtıyordu.
Tuttum o güzel yüzünü aşk eyledim ben
de. Gözlerin vardı yosun tadında, içinde boğulduğum gözlerin… Kirpiklerin
kaşına değiyordu çatık çatık. Bir vapur yolcusuydum siluetinde. Ne olduysa yıkıldı
siluetin. Gülmedin uzun zamandır. Limandan demir attık ama meçhuldü yüzünün
solgunluğu… Aşk yüzün değildi. Aşk solmazdı. Solduramazdı. Solgun solgun
sevemezdi kimse… Yoksa Nemrud’un ta kendisi olurdu.
Gökyüzünde sabahın habercisi belirdi, ince bir çizgi… Çizgi sonra genişledi, genişledi. Havanın karanlığı yok oluyordu. Daha sonra güneş iyice görünmeye başladı. Derken dağların tepelerinden, parıltısıyla gözleri alan pırıl pırıl bir güneş yükselmeye başladı. Güneş’in o müthiş sıcaklığını, ilk doğduğu andan verdiği güzellikle İbrahim, “Galiba yaratıcım bu” dedi. Fakat biraz daha düşününce Güneş de içine sinmedi. Bunun da diğerlerinden farkı yoktu. İbrahim’in Rabbi büyüktü. Yüceydi. Güneş elbette olamazdı.
Yoruluyordum artık aşkı aramaktan. Seviyorken seni delicesine, sende ki o aşkın adını bulamamak da beni çıldırtıyordu. Bir çaresi olmalıydı. Beni sana âşık eden bir şeyler vardı. Ama ne? Aşkın bir adı daha olmalıydı. Seni hücre hücre severken bir yol eylemeliydi kelimeler. Adı olmalıydı. Ama bilirim, bilirim ki adı yok bu aşkın…
İbrahim Rabbini bulmuştu. Tefekkür halinden niyaz etti meşke. Hz. İbrahim nazarını Semaya çevirdi ve Rabbini buldu. Onun Rabbi, güneşin, yıldızın ve ayın yaratıcısıydı. Yerin göğün yaratıcısıydı Rabbi. İbrahim’in kalbi huzura erdi…
Aşk bir şekilde çıkıyordu karşına. Adı olsun ya da olmasın. Ama seni tatmin
etmiyor ve başka duygulara yöneltiyordu. Bu benim aşkım değil, bu benim duygum
değil, bu benim kaderim değil diyordun. Kurtuluşu olmuyordu aşk ile şehvetin.
Alıkoyamıyordu insan yaşadığı duygulara. Ve İbrahim kadar başarılı da
olamıyordu. Olamazdı da. İbrahim bir peygamberdi. Ve Rabbi onu çok seviyordu ki
ateşte yakmadı.
İnsan sadece aşkı yaşayan bir
ölümlüydü. O ancak kendini sıyırabilirdi, Nemrud olandan. Aşkın ölümsüzlüğüne
kavuşamazdı. Faniliğin verdiği bu çaresizlikle ölümü beklemek zorunluydu. Çünkü
aşk ölümsüz, onu yaşayanlar ise ölümlüydü. Aşkı yaşamak farz kılınmıştı. Ama
Nemrud olmak pişmanlıktı.