Sığınacak bir dünya arıyorsun kendine...Biçimlendirmeye başlıyorsun hayatı sil baştan.Duymuyorsun özlemi, çekmiyorsun sevdanın acılı ölümlerini: baka kalıyorsun giden ömrün etrafına saçtığı toz parçalarına. Yok muydu mümkünü zaman içinde zamansız yaşayabilmenin. Sadece bir sana mı kapalıydı kapılar? Bir sen mi ağır geliyordun koskoca dünyaya. Oysa ne çok isterdin dünyayı sığdırabilmeyi bir incir çekirdeğine. Zor muydu bu kadar hayat denen nehirde kürek çeke bilmen. Belkide zayıflığın göstergesiydi bütün bunlar; bilincindi hiç bilmediğin yaşamadığın ve yaşamadığın; hayal kırıklıkları beklemeler hayat treninde mutluluk vagonuna binememen. Son yolcusuydun hayat treninin, yarım mutluluklu numarasız yolcusu. Sende isterdin bir koltukta dağları, vadileri güneşin mahzun ışığında seyredebilmeyi.
Saat mi durdu sen mi şaşırdın günleri. Neden hep geç kaldın dünlerine, senin olmayacak yarınlara? Neden hep sonları yaşıyordun ucu gözükmeyen tünelde. Umudun bir ışık, hayatta tutunmaya yarayacak bir bastondu, beklemelerin. Bir çocuktun elinden şekeri alınmış, ayağında lastik ayakkabısı olan, çocuk rüyasında sabaha kunduralı uyanan...
Senin hiç bisikletinde olmadı, hızlana bileceğin ömrüne. Yaya kaldın sonu olmayan yollara, çıkmazlara , geç kaldın hep yanlış adreslere.Yeni bir sayfa açmalıyım hayata; hayatın tam içine, istiyordun ki bembeyaz olsun kıskandırsın siyahı.
Yaralıydın gülmelere, pusu kurulan kurtulan yüreğine. Sen ki hayat doluydun ; bir çocuğun gülmesi alıp götürürdü seni senden bilmediğin diyarlara. Unuturdun dertlerini o çocuk gülüşlerde ,kıskanırdın o büyümüş halinle bile çocuk gibi gülemeyişine utanırdın , ağlardın. Nereye baksan yaralar, kaygılar sonu gelmeyecek imkansız çıkmazlar.
Melek miydi adı yoksa azrail mi? Hatırlayamıyorsun adını. Ne çok sevmiştin aşkını ,aşık olabilmeyi; gölge olmayı aldanışlarına. Evde miydin yoksa değil miydin, geldi de zil mi bozulmuştu, yoksa deprem mi olmuştu , göçük altında mı kalmıştı aşkın...Yeşerecek tohum muydu güneşi bekleyen, filizlenecek ağaç mıydı meyveye duracak olan. Kopmuş muydu aşkınızın kanatları. Gemimi batmıştı; son nefesini vermek üzere miydi aşkın. Neden hala zil sesi gelmiyor.
Belli belirsiz hayaller geliyordu; simgeleştiremiyordun hayallerinde bile. Yeşil miydi gözleri , ela mıydı, yoksa sevda karası mıydı? Nedense herkes benziyordu ona. Bir onu benzetemiyordun kimseye, sığdıramıyordun bir imgeye. Yok muydu öyle biri;sen mi bekliyordun sana doğacak sevda karası gözleri. İşte başlamıştı yağmur, bırakmak istiyordun kendini yağmura , yağmur olup su devinimine katılmaya...Bir damla su, bir yağmur tanesi yaşam iksiri...
Yağmur muydu , gözyaşların mıydı bilinmezliğe akan. Bir daha gelmeyecek, hep yanı başında olan; seni kendine hapsetmiş, altın kafeste özgürlüğe muhtaç, fildişi sarayda yalnızlık budalası, gönüllü cellatlığını yapan ve yarım kalmış zamanlarda yamalı, sökük üzerine giydiğin pantolonun, boynuna geçirdiğin ölüm ilmiği gibi atamadın üzerinden, silemedin sayfandan, gözlerinden , her zil çalındığında gelme ihtimali olmayan , belkide olan yolunu şaşırmış imgeleştiremediğin sevgiliyi.
(
Sen başlıklı yazı
DerviŞ tarafından
23.12.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.