Trans Uludağ
Nihayet çantaları sırtımıza alıp yola koyulduk.
Dört kişiydik. Ben, Hikmet Ağabim, yeğenim Yavuz ve oğlum Serkan.
Tam
da öğle sıcağına kalmıştık, yapacak başka bir şey yoktu artık. Bize
sadece yürümek kaldı. Tabii Serkan'ın arada; "eeee...ben size demiştim"
demesi de cabası. Haklıydı aslında, sabah çok erken
toparlanmalıydık... Lakin o da mümkün olmadı.
En son 3 yıl önce
giydiğim eşyalarımı yine geçirdim sırtıma. Hele botlarımı giyince "
İşte şimdi tam oldu" diyordum. Çok özlemiştim dağlara yürümeyi.
Uludağ’ın başka bir özelliği daha vardı. O benim İlk göz ağrımdı. İlk
onunla yaşadım dağcılık duygularını. Zirvesinde çok kısa bir zaman
hissettiklerim hayat boyu hiç aklımdan çıkmadı. Zaten aşinalığımız daha
ilk kendimi bildiğim zamanlar başlamıştır. Öyle hep o dağ durdu
karşımda, hep ona baktım. Dağlarda insanın içine işleyen o yücelik
duygusunu ilk Uludağ'la yaşadım. Bir fotoğraf hiç eksik olmadı benim
gözlerimde. Hep o dağ durdu karşımda.
Öyledir bizim güzel
Uludağ’ımız. En son çıktığımızda 2001 aylardan temmuzdu. Nihayet yine
ona gidiyorduk. Yine ona. Bir sevgili çağırırsa gitmek gerekir. Uludağ
da tıpkı bir sevgiliydi bizim için.
Volfrom madenine gelene dek.
Çok sıcaktı, esinti vardı bereket. Orada ilk molamızı verdiğimizde
epeyce de acıkmıştık. Bir su sesi, kalın bir borudan depoya akıyordu.
Kimbilir kim araklamış dağın o buz gibi suyunu. (Araklamayan mı kalmış
zaten) Tahtalar vardı üzerinde, ağbim kaldırdı onları ve uzanıp o
harika dağ suyunu doldurdu şişelerimize. Kana kana içtik.
Daha sonra Volfromun harebe binalarına öyle
bir göz atıp yine iç geçirdik. O sessizlik, öyle neler anlatıyordu. Bir
zamanlar ne kadar çok insan burada çalışıyordu. Buraları ne kadar
hareketli bir yerdi. İnsan düşünmeden edemiyor.
Lakin asil beni
düşündüren orada artık dikleşiyordu yolumuz. Zorlu bir tırmanış bizi
bekliyordu. Epeyce de ağırdı çantalarımız. Yeğenim Yavuz'un geçirdiği
bir ameliyat sebebiyle sırtında yük taşıması yasaktı. Ona küçücük bir
çanta yaptık, ağır eşyaları biz paylaştık. Ağbim de midesinden bir
rahatsızlık geçirdiği için o da çok fazla yükten kaçınmıştı. İki
çadırımız vardı, birini Serkan, birini ben aldım. Rotayı biliyorduk. Zor
olan bir yer vardı orayı çıktıktan sonrası kolay sayılır. Çok da fazla
zorlanmadan yavaş yavaş dinlene dinlene çıktık.
Dağlarda
şarkı söylemeyi o kadar özlemişim ki . İlk şarkıyı da o zor olan yerde
mola verdiğimizde söyledim. Ve o şarkıyı ilk dağa çıkayım hemen
söyleyecegim demiştim. " Fikrimin ince gülü" Bu şarkı bu sene benim en
fovori şarkım olmustu. Fabrikada çalışırken bağıra bağıra tezgahların
arasında hep onu söylerdim. Bizim fabrikada dokuma tezgahları çok
gürültülü olduğundan sanki ben o dağlardaymışım gibi hissederek
söylerim şarkıları. Lakin o dağlarda şarkı söylemek bir başka güzel. Ve
ben orada başladım o şarkıyı söylemeye. O duygu inanılmaz bir sey.
Sesiniz yayılır böyle uçurumlara, ta karşı şahikalara.
’’ Fikrimin ince gülü, gönlümün şen bülbülü... O gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni.’’
Bir şarkı daha vardı öyle söylemeye doyamadığım. Bunlar son zamanlarda öyle dilimden düşürmediğim şarkılardı.
„ Sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar. Sevgilim sen olmasan, yaşamak neye yarar."
Necip Fazıl söyle demiş; " Şehirde cücesin, dev olmak istiyorsan, git dağlarda şarkı söyle… "
Üstadım ne güzel söylemiş. Tabii onu en iyi anlayanlardan biri de belki ben olmuşumdur.
Şarkılar söylediğim öyle güzel dağlar oldu ki; yücelerinde özgürlük duygularına ve mânâya dalmışımdır.
Ey karşımda duran yüce dağ!
Senin yüceliğini kutsuyorum
Gökyüzü şahidim olsun ki
Kendi yüceliğimi de kutsuyorum
Ağrı Dağı'nın zirvesine ulaştığımda kendimi Zerre olarak gördüm. Sadece bir zerre.
Dağların
zirvelerine çıkanlar kendini yüce hisseder. Oradan insana en alcak
gönüllülükle bakarlar. Dağcı o dağın yüce duruşuna ve bir de kendinin o
küçücük oluşuna bakar ve o yücelerde dağcı için bir Allah vardır, bir
de o dağ.
Gücü öyle azalır ki, artık adım atacak hali kalmaz ama
tırmanış daha bitmemiştir ve bir pınardan öyle buz gibi bir su içer.
İşte Yaradan'ım sana şükürler olsun " deyip yine gözünü diker başından
yükseklere.
Orada özgürlüğünü yaşar. Orada mânâyı iliklerine kadar
hisseder. Yalnızlığına sarılır. İçindeki zirveye biraz daha
yaklaşmıştır. Biraz daha insan olmanın, biraz daha erdemin, biraz daha
onurun ne oldugunu yaşar derinlerinde.
İşte şarkılar bittiginde ben böyle duygular içindeydim. Belki de kısacık bir zamanda bunlar böyle geçiverdi içimden.
O zor olan % 70 lik tepeyi nihayet çıkmıştık.
Keşiştepe’
deydik. Karşıda Keşişin evi ve biz orada güneşin sunduğu o şölene
katıldık. Üzerlerimizi çıkardık. Yarım saat kadar orada dinlendik. Ve
donbay çukuru deniyor sanıyorum, orada oluyor en güzel yankı. En can
oldumuz sevdiklerimizin adını birer birer bağırdık.
Keşiştepe'de
Keşişin hayali yine dolandı sanki etrafımızda. Uzamış saçı sakalı. Uzun
pelerini savruluyordu rüzgarda. Yine elinde asasıyla bizi selamladı.
Bir şiiri vardır Nazım Hikmet'in. Yıllar önceydi okuduğumda çok
etkilenmistim.
"Yedi yıldır Uludağla göz göze bakışıp dururuz
Ne o kımıldar yerinden,ne de ben,lakin birbirimizi yakından tanırız."
Bursa cezaevinde yatarken öyle yazmış üstad. Bir de bir resmini çizmiş
Bende bir dergide durur öyle.
"ve
orda, en yukarda, en tepede oturan keşiş,uzun sakalı darmadağın ve
etekleri savrularak, rüzgarın önünde haykıra haykıra iner ovaya."
Böyle devam eder bu güzel şiiri ’Uludağ’a Dair’
Oradan öyle yolumuza devam ettik . Ve daha sonra yine patikaları takip ederek başladık yürümeye. Arada fotoğraflar çekiyorduk.
Bir kelebek belirdi önümüzde, süperdi. Ne güzel takip ettik. Kaçmadı da.
Sağ
olsun Yeğenim Yavuz çok güzel pozlar çekti. Fotografçımız oydu bu sene
dağda. Kendisi amatör fotografçı. İnsanın böyle hobisi olması ne güzel.
Kendisine bir kez daha burada teşekkür ediyorum.
Neşe
içinde…Gülüş cümbüş yürüdük, o kadar zevkli bir trekking oldu ki,
ağbimin o coşku dolu anlattıkları. O kadar pozitif bir insan daha
görmedim hayatımda. Altı yaş fark var aramızda. Ağabeyim diye
sölemiyorum. Süper bir insan. Hayat dolu. Onun ne anlattıkları biter ne
de onun yanında insanın canı sıkılır. Canım benim. Ahhh ne güzel yıllar,
bizim o birlikteliğimiz hep böyle güzel devam etti. İnsallah böyle de
devam edeceğiz. Ömrümüz oldukca, bakalım daha hangi dağlarda birlike
olacağız.
Yine şarkılar söyleyeceğiz. Ağbim gerçek bir ses sanatçısı
kadar sesine hakim. Hele rahmetli Barış Manço 'nun şarkılarını bir
başka söyler. "Gül Pembe" yi söylediğinde ağlayacak kadar hüzünlendirir
beni. Son zamanlarda Musa Eroğlu türkülerinden de öyle yanık yanık bir
söyler ki, hepimizi mest eder.
Nihayet
kamp kuracağımız Kilimli Gölü'nü tepeden görmüştük. Ve Karatepe( Zirve)
de karşımızdaydı. Biz gölün en güzel yerine kampımızı kurduk. Epey de
insanlar vardı. Ciplerle, traktörlerle gelmişler. Bizim gibi dağcılar
olsa da, daha çok hafta sonu bu doğa harikası bölgeye araçlarla da
gelmişler. Kirlilik arttığı için doğa ve çevre kuruluşları bu yolların
kapanması için ugraşıyor imza kampanyaları başlatıyorlarmış. Ben de
şahsen araçların oraya çıkmasına karşıyım. Tam bir piknik alanı
görünümündeydi. Panayır yeri havası vardı.
O bakir görünümünü kaybetmiş göller bölgesi.
Biz
çadırlarımızı kurduğumuzdan kısa bir zaman sonra dört kişi daha bizim
gibi sırt çantalarıyla yanımıza geldiler. Onlar hemen yanımıza
çadırlarını kurdular. Orada öyle buz gibi akan pınarın yanındaydık.
Uludağ’ın tadını çıkarmaya başlamıştık. O tertemiz havası. Güneşin
üzerimizde dansı yavaş yavaş sona ererken akşamın o serinliği başladı.
Çantalarımızdan gece için kazak ve ceketlerimizi çıkardık. Çok soğuk
değildi ve o gece meteor sağanağı vardı. Yıldızların şöleniydi.
Serkan ve Ağbim
Karanlık
çöktüğünde dağcı ateşimizi yakmıştık bile. Birkaç yerde bizden de daha
büyük ateşler yanmaya başladı. Ve derken ağbimle ben başladık şarkılar
söylemeye. Biz sanki Uludağ'a konser vermek için gelmiş gibiydik. Bir
ağabim, bir ben. Tabii etraftan millet "Ya ne oluyor kim bunlar böyle"
demeye başlamışlardı kesin. Her şarkı bitiminde alkışlar duyuluyordu
gölün etrafından. Herkesin hoşuna gitmişti. Tabii bu bizi biraz daha
coşturdu. Sonra yanımıza gelip „ Ne güzel söylüyorsunuz diye bize sevgi
gösterisinde bulunanlar da oldu. Bu ertesi gün de devam etti. Hatta bir
delikanlı " Resimdeki Göz Yaşları " Cem Karaca'nın o şarkısını
söylemediniz ama söyledikleriniz hepsi çok güzeldi. Bir de dağda
olduğundan mı nedir çok güzel geliyordu sesiniz. " diyordu.
Gecenin
o güzelliği... Meteor sağanağı.... Ve şarkılar.... Mükemmel
güzellikteydi.. Tam saat 24.00 ü gösterirken tepelerden dağcılar inmeye
başladılar.. Ates böcekleri gibiydiler karanlığın içinden başlarında
fenerler öyle 15 kişi kadardı geliverdiler. Daha sonra 30 kişi kadar
daha, DOĞADER diye bir doğa grubuymuş, çadır da kurmadı bazıları
serildiler öyle . Uyku tulumlarına gömülüp uyudular yıldızların altında.
O
gece saat 03.00 sıraları elinde bir büyük fenerle zirvede birileri tam
da en zor yerden iniş yapmışlar. Yeğenim anlatıyordu sabah
kahvaltıda.
Oğlum Serkan
Ertesi
gün Zirve için kamp bölgemizden ayrıldık . Yanımızdaki arkadaşlarımızla
birlikte Buzul Göl' de fotograflar çekildik ve yolumuza devam ettik .
Kara
Göl tüm güzelliğiye uyuyordu adeta. Oraya inmedik. Aynalı Gölü’ne de
yalnız başına Hikmet ağbeyim indi. Biz onu beklemedik Zirveye doğru
tırmandık.
Rüzgar
epey sert esiyordu zirveye vardığımızda, yine o güzelliği bir kez
daha yaşadık. Bu sefer Serkan da yanımızdaydı. O ilk kez Marmara
Bölgesi'nin en yükseğinde duruyordu. 2001 senesi onun ayağının altı
kesilmişti o da gelecekti ama o öyle buruk bir şekilde kaldı maalesef
gelememişti. Ona Uludağ’ a zirve yapmak ancak bu sene nasip oldu.
Orada olmak ne güzleldi... Yine Bursa' ya Marmara Bölgesi'nin en yüksek noktası Uludağ' ın zirvesinden bakmak bir ayrıcalıktı.
Selamını
götürmüştüm Uludağ'ımızın; ilk Kaçkarlar'a... Daha sonra Süphan Dağı'na
ve Ağrı Dağı' na... Öyle yazacaktım zirve defterine ama dolmuş defter.
Hiçbirimiz yazamadık.
Oradan bir inişimiz vardı, bunu pek anlatmak istemiyorum. Normal bi adam olmadığım iyice ortaya çıkmasın. :-))))
Yıdızlar yıkanırken göllerinde
Yine şarkılar söyleyeceğiz
Pınarlarından buz gibi sular içeceğiz
Koklayacağız doya doya
Çiçeklerini okşayacağız
Güneşinde yanacağız
Soğuğunda üşüyeceğiz
Rüzgarın kanatlarında uçacağız yücelerinden
Bulutlar saçlarımızı tarayacak
Yine sana geleceğiz güzel Uludağ'ım... Yine sana geleceğiz....
Fikret Şimşek /
(
Trans Uludağ başlıklı yazı
_HiÇ_ tarafından
1.02.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.