Hâfız Âsım Efendi , Dolmabahçe Sarayı’nın büyük salonuna
girerken çok heyecanlıydı . Huzura kabul edilmesi için izin beklerken kulağına
gelen bazı cümleler yüreğini titretti : “ “
Kur’an , nihayet serbest vezinde bir şiirdir . Allah tarafından vahiy
edilmiş olamaz . Muhammed’in kendi sözleridir .”
Hâfız Âsım Efendi , güzel sesli , güzel
yüzlü , mûsiki bilen ve güzel Kur’an okuyan bir gençti . Görev yaptığı Beyazıt
Camiinde daha birkaç gün önce Mehmet Âkif’in meşhur ‘Gece’ şiirini çok güzel
bir âhenkle okumuş , dinleyenler çok beğenmişlerdi .
Yıl 1931 . Mustafa Kemal , uzun zamandan
beri yapmayı düşündüğü bir devrimin hazırlıkları ile meşgûl . Namazda okunan
Kur’an sûrelerinin yerine Türkçesini koymanın yollarını arıyor . Dolmabahçe
Sarayının meşhur sofralarının son günlerde konusu bu .
Cumhurbaşkanı , âdeti olduğu üzere konuyu
açarak seçkin davetlilerin tartışmalarını dinlediği sohbetlerin bu
geceki konuğu genç bir hâfızdı . Daha
önceki gecelere tavsiye edilen hâfızlar dinlenmiş o gece sıra Hâfız Âsım
Efendi’yi gelmişti .
Mustafa Kemal , Hâfız’ı karşısına oturttu .
Genç adamın görünüşü ve edepli tavırları hoşuna gitmişti . “ Türkçe Kur’an “
hakkında ne düşündüğünü sordu .
Hâfız , mahcup bir eda ile bu konuda fikir
yürütecek bir bilgi düzeyinde olmadığını ifade etti .
“
Bir tecrübe edelim “ diyerek , eline “ İsra “ suresinin tercümesi verildi .
Hâfız Âsım , korku ve itina ile ilâhi okur gibi tercümeyi okumaya başladı .
Okumayı bitirdiğinde herkes beğenmişti .
Bakalım bu genç , üslûbu ve güzel sesiyle
Kur’an’ın aslını nasıl okuyacaktı ? “ Haydi ; şimdi sen de istediğin sûreyi
Arapça olarak oku ! “ dediler . O ana kadar sandalyede oturan genç Hâfız ,
birden toparlanıp , koltuğun üzerinde ayaklarını altına alarak diz çöktü .
Gencin bu hareketi Mustafa Kemal’in
gözünden kaçmadı . Gözlerini Hâfız’a dikerek
“ Kur’an’ı Türkçe okurken ayaklarını uzatmıştı ; şimdi diz çöktü .
Anlaşılıyor ki önce okuduğunu Kur’an saymıyor . “ dedi .
Âsım , ne söyleyeceğini bilemedi ; Allah’a
sığınarak “ Paşam , bu bir alışkanlıktır . Hareketimi düşünerek yapmış değilim
. Fakat ne yalan söyleyeyim ; kanaatim söylediğiniz gibidir . “ cevabını verdi .
Mustafa Kemal’in bakışları biraz yumuşadı ,
biraz da gençteki taassuba acıyarak “ Herkes kanaatinde hürdür ; yeter ki bu
kanaatler samimi olsun Genç Adam ! “ dedi .
Hâfız Âsım , hiç seçim yapmadan bir anda
kalbine doğan bir bölümden okumaya başladı ; okuduğu ‘ Hakka’ suresiydi .
Kur’an okunurken sofradakiler huzursuz olup kıpırdanmaya , Arapça bilenler aralarında meali fısıldaşmaya başladılar .
Mustafa Kemal ayağa kalkmıştı . Hâfız da sustu .
Okunan bölümün anlamı şöyleydi :
“ O
KUR’AN , şerefli bir Peygamber’in
Allah’tan aldığı sözüdür . O bir şairin sözü değildir . Ne de az inanıyorsunuz
? Bir kâhinin sözü de değildir . Ne de az düşünüyorsunuz ? O , âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir
. “
Sofraya bir ölüm sessizliği çöktü .
Paşa’nın sinirlendiği anlaşılıyordu .
- Bu Hâfız , sade hâfız
değil ; aynı zamanda diplomat … Bizim biraz evvel konuştuklarımızı muhakkak
duydu . Şimdi Kur’an’la bize cevap veriyor .
Hâfız Âsım , korku ve heyecanla kendini savunmaya
çalıştı :
- Paşam , ben hâfızım ama
Kur’an’ın manâsına maalesef vukufum yoktur . Bilmeyerek size karşı gelecek bir
şey yapmışsam bu benim eserim değil ancak Allah’ın bir tecellisidir .
Genç Hâfız sarayın dışına çıktığında yüzüne
çarpan soğuk kış rüzgârı ile dünyaya yeniden gelmiş gibi oldu . Kur’an-ı
Kerim’den okuduğu bu bölüme kendi de şaşıyor , etraftan gizlediği göz yaşlarını
silerken “ KUR’AN , KENDİNİ MÜDAFAA
EDİYOR “ diyerek mırıldanıyordu .