İçleri dolan başaklar ne zaman boyun eğmeye başlasa, titrerim alabildiğine.
Kurtçukların düşünde düşerim yere, anız kokusunda yediğim morfinle kalkarım yerimden.
İpini koparmış suyun sesinde boğuldunumuz mu hiç ?
Yüzümü yıkadığım gürültüde,
Uyanıp yığılsam da yıkıldığım yere, korkuluğa asılmayı başardım hep.
Acılarımla korkuttuğum kuşların dilinde olduysam da palyaço, küstüremedim hiç kişneyen aşk yanlarımı.
Tarlanın ortasında fare gibiyim sardımsa da her fidana sarılmadı bir yaprak, kapanladı habersiz.
Karıncalara çok imreniyorum bazen, yolu belli aşı selvi.
Ya ben ?
Ne izi belli ne imzası.
Silik bir siluet, tükenmiş mürekkep, belki kırık uç gibiyim kalemtraşsız.
Silgi olmuş bir ruhaniyet gezerken etrafta nefesimi silen, kül tablam taşıyor yine serseriliğimden.
Mecalim yok boşaltıp yeniden doldurmaya ve ikinci bir ciğerim yok külünü dökmeye.
İtiraf ediyorum !
Kayboldum ve kibritim tükendi, sel bastı kalbimi ve postallarım çamura battı.
Tamam yan bastım, ağalığa yasladım ağyar yanımı.
Şiyarımda dilenmek olmasa da ihtiyaç var hemşirenin zillisi bile olsa..
Özeti belli bu karanlık mağaram için, fenerinizi ödünç alabilir miyim ?
Kim bilir ?
Belki ebedi susar ya da çoşarım…
Bülent KAYA
İSTANBUL/10/02/2013