Uzun yıllardır siyasetçiye ve siyaset yapanlara şaşkınlıkla bakıyorum affınıza binaen...
Neyin peşinde oldukları malum hepimizce amaç sadece koltuk davası çıkarlar üzerine kurulmuş bir sistem hepsi bu.
Bu kadar basit bu kadar ucuz ve bu kadar zarar verici.
Herkes bir şeyleri kullanıyor kimi dini kimi milli duyguları kimi Cumhuriyeti ama aslına bakarsanız hiç kimsenin umurunda değil olanlar .
Reklam var işin özünde bu reklamda kim ne kadar ses getirirse o kadar makbul oluyor yapılan iş.
Bu acı tablo daha ne kadar sürecek hiç bir fikrim yok açıkçası.
Daha ne kadar kandırılacağız uyutulacağız ve ne zaman aklımız başımıza gelecek bilemiyorum.
Dönen filmlerin haddi hesabı yok vallahi...
Uzun zamandır te ve dahi izleyemiyorum her izlediğimde kanalların kimlere hizmet ettiğini kimi hangi amaçla revize ettiğini görüyorum.
Bilhassa tarihin eski yapraklarına yönelince insan şimdi olanların sebebini kestiriyor, bunun için müneccim olmaya gerek yok sanırım.
Dünya büyük bir batağa saplanmaya başlamışken bizim durduğumuz yerde pek iç açıcı değil kanımca.
İnsanların ait olma duygusunu çok iyi kullanıyor bu işin içinde olan provokatörler.
Aranızda İNGİLİZ CASUSU AJAN HUMPER ı okuyanınız oldu mu bilemiyorum
İslâm memleketleri son derece râhatımızı bozuyordu. Hepsi de, lehimize olmak üzere, Hasta Adamla [Osmânlı devletini kasd ediyor] bir kaç anlaşma yapmışdık. Müstemlekeler nâzırlığının tecrübeli adamları, bu hastanın bir asrdan az bir zemân zarfında can vereceğini söylüyorlardı. Ayrıca, Îrân hükûmeti ile de, gizlice bir kaç anlaşma yapmış ve bu iki ülkeye, mason yapdığımız, devlet adamlarını yerleşdirmişdik. Rüşvet, kötü idâre ve din bilgisi noksan idârecilerin, güzel kadınlarla meşgûl olup, vazîfelerini unutması, bu iki ülkenin belini kırdı. Fekat, bütün bunlara rağmen, şu sayacağım sebeblerden dolayı, yapdıklarımızın beklediğimiz netîceyi vermemesinden endîşe ediyorduk: 1- Müslimânlar, İslâma son derece bağlıdırlar. Her bir müslimân, papaz ve râhiplerin hıristiyânlığa bağlılıkları kadar, hattâ dahâ fazla, İslâma bağlıdır. Bilindiği gibi, papaz ve râhiplerin canı çıkar da, hıristiyanlıkları çıkmaz. Müslimânların en tehlükelileri de, Îrândaki şî’îlerdir. Çünki onlar, şî’î olmıyanları kâfir ve necs bilirler. Hıristiyanlar, şî’îlerin nazarında, kokmuş pislik gibidir. Tabîatiyle, insan bütün gücüyle pisliği atmaya gayret eder. Bir sefer şî’înin birine şunu sordum: (Hıristiyanlara niye böyle bakıyorsunuz?) Aldığım cevâb şuydu: (İslâm Peygamberi, çok hakîm bir zât idi. Kâfirleri böyle ma’nevî bir baskı altına almış ki, onların doğru yolu bulmasına ve Allahın dîni olan İslâma girmesine sebeb olsun. Nitekim devlet de, bir insanı tehlükeli bulunca, onu itâat edinceye kadar, maddî bir baskı altında tutar. Sözünü etdiğim necâset, maddî değil, ma’nevî bir baskı olup, hıristiyanlara da hâs değildir, sünnîlere ve bütün kâfirlere şâmildir. Hattâ, bizim eski Îrânlı mecûsîler bile, şî’îlerin nazarında necisdirler.)
Ben dehşet içinde adama dedim ki: (Hıristiyanlar böyle demezler.) O ise: (Hayır sen bilmiyorsun, (Kitâb-ı mukaddes)de böyle yazılıdır), dedi. Ben susdum, zîrâ adam, ikinci husûsda olmasa bile, birincisinde haklıydı. Münâkaşayı uzatmak istemedim. Çünki, islâmî kıyâfetde olduğum hâlde, benden şübhelenebilirlerdi. Bu sebeb ile, dâimâ münâkaşalardan uzak duruyordum. 2- İslâmiyyet, bir zemânlar, idâre ve hüküm dîni idi. Müslimânlar da, azîzdi. Bu efendi insanlara, şimdi siz kölesiniz demek zordur. İslâm târîhini kötüleyip, müslimânlara, bir zemânlar elde etdiğiniz izzet ve i’tibâr, ba’zı şartlar îcâbıydı. O günler gitdi, bir dahâ geri dönmez, dememiz de mümkin değildir. 3- Osmânlı ve Îrânlıların, yapdıklarımızın farkına vararak, plânlarımızı bozup te’sîrsiz hâle getirmelerinden çok endişe ediyorduk. Gerçi, bu iki devlet büyük ölçüde za’îflemişdir. Fekat, mal, silâh ve hüküm sâhibi, merkezî bir hükümetin oluşu, bizim emîn olmamıza mâni’ oluyordu. 4- İslâm âlimlerinden son derece râhatsızdık. Çünki, İstanbul ve El-ezher âlimleri, Irâk âlimleri, Şâm âlimleri, emellerimizin önünde aşılmaz engellerdi. Zîrâ onlar, dünyânın geçici zevk ve zînetlerine karşı, Kur’ân-ı kerîmin va’d etdiği Cennete girmeğe hâzırlanan ve kendi prensiplerinden kıl kadar ta’vîz vermiyen kişilerdi. Halk onlara tâbi’ oluyor, Sultân bile onlardan korkuyordu. Sünnîler, şî’îler kadar âlimlere bağlı değildi. Zîrâ, şî’îler kitâb okumuyor, sâdece âlimleri tanıyor, Sultâna gereken ihtimâmı göstermiyorlardı. Sünnîler ise, çok kitâb okuyor, âlimleri ve Sultânı tutuyorlardı. Bu hâl karşısında, bir çok toplantılar yapdık. Fekat, maalesef, her seferinde önümüzde yolun kapalı olduğunu gördük. Câsûslarımızdan gelen raporlar, hep hayâl kırıcı, konferansların sonuçları da sıfır idi. Lâkin, yine de ümmidsizliğe kapılmıyorduk. Çünki, biz, derin nefes almağı ve sabr etmeği âdet edinmişizdir. Bir toplantımıza, Nâzırın kendisi, en büyük papazlar ve bir kaç da mütehassıs [uzman] katılmışdı. Yirmi kişiydik. Üç sâatden fazla süren bu toplantıda, hiçbir netîceye varılamadı. Fekat, bir papaz şöyle dedi: (Râhatsız olmayın! Çünki, hıristiyanlık, ancak üçyüz sene zulm çekdikden sonra yayıldı. Umulur ki Mesîh, gayb âleminden bize nazar edip, üçyüz sene sonra da olsa, kâfirleri [Müslimânları kasdediyor] merkezlerinden çıkarmağı nasîb eder. Biz kuvvetli bir îmân ve uzun bir sabrla silâhlanmalıyız! Hükmü elimize geçirebilmek için, bütün vâsıtaları elde edip, bütün yolları denemeliyiz. Hıristiyanlığı, Muhammedîlerin arasında yaymağa çalışmalıyız. Asrlar sonra da, netîceye varabilirsek, çok iyidir. Zîrâ, babalar çocukları için çalışırlar.)
Bura dada anlaşıldığı üzere bu nifağın tohumları asırlar önce ekilmişti ve şimdiyse biçme zamanı ...
Biz nelerle uyutulduk nelerden vazgeçtik neyin uşağı olduk okudukça araştırdıkça canım yanıyor ziyadesiyle?
Kararmış bir tarihi yazdılar uzun yıllarca kökümüze bizi düşman ettiler dini duygularımızı böldüler acımadan.
Biliyor musunuz ki bu ülkede yahut başka ülkelerde nasıl marka olunduğunu?
Kimlerin tekeline dahil edilirsek büyüyeceğimizi?
Amiyane tabirle kölesi olacağımızı.
Osmanlıyı hasta eden zihniyet bunlar değil mi yine?
Neresinden bakarsak bakalım gidişat kötü beyler!
Peki biz çocuklarımız için ne zaman taşın altına elimizi koyacağız çok merak ediyorum
doğrusu.
Bize de güneş doğacak mı ufuktan kendimizi bulabilecek miyiz yeniden?
Özünü kaybeden toplumlar yok olmaya mahkumdur ne yazık ki...
Öyle tembel bir toplum olduk ki her şeyin hazırını bekliyoruz mesnetsizce...
İşte elin adamı da gelip işliyor seni durmadan seni sana düşman ediyor ve sen buna izin veriyorsun çoğumuzda çanak tutuyoruz olanlara...
Kutuplaşıyoruz gün geçtikçe ayrışıyoruz kendimizden .Tutam tutam koparıyorlar etimizi kemiğimizden.
Üzgün ve mutsuz olarak sonlandırıyorum satırlarımı hepsi hesap soruyor çünkü bana.
Yazık diyorum yine yazık ki bana hiç bir şey gelmiyor elimden ...
Yasemen Akyürek ANKARA ŞUBAT 12 ANKARA