Gök gözlü gökyüzü perisi altın
tepsi içinde doğayı sunuyordu bahar sabahının ılık nefesiyle. Bin bir renk,
koku ve güzellik… Dalgalar hafif dokunuşlarla kayalarla cilveleşirken, martılar
çığlık atarak onları izliyordu. Uyanmaya başlamıştı çiçekler, üstünde çiy
damlacıklarıyla öpüşen güller doğanın şahıydı sanki. Mest eden kokuları
saçılmıştı her yana.
Sabah yürüyüşüne çıkmış insanlar vardı, kimi hızlı kimi yavaş yürüyordu sahil
boyu. Yaşamayı severler miydi bilinmez, zevk alırlar mıydı, meçhul. Çok kalabalık
değillerdi, ama iki tanesi ayrıydı diğerlerinden. Yaşları bir asra yaklaşmıştı
neredeyse. Birisinin sağ, diğerinin sol elinde baston, kol kola girmiş bir
kadın bir adam vardı. Yürürken titriyordu bacakları. Ya kalpleri, onlar da
fırtınada kalmış pencere kanatları gibi çarpıp duruyordu. Rüzgârın
dokunuşlarıyla bembeyaz saçları önüne dökülüyordu kadının. Sımsıkı tutmuştu
adamı ve umursamıyordu hiçbir şeyi. Hafifçe sallayarak başını feri sönmüş
gözlerinden uzaklaştırıyordu gümüş telleri.
Adam bir an bıraktı kadını, çiçeklerin olduğu tarafa yöneldi. Eğilip bir bir
koklamaya başladı. En çok güllerin yanında kaldı. Arkasını dönmeden kadına
seslendi:
- Gel, sen de gel ne güzeller bak! Hayat, bunlardan tat almaktır işte. Sessizce
yaklaştı kadın, kesik kesik hacmi daralmış ciğerlerine çekti çiçek kokularını.
- Çok güzeller dedi. Hepsi birbirinden daha güzel gerçekten. Sonra dönüp adama
sordu: Hangi çiçek olsaydım severdin beni?
- Gül, dedi adam, hiç düşünmeden.
- Ama gül dikenli olur dedi kadın, canını yakmamdan korkmaz mıydın?
- Sevgi, gerçek sevgiyse dikenlerine rağmen sevebilmektir onu.
Yok muydu birbirimize batan dikenlerimiz, bunca yıl sevgimiz sürdüyse acısına
katlandığımızdandır.
Yavaşça doğrulup yürümeye başladılar, şimdi daha çok sokulmuşlardı birbirlerine.
2. VERSİYONU
Meleklerin ılık nefesleri altında, genç martıların çığlıklarına nispet, hafif
dokunuşlarla kayalarla cilveleşiyordu dalgalar.
Sahilde sabah yürüyüşündeydi diğer genç insanlar. Bir de kol kola iki gölge...
Bacakları gibi titrer, gümüş telli saçları gibi eser miydi kalpleri?
Yeni yetme çiy damlacıklarıyla öpüşen güller, uyanan doğaya davetkâr kokularını
yayıyordu.
Ilık nefesler “Güllerden zevk almaktır hayat, acı verse de dikeni” der gibiydi.
Daha çok sıktılar kemikli ellerini.