MERHUM DİLAVER CEBECİ …



Dürüst insandı.

Her zaman mertti.

Cesur, kararlı ve yiğitti.

Şahsiyet abidesiydi.

Vakarlıydı.

Çok iyi bir dosttu.

Vefakârdı.

İman ve gönül eriydi.

Gelenek ve göreneklerimize , örf ve adetlerimize bütün samimiyetiyle bağlıydı.

Ecdadımızın hayranıydı.

İyi ve doğru konuşurdu.

Sözü, sohbeti dinlenirdi.

Dinine, dününe karşı inkârcı değildi.

Türk ve İslam tarihini hakkıyla bilirdi.

Milletine ve medeniyetimize âşıktı.

Hakiki manada akademisyendi.

Prestij peşinde koşmaz, prensiplerini korurdu.

Madde ve manayı gönül teknesinde yoğurmak ona büyük zevk ve mutluluk verirdi.

Haksızlık karşısında dik durur, kötülüklere ve kötülere sonuna kadar direnirdi.

Şair Bahaettin Karakoç ağabeyimizin deyimiyle bir parçacı değil, bir bütüncüydü.
Günümüzün dumanaltı olmuş trahomlu ve yelpikli şairlerinden hiç birine benzemezdi. Sürekli kutsal bir emeğin, hayırlı bir eylemin, güzel ürünlerin peşindeydi.

Yaşını soranlara cevabı “Üç bin!” olurdu.

Özü, sözüne, sözü özüne uygundu.

Olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olurdu.

İşinin ehliydi.

İyi yazardı.

Kelime hazinesi çok zengindi.

Türkiye sevdalısı bir şairdi.

Gönlündeki zenginlikleri okuyucusuyla paylaşırdı.

Genç şair ve yazarlara duyarlıydı.

Türkçe onun kaleminde şaha kalkardı.

Yeni ve genç yeteneklerin elinden tutmasını çok iyi bilirdi.

Uzakları ve milletine kurulan tuzakları zamanında görürdü.

Bütün ömrü boyunca milletimizin birlik ve beraberliğini, vatanın bölünmezliğini savundu.

Evine, ocağına, yurduna, yuvasına kopmaz bağlarla bağlıydı.

Şiiri, gerçek anlamda şiirdi.

Eline, diline, beline, kalemine tam manasıyla sahipti.

Edebiyatı “edep” temeliyle alır ve algılardı.

Mektep, memleket ve mefkurenin değerinin herkes tarafından bilinmesini isterdi.

“Belki çıkıp geleceğim harabelerden / Ne sûr dinleyeceğim, ne dağ” derdi.

Romancı, şair ve yazar Mustafa Miyasoğlu’nun da gayet isabetlice dile getirdiği gibi, “Şiirinin sesinden, tarihin bilinen çağlarından bugüne yaşayan Türk toplumunun tutkusu, hasreti, aşkı, hüzünlü sesi ve nefesi yansırdı.

Şiir dünyası, yerli ve millî bir heyecanın kendi sesini arayışının ifadesiydi. Kökleri
kendi geleneklerimizde olan özlü ve ustalıklı söyleyişi üslûp hâline getirmiş nâdir şairlerimizden biriydi.

Kendine özgü bir söyleyiş tarzı geliştirmişti.

Derviş gönüllü cihangir mizaçlıydı.”

Allah, Kur’an, kıble, Kabe, Mekke ve çocuk da, Fetih güzellemesi, Türkiye’m , Asya çöllerindeki ürkek ceylanlar, Domaniç yaylasındaki dizginsiz atlar, atlas yelkenli gemilerin leventleri, Oğuz mayası gök ışığın erleri, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Osmanoğlu, Ergenekonlu örslerde döğülen kollar, Taşkent geceleri, bir mabet serinliği getiren Buhara ve Kandehar dağları da şiirlerindeki aydınlığın kaynaklarıydı.

“Altun çağda kalmış bir kopuz teli”ydi.

“Acının nabzı vurur”du bileklerinde.

Gönül bohçası da,yürek bahçesi de tertemizdi.

Hun Aşkı (Şiir, 1973), Mavi Türkü (Mensure, 1983), Devranname (Mizah, 1984), Şafağa Çekilenler (Şiir, 1984), Büyü (Oyun, 1984), ... Ve Sığınırım İçime (Şiir, 1992), Kandehar Dağlarında Sabah Namazı (Kaset, 1993), Sitâre (Şiir, 1997), Tanzimat ve Türk Ailesi (İlmî Araştırma, 1993), Seyrânnâme (Mizah, 1997) vb. yürek okuntuları neşredildi.

Kısacası adam gibi bir adamdı.

Allah rahmet eylesin.

Mekanı cennet olsun.

Amin!..


Fikri HAKLI

( Merhum Dilaver Cebeci … başlıklı yazı Fikri HAKLI tarafından 22.04.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.