Yağmurlu bir gün. Kırk ikindi yağmurları olsa gerek. İşte o gün tanıdım seni. Üzerinde puantiyeli bir elbise vardı. Soruyorsan, yakışmıştı. Ama biliyorum, sormuyorsun. Bisiklet yakalı bir bluz. Sağ yanında beline kadar uzanan saçın. At kuyruğu yapmıştın. Evet, en sevdiğimden. Unutmadım. Balık hafızalı olduğum halde o günü, nasıl giyindiğini, nasıl güldüğünü, nasıl tebessüm ettiğini, kolunu hangi yöne nasıl kaldırdığını, omzunu hangi durumlarda umursamaz halde silktiğini, kısacası o güne dair hangi saat, hangi dakika ve hangi saniyeyi sorarsan sana söyleyebilirim.

“Hasta olacaksın?” dedim.

“Olsun” dedin.

“Ama” dedim.

“Aması yok” dedin.

“Bari” dedim, “üzerine bir şey alsaydın.”

“Annem gibisin” dedin.

“İyi de…” dedim.

“Çok konuşuyorsun” dedin.

“Huyum bu” dedim.

“Huyun kurusun” dedin.

Hatırlıyor musun? Buruk bir güneş vardı havada. Doğsam mı, doğmasam mı arasında gidip gelen. Ha bir de gökyüzünün orta yerinde uçuk renklerden oluşan, tıpkı güneş kadar solgun bir gök kuşağı. Hevesle baktın. Mavi/Yeşil/Ela arasında değişen gözlerin de güneşle birlikte ışıldadı.

“Gel” dedin.

“Gelmem” dedim.

“Neden?” dedin.

“Islanmaktan hoşlanmıyorum” dedim.

“Yalan söylüyorsun” dedin.

“Neden?” dedim.

“Daha geçen gün ıslanmayı sevdiğini söyledin” dedin.

Doğru, yalan söylüyordum. Islanmayı severdim; fakat sevdiğimle olunca. Vaz geçtim. Israr ettin. Gelmem, dedim. Tekrar ısrar ettin. Yine gelmem, dedim. Bu kez bağırdın. Bende bağırdım. Herkes baktı. Umursamadın. Yine bağırdın. Ben, sus, dedim. Sen, in, dedin.

Hala inatla inmeyince tuttun ellerimden. Çektin merdivenlerden aşağıya. Üç, beş, altı basamak derken fırladım yağmurun ortasına. İri katreler bir bir düşünce kafama acayip oldum. Sen rahattın. Ellerinin ikisi de gökyüzüne dönüktü. Benim ise ellerim kafamın üzerindeydi. Ödlek ördek gibiydim. Çekiniyordum. Yağmurdan değil. Senden!

“N’apıyorsun be!” dedin.

“Islanıyorum” dedim.

“Öyle mi?” dedin.

“Evet” dedim.

Yine aldın ellerimi ellerine. sıkı sıkıya tuttun. Bilmem, bırakır diye mi korktun, yoksa, bırakmak istemediğinden mi öyle sıkı tuttun? Umursamadın. Umursamadım.

Doğa bizden habersiz çalıyordu parçayı. Bizse kurallarını, nizamını bilmeden parçası olmuştuk Vals’in. Aykalarımız uyumluydu. ellerimiz birbirine kavuşmuş, yüreklerimizin ritmi birdi. Hevesle oynuyordu kalbimiz. Gözlerimiz birbirine mıhlanmıştı.

“Bu valste bana ortak olduğun için teşekkür ederim” dedim.

Güldün. Utanmış gibiydin. Utanmıştım. Ya da ben öyle olmasını istediğim için uyduruyordum.

“Amma da romantiksin be” dedin.

“Öyleyim” dedim.

“Ne yapacağız seninle” dedin.

“Nasıl?” dedim.

“Bir ömür” dedin, “böyle olursan seninle geçer mi?”

“Geçmez mi?” dedim.

“Geçer” dedin.

“Öyleyse” dedim.

“Öyleyse” dedin.

O an durdu zaman. Gözlerindeydi nazarlarım. Hissediyordum düşüncelerini, sözlerini, hislerini. Kalbin normalden farklı atıyordu. Yüzün buruşmuş, kulakların kızarmıştı. Huyun değildi, biliyorum.

“Anlaşırız” dedim.

“Ne konuda” dedin.

“Bir ömür konusunda” dedim.

“Nasıl yani?” dedin.

“Seni  yazarım” dedim.

“Hımm” dedin.

“Hımm” dedim.

( Bi Saniye Size Aşık Olabilir Miyim başlıklı yazı Galip Argun tarafından 24.09.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.