Belki de hata
yapmaktayım şu an. Zira tek bir mektupla çok şeyi ifade ettiğimi sanmıştım.
Aslında bunca yılı değil bir mektuba fasiküllere sığdırmak mümkün değilken, bu
ikinci mektup bile yeterli gelmeyecek. Ama söz, bir üçüncüsü olmayacak, en
azından kendime olan saygımdan dolayı mecburum buna. Kim bilir; belki de hiç
kalkışmamalıydım ama mecbur kaldım: İçim o kadar dolu ki…
Seni tanıdığım
kadarıyla; biliyorum ve yürekten hissetmekteyim ilkini okuduğunu. Senden bir
cevap beklemiyorum, beklemedim de ve beklemeyeceğim. Çünkü sessizlik kuşandığın
zırhındır. Hep bunu yaptın… İnsanı çıldırtan bir sessizlik ile kamufle ettiğini
sandın duygularını, kızgınlıklarını ve hatta kıskançlıklarını. En azından bunu
biliyorum sana dair. Hoş bilmesem de bir şey fark etmez artık bu saatten sonra.
Ve bildiğim bir şey daha
var: Senin de bildiğin ve kendine bile itiraf edemediğin. Tamam, tamam
söylüyorum ama öncelikle…
Hani sevginin
kutsallığına inanan bir azınlıktık ya biz yoksa yanılıyor muyum? Ya da şöyle mi
demeliydim…
Zikredilen bu duyguda
bana yeterli derecede yer ayırmamışsın, artık eminim bundan. Söyle bana, iki
insan birbirinin niçin sever, hadi itiraf et.
Senin yerine, cevabı
ben veriyorum: Bir sebebi olması gerekmez iki kişinin birbirini sevmesi için. Sadece
sever, duyumsar, bağlanır, içinden gelir sevmek. Benim seni sevdiğim gibi ya da
sayısız insanı özümsediğim gibi hatta benden asla haz etmeyenleri kabullendiğim
gibi…
Ya cinsiyet denen
faktör. Bunun da hiç biri önemi yok diğer taraftan ve önemi olmadığını sen de
biliyorsun. Üstelik aşk da olması gerekmez karşı cinsi severken. Dostluk,
yakınlık, samimiyet oldu mu işin içinde herkesi sevebilirsin: Kadın, erkek,
çoluk çocuk, genç, yaşlı ve tabii ki dış görünüşü ya da farklılıkları göz
önünde bulundurmadan…
Üstelik sevginin
katmanları da farklıdır. Her şeyi içinde barındırır sevgi denen mefhum. Pek çok
alt katmanı vardır sevgiyi pekiştiren.
Yine söylüyorum: Ne çok
şey birikti içimde sana anlatmak istediğim ama artık hiçbir önem arz etmiyor.
Hüzünlerim, mutluluklarım, heyecanlarım; hani önceleri seninle paylaştığımı
sandığım ve paylaştığımı düşündüğüm ve paylaşmaya devam edeceğime inandığım.
Gerçekleri artık çok
net bir şekilde görüyorum. Önceleri de görüyordum belki de sadece görmezden
geliyor ve süreci durduruyordum.
Ne yazık ki her şey nihayete
erdi ikimize dair ne varsa hem de. Senin tarafından da sonlandırılmadı üstelik.
Ben de artık son noktayı koyuyorum. Hep bir virgülle devamı gelir diye boş yere
bekleyip durdum. Bunu ister saflık, ister iyi niyet, ister ise aptallık diye
adlandır, artık sana kalmış.
Ne virgülmüş ama koy
koy bitmedi. Ama zaman çoktan geldi de geçiyor bile. Dedim ya, son noktayı
koydum gitti ve mektubumun nihayetinde de göreceksin bunu. Zira devamı
gelmeyecek artık bu mektupların. Seninle paylaşacak hiçbir şeyim kalmadı çünkü.
Acılarımı içime attım,
daha da sayısız duyguyu üstelik. Ya sevinçlerim mi… Çok şükür ki; senin
haricinde de insanlar var çevremde: Yüzlerini görmediğim, hiç konuşmadığım ve
hatta yakinen tanımadığım. Ve bir şekilde anlaşıldığımı, duyumsandığımı
biliyorum.
Hayal kırıklıkları ise
devam etmekte diğer taftan, eskisi kadar yoğun olmasa da. Sanırım senin yanına
gömeceğim onları da kısa zaman içinde. Aslında inanamadığım şu ki; nasıl beni
gözden çıkardın. Bunu hala kabul edememiş gözükmeme bakma. Az çok tahmin
edebilmekteyim sebebini. Senin de dilin varmıyor değil mi itiraf etmeye. Merak
etme, dile getirmeyeceğim bunu çünkü bazı şeyler saklı kalmalı. Ama en azından
içim rahat çünkü suçsuz ve mazlum olduğumun bilincindeyim. Ve çok şükür ki;
kendime olan sevgi ve saygımı ömrüm boyunca muhafaza ettim ve Allah’ın izniyle
de bunu korumak adına mücadele etmekten vazgeçmeyeceğim.
Aklıma gelmişken…
Elindekilerinin kıymetini bil ve gör artık. Sayısız insanın sahip olamadığı çok
şeye sahipsiz zahir. Ve senin sahip olduklarınla hep gurur duydum. Oysa ki sen…
Boş ver… Ben yetinmeyi
bilirim. Üstelik Allah herkese verir rızkını.
Senin gözünde ne çok
şeye sahiptim, değil mi… Ya işin aslı… Bakış açısına göre değişir neyimin olup
olmadığı. Ama şükretmek önemli olan, sen de bilirsin, hani hep derdin ya…
Son bir şey daha
söyleyip, bitiriyorum…
Ben seni çok ama çok
sevmiştim. Ya sen… Aslında sen de beni sevmiştin… Bakar mısın; hala
kandırıyorum kendimi. Dedim ya, ben iflah olmaz bir hayalperestim.
Merak etme; artık
irdelemeyeceğim biten dostluğu. Demek ki; bu izafi ilişkiye giydirdiğin kılıfı
seneler boyu fark edememişim. Zor ama kabullendim artık, hak etmediğim onca
şeyi kabullendiğim gibi.
Bir de şu muhafaza
ettiğin sessizliğin; hani, sana en çok ihtiyaç duyduğum zamanlarda benden
kaçıp, sırt dönmen. En çok da bunu affedemiyorum…
Ne kadar çok ‘’en’’ var
değil mi; dile gelen ya da gelmeyen. Ne yazık ki benim ‘’enlerim’’ hep yarım
kaldı. Bak, şu an olduğu gibi: En sevdiğim insan iken, şimdi en umursamadığım
insan oldun. Ve ne yazık ki; buna da sebep sensin. Demek ki olmayan bir şeyin
ardından, bunca zaman boşuna yas tutmuşum: Adı her ne ise ya da sen her kim
isen…