Mademki muhakeme yeteneği bahşedilmiş biz insan denen varlıklara mümkün mü iç hesaplaşmaya gitmemek.

 

Mümkün mü kıyaslamamak zihnimizi işgal eden düşünceleri kabul gören değerlerle ve mümkün mü yadsımak olması gerekeni eğer ki vuku bulan çok farklı bir boyutta seyretmekteyse.

 

Yüzyıllar evvelinde yüce düşünür Hz. Mevlana’nın bugünlere erişen naif dokunuşuyla:

 

‘’Her şey düşünceden ibarettir, gerisi et ve kemiktir.

Gül istersin gülistanlık olur, diken istersin dikenlik olur.’’

 

Çoktan insanın özüne vakıf olmuş hem de zamanımızdan yüzlerce yıl evvel.

 

Bizleriz düşünce mekanizmamızı yöneten ve gidişatı belirleyen. Ve yine biz insanlarız düşünce ve duygu devinimi ile hayatımızı biçimlendirip rotasını belirleyen. Aslında her birimiz kaptanıyız seyrindeki geminin ve yolculuğumuzun seyrini yine biz belirliyoruz pek tabii ki kader denen mefhumu da göz ardı etmeden.

 

Ne ekiyorsak karşılığında edindiğimiz de aynı paralelde. Sevginin ve tüm müspet duyguların getirisi yine güzellik ve mutluluk olarak yansımakta bizlere.

 

Günümüze uyarladığımızda hep aynı söylemle karşı karşıyayız:’’İyi düşün iyi olsun.’’ Bu alanında tüm uzmanların ortak paydada buluştuğu bir öngörü neticesinde. Kısaca her şey düşünceden ibaret.

 

Savunulan bir düşünce mekanizması buraya kadar bahsi geçen ve kabul gören de insanın özünde taşıdığı iyilik ve tüm müspet oluşum.

 

Buna istinaden madem ki her birimiz Yaradan’ dan bir parçayız kötü olmamız asla kabul görmemekte.

 

İşte savunulan ve şahsımın da sonuna kadar bu düşünce sistemi ile hareket etmesindeki tek etken: Özümüz ve yetilerimiz…

 

Evet, her şeyin farkındayım; farklılıklarını insanların ve sahip olduğum farklı yönlerimin de. Ve tüm bu farkındalığıma rağmen aynı cephede sürmekte tüm savaşım. Savaş demeyelim de hayatta kalma mücadelesi diye adlandıralım. Kısaca her birimizin ilk günden beri uğrunda mücadele verdiği…

 

Kazanan ve kaybeden kim olursa olsun hangimiz kopabiliyoruz ki hayatla olan bağımızdan?

 

Mümkün mü zira pamuk ipliği değil kurduğumuz bu bağ. Karakterimizin, mizacımızın ve sahip olduklarımızın da nezdinde gün geçtikçe daha da kuvvetlenen ve yaşama sevincimizi pekiştiren…

 

Ve eşliğinde ne varsa duyumsadığımız ve kim varsa sevip bağlandığımız.

 

Kimlerin ne çok beklentisi var kim bilir; hele ki yaşı kemale ermiş biri olarak daha yeni yetme bir ergenin taşıdığı tüm o çömezlik dönemine ait sayısız hayal ve yaşama sevincine sahip olmak gibisi var mı? Ve beni her daim canlı ve genç tutan sayısız beklenti eşliğinde tabii ki.

 

Bizleri yoktan var edip yine bizi ebediyette kucaklayacak olan yüce Rabbim öyle komplike bir yapı ile donatmış ki insan denen mefhumu çözebilene aşk olsun.

 

Ya bizlere ne demeli: Hiç ölmeyecekmiş gibi nasıl da kendimizi hayatın kollarına bırakmışız ve savrulup gidiyoruz o rüzgâr hiç dinmeyecekmişçesine.

 

Kimlerle muhatap oluyoruz bu düzenekte? Ya gördüklerimiz ya da gördüğümüzü sandıklarımız? Ne ya da kim ne derece önem arz edebilir ki bizler için?

 

Hayal ile karışan onca gerçek. Ya da nasıl görüp kabullenmek istiyorsak zihnimizde ilgili kişiye geçirdiğimiz o kılıf. Belki de gerçek sandığımız sayısız yüz ve sayısız maske. Bizlerin maske takıp takmadığı ise tartışılır ve ne yazık ki çoğunluğumuz uymakta bu suni gidişata.

 

Hep sormuşumdur kendime ve halen de sormaktayım: Nedir gerçek ya da kimdir gerçekten olduğu gibi görünen?

 

Keşke cevabını bilebilsem ya da bilebilseydim. Nasıl da isterdim gerçek ile algılamadaki seçiciliğin arasındaki farkı çözmeyi. Zira kişi kendi gibi bilirmiş karşısındakini, diye genel kabul görmüş bir inanış var. Hep de peşinde koştuğum ve hayatı ucundan yakalamaya çalıştığım ve sayısız kere yanıldığım bir düstur.

 

Ne aptalım ne de şüpheci. Ama itiraf etmem gerekirse iyi niyet ve sevgi gölgesine sığındığım iki ana mefhum, ömrüm boyunca hem de. Zira kendimle ilgili yadsıyamadığım bu iki gerçek sayesinde iletişim kurabiliyorum hayat denen mefhumla.

 

Nasıl da isterdik sonu olmayan bir ömre sahip olmayı ama ne yazık ki belli bir zaman diliminde seyretme bize biçilen vakit aralığı.

 

Ya yaşama sebebimiz? Hep ama hep mutlu olmak adına ve dünyevi tüm nimetlerden yararlanmak ile ilintili. Nasıl bir gidişatın eseri ya da yıkımı ise artık yaşama sebebimiz.

 

Bir o kadar da sayısız bilinmezlik ile dolu insanoğlunun her biri. Bir insan nasıl dile getirebilir ki kendisiyle ilgili tüm gerçekleri tüm açıklığıyla. Kimi kusurunu saklar kimi yalanını kimi niyetini kimi ise duygularını. Olabildiğimiz kadar şeffaf olsak da ne yazık ki kendimizden bile sakladığımız sayısız gerçek var hatta ve hatta bilinçaltında gizlenmiş ve farkındalığında olmadığımız nicesi…

 

Neler neler geçmekte kalplerimizden ve bir tek O vakıf bunlara. Bir tek O farkında içsel yolculuğumuzun yörüngesine. Ki bizler nasıl da çoğu zamanda yörüngeden sapıp uydusu haline gelmekteyiz meftun olduklarımızın. Aşk gibi, ihtiras gibi, hırs gibi, ego gibi…

 

Ne dört duvar arasında yaşananları tam anlamıyla bilmek mümkün ne de duyumsanıp gönülden isteneni, arzu duyulanı.

 

Öte yandan çok rahat bir şekilde hemen hükme varılır. Nitelendirilmek, sorgulanmak ve belli kalıplara sokulmak: Tam da olması gereken çoğunun nezdinde ya da uyum gösterilmesi gereken ne varsa.

 

Kolaydır yargılamak hem de öyle ivedilikle işler ki bu süreç farkına bile varamazsınız neyin ne ölçüde ve hangi hızla karara bağlandığını.

 

Ne varsa subjektif algıdan geçen ve her ne ise netlik kazanmamış. Ve sona erer celse, anında karara varılır: Müebbet ya da darağacında sallandırılır sanık diye addedilen mağdur.

 

Kimdir suçlu olan ya da nasıl bir süreç işlemiştir hükme varan yolda.

 

Ne önemi var ki zira bir kez söylenmiştir son söz ve kırılmıştır kalem. Ne telafisi mümkündür ne de itiraz edip yargıya gitme hakkı vardır. Zira yetkili merci hükmetmiştir her ne kadar kendi bile inanmazken ya da kandırmışken çoğunluğu.

 

İşte tam da bu noktada başlar kifayetsizlikler üstelik her iki taraf açısından da. Zira karışır roller ve mağdur ile suçlu rol değişimine giderler. Kimdir suçlu ya da haklı olan ne oranda kazanmıştır bu payeyi.

 

Döngü işler de işler, roller çalınır, hayatlar kayar gider ve susar mağdur sonsuza dek hem de. Susmalıdır da zira sarf edeceği her kelime daha da zora sokar onu.

 

Döngü işler, işler ve çarkların arasında yitip gider yaşamlar, çalınır hayaller, yozlaşır da yozlaşır düzenek, küflenir hatıralar ve yitip gider kimin ne hayali varsa…

 

Konuşmak öylesine çıkmaza sokacaktır ki ama yine de el aman deyip bir fırsat arar mağdur konuşup temize çıkmak adına. Bu sefer de kelimeler düğümlenir boğazında. Ne zordur haklı iken haksız duruma düşmek. Ne zordur sevip nefret edilmek. Ne zordur kalabalığın içinde yalnız kalmak. Ve ne zordur duyumsanmamak oysa iliklerine kadar duyumsarken.

 

Şartlar daha da çetrefilli hal alır, yıkım ağırlaşır, yaşlar eşlik eder.

 

Acıma duygusu bir kez körelmiştir bağnaz yüreklerde, merhamet çoktan Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

 

Ya yürekte saklı olanlar…

 

Kim bilir kaçınız kaç kere yargısız infazda hüküm giymişsinizdir. Ve eşliğinde ne çok hüküm giymiş hayal kayıplara karışmıştır.

 

Devreye giren kadere müdahale etmek ne mümkün. Eşliğinde çaresizliğin…

 

Nedir doğru ya da doğru denen neyi nitelemektedir?

 

Kimin doğrusu neye göre kabul görmüştür ve neden çelişir diğerlerinin doğrusuyla?

 

İstediğiniz kadar esnetin kurallarınızı ve kanunlarınızı. Eğer ki çatışmaktaysa genel kabul görenlerle ne derece önem arz edebilir ki?

 

Objektif bir açılıma yönelmiş sayısız öznel yargı: Acı ama gerçeğin ta kendisi.

 

 

Zira nitelik değildir önemli olan, üstün olan sayısal çoğunluktur kabul gören.

 

İnsanın özü olarak nitelendirdiğimiz kavramla başlayan o uzun yolculuk ve günümüzde tüm yaşananların özeti.

 

Zordur tüm bunlara göğüs germek ve zordur sessizliği bir ömür boyu muhafaza etmek ama dedik ya öğretiler bunu emreder her daim: Sus ve sabret.

 

Diğer bir deyişle düzenli aldığınız bir gıda takviyesi gibi dogmaların ve öğretilerin esiri olduğunuz ve çırpındıkça sizi içine çeken bir kıskaç asla karşı koyamadığınız.

 

Görünmez bir ele tutunmak isterken nasıl da kırılır tutunduğunuz o ince ve naif dal tam da yüreğinizin kırılıp paramparça olması gibi. Kolaysa bir araya getirin kırık parçaları.

 

Sayısız katmanın altında gizli saklı sayısız gerçek ama diğer yandan ötelendiği kadar ötelenmiş olan…

 

Ve tek gerçek: Sizi siz yapan bileşkelerin meydana getirdiği bir bütün ki sayısız etmen, sayısız yaşanmışlık ve sayısız hayalle bezeli, korunup kollanan.

 

Herkes ikinci bir şans hak ederken sizin geride kalan tek şansınız yanıp sönen umutlarınızdır. Öncesinde ışıl ışıl aydınlanmışken umut ağacı şimdi üzerinde sadece üç beş yaprak, üç beş ışık kalmış olan…

 

Aslında yaşamın ta da kendisi: Umut diye addettiğimiz ve asla vazgeçemediğimiz. Söyleyin kim böyle bir güzelliği bertaraf edebilir onca olumsuzluğa rağmen.

 

Hayallerinizde koruyup kolladığınız her şey ve herkestir umut…

 

Umut, aslında kişinin kendisidir, yüreğidir, hayalleridir, sevincidir, yaşama isteğidir.

 

Her yeni güne uyanan ve nefes alan benliğinizdir…

 

Yola kaldığınız yerden devam etmek adına için için kaynayan beklentilerinizdir; özümseme ve benimseme gayreti içinde olan üstelik.

 

Her yeni saat dilimi ve yeni günün çağrıştırdığı güzelliklerdir umut.

 

Aşktır umut, sevgidir, aydınlıktır…

 

Umutlarınızın hiç tükenmemesi dileğimle…

 

 

 

( Ve Tek Gerçek... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 5/7/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.