Hepimizin yerli yersiz
serzenişleri var: Gerek yaşantımızla ilgili gerekse yaşanmışlıklarımızla
ilintili…
Diğer yandan kimse ne
günah çıkartıyor ne de itirafa yeltenmekte. Pek tabii ki bu sesleniş ya da
suskunluk insan olmanın doğal bir uzantısı.
Kimi susarken kimi avaz
avaz haykırıyor ve kimi de kalemi ile beyan ediyor aklından ve içinden geçeni.
Kim bilir kimler kılıf uyduruyor diğer yandan. Öyle ki farkına bile varmıyor
çoğu uydurduğu kılıfın nasıl ört bas etme gayretinde olduğunu bile bile.
Şahsım adına konuşmam
gerekirse; herkesin evet herkesin düşüncesine ve değerlerine saygım sonsuz
anlamda. Ömrüm boyunca da düstur edinmişimdir bu yegâne birlikteliği: Sevgi ve
saygının iç içe geçmiş kombinasyonunu. Öğretilerin ışığında olsun ya da
kanıksadıklarım itibariyle insan ve kabullenişleri her zaman itibar edilmesi
gereken bir olgudur. Sonuçta her birimiz madem Yaradan’dan birer parçayız
O’ndan gelmişiz ve O’na gideceğiz.
Ek olarak sevgi ve
saygı birlikteliğini eşitçilik ilkesiyle de kolaylıkla bağdaştırmalıyız. Gerek
hayatın özü olması açısından gerekse baz almamız gerektiği doğrultusunda.
Burada bir parantez
açmam gerekirse; mana açısından ehemmiyet taşıyan bu üç faktör ne yazık ki
çoğunluk tarafından itibar görmemekte. Zira sayısız etken vasıtasıyla seyri
değişmekte insan ve davranışı boyutunun.
Önceleri bunun altında
yatan en önemli etmenin eğitimle alakalı olduğunu düşünürdüm. Ama ne yazık ki
eğitim düzeyinin yetersiz olması tek olgu da değil bunu biçimlendiren.
Taşıdığımız vasıflar ne
olursa olsun, bir noktadan sonra işin içine bireysel tutumlar, ön yargılar ve
gruplaşma da girip seyrini değiştirmekte insana yönelik bakış açısının.
Sebep ne olursa olsun;
özel ya da genel insana yönelik yaklaşımdan asla ve asla taviz verilmemeli.
Zira kendimize olan sevgi, saygı koruyup kollama açısından buna mecburuz. Ve
pek tabii ki inancımızı da pekiştirmek açısından.
Yüzyıllar öncesinden
nasıl da görmüş insan denen olgunun gerçek yüzünü yüce Mevlana:
‘’Nice insanlar gördüm,
üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm
içinde insan yok.’’
Olaya bu açıdan
yaklaşırsak; günümüz koşulları ve yaşam şartları ile nasıl da bire bir örtüştüğünü
kolaylıkla görebiliriz.
Karşımızdaki kim olursa
olsun; kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı ve her kimse sahip oldukları ya da
olmadıkları baz alınsa da sonuç itibariyle hepimiz aynı kefedeyiz.
Ne yazık ki günümüzde
ve içinde bulunduğumuz koşullar itibariyle bu düşünce pek rağbet görmemekte.
Bırakınız uygulamayı düşüncesi bir kabul görmemekte.
Cinsiyet, yaş
faktörleri bir yanda düşünce bazında bile kısıtlıyız kendimizi net olarak ifade
etme açısından.
Belli kalıplar,
yönelimler, kriterler, maddi yeterlilik ya da yetersizlik ve aklınıza
gelebilecek sayısız etmen bizi gruplara ayrıştıran.
Kısaca eşitçilik
ilkesine muhalif sayısız insan.
Hele ki yaşam
kaygısının çok önünde giden hırs, kapitalizm ve ego tatminine yönelik menfi
tutum ve davranışlar sayesinde insanlar arasındaki uçurum git gide daha da
açılmakta.
Buna ek olarak bireysel
yetersizlikler ya da insanların en zayıf noktalarından da yakalayıp yerden yere
vurduk mu seyreyleyin gidişattaki bozukluğu.
Buna bir açılım
getirmek gerekirse fiziksel özellikler bile başlı başına bir ayrıştırma
kıstası.
Sayısız mefhum var
insanı bu ayırıma tabi tutan. Bırakınız görüntüyü yaşadığı basit bir sıkıntı ya
da sorun hatta sahip olduğu yoksunluklar bile ayrıştırmada başrolde.
Yeri geldi mi emeğe
saygının yerle bir edildiği, insaniyetin başka taraflara çekildiği ve
maddiyatın da devreye girmesiyle yaşanan koca bir kaos.
Hangi birimiz
planlayabiliriz ki kaderimizi. Pek çok seçim bizim haricimizde.
Neyi ne ölçüde
belirleyebiliriz ki. Gerek doğuştan gelen özelliklerimiz gerekse mukadderatın
ön gördüğü.
Üstelik dümdüz bir yol
da değil adımladığımız.
Ve hayatta hiçbir şeyin
garantisi de yok ek olarak.
Kâinatta her şeye malik
olan, göklerin ve yerin tek sahibi Allah.
Buradan yola çıkarsak
kimin ne zaman ne olacağı asla belli değil.
Başa dönersek; sahip
olduklarımız yeri geldi mi yetersizliklerimiz ve noksanlıklarımız birer mihenk
taşı gibi görünmekte çoğunun gözünde.
Ve bir yandan da
mücadelemizi sürdürüyoruz hayatta ve ayakta kalmak adına.
Diğer yandan engel
olamadığımız gidişat, yaşadıklarımız ve yolumuza taş koyan kimse.
Ve nihayetinde değişime
uğrayan kişiliğimiz…
Genelden özele
indirgersek; bireysel anlamda pek çok menfi tutumla karşılaşmak da oldukça
olası.
Ve farklılıklarımız
sebebiyle kendinde yargılama hakkı bulan nicesi.
Tabii ki kimse de böyle
bir hakka meşru anlamda vakıf da değil diğer yandan. Ama bu da demek değil ki
tutumlarını değiştirecekler.
Sayısız sıfatla itham
edilmekte olası. Basit bir örnek vermek gerekirse; maddi yetersizlik bile bir
kıstas olarak kabul görmekte.
Sonsuz imkâna sahip bir
çocuk istediği pek çok şeye sahip iken yaşam standartları buna yetmeyen nicesi
de var. Sınırsız imkânlarıyla çocuğunu donatan bir aile ve diğer tarafta
çocuğuna ayağını soğuktan koruyacak bir ayakkabı alamayan bir diğeri…
Lüks bir evde yaşamını
sürdürürken tek göz odada sayısız ferdiyle yaşamaya çalışan bir diğer aile.
Biraz başımızı kaldırıp
sağımızı solumuzu hatta uzağımızı incelersek ne çok şey göreceğiz.
Diğer yandan anne ve
babasını yitirmiş ve sıcak bir yuva özlemi ile bekleyen binlerce yetim ve
öksüz.
Ve evcil hayvanlarını
bir çocuk titizliğiyle sahiplenmiş sayısız insan ki sevgiye muhtaç bir çocuğun
farkındalığında bile olmadan.
Kim bilir kimler
kimleri hangi kıstasla değerlendirip ayrıma tabi tutmakta.
Kıstas nedir sizce ya
da hak mı böyle bir ayrıma tabi tutmak insanları. Hepimizin yetersizlikleri ve
doğuştan gelen ya da sonrasında edindiğimiz problemleri olabilir.
Zihniyet, düşünce
farklılığı, makam, mal, para, mülk birer kıstas mıdır insanca yaşayıp
istediğimizi yapıp yapamama açısından?
Dilediğiniz kadar sıfat
ekleyebilirsiniz adınızın ya da adların başına: Din, dil, mezhep, ırk,
cinsiyet, medeni hal ve ne gelirse aklınıza…
Ya hayalleriniz…
İmkanlar dâhilinde mi
gerçekleşir hayaller, söyleyin. Ve söyleyin kimin hakkı vardır bir diğerinin
hayallerini engellemeye.
Ne yazık ki günümüz
koşullarında hayalleriniz bile çalınabilmekte.
Şimdi gelip nasıl
savunabiliriz eşitçilik ilkesini. Ama diğer yandan da olması gereken bir
mefhum: Herkesin eşit olduğu ya da olması gerektiği olgusu.
İnsana saygı, kişiliğe
saygı sonuç itibariyle her birimiz sevilip sayılmayı hak etmiyor muyuz?
Mademki birer parçayız
Yaradan’dan kim olursak olalım ya da hangi şartlara sahip olsak da sonuç
itibariyle eşitiz O’nun gözünde.
Hac ziyaretine giden
hacı adayları tavaf sırasında tek ve aynı model elbise ile yerine getirmiyorlar
mı hac vazifelerini?
İstersek dünyanın en
zengin, en güzel ya da en yakışıklı insanı olalım ya da makam, mevki sahibi
aslında hiçbir farkımız yok birbirimizden her ne kadar kendimizi üstün görsek
de.
Peki, neyin nesi bu
kavga, nedir bu yakıştırılan sıfatlar ya da kim neyin ispatında?
Kısaca geniş bir
perspektifle bakmalıyız hayata, at gözlüğü ile değil.
Sonuç itibariyle bize
bahşedilmiş bir hayat var ve bu da Yaradan’ın bize en büyük armağanı.
Ne zaman ki iyi niyet,
sevgi ve saygı çerçevesinde hareket edersek bunu getirisi de aynı oranda
olacaktır. En azından manevi boyutta pek çok kazanım elde etmemek hiç de zor
değil.
Vicdanımızın sesi, iç
huzur her şeye bedel değil mi…
Ve sorgulamalıyız
kendimizi sık sık hem de, muhasebesini yapmalıyız günün: Kendimize olan sevgi
ve saygı ve taşıdığımız inanç bizi buna mecbur kılmakta zira.
Bıkmadan usanmadan
yinelemeliyiz bu sözcükleri: Sevgi, inanç ve azim…
Kısaca sevgi ve saygı
çerçevesinde yürütülmesi gereken insan ilişkileri ve tabii ki hayallerimiz: Ne
olursa olsun üstelik…
Sevgiyle kalın…
Her şey gönlünüzce
olsun…