Neyin en çok can yaktığı o kadar belirsiz ki… Tıpkı içimizden geçenlerin başkasının nezdinde ne kadar belirsiz olduğu kadar.

 

Can yakmak: Ne de olsa önce can sonra canan…

 

En çok kimi seversiniz? Hadi itiraf edin?

 

Sevgiliniz? Anneniz? En yakın dostunuz?

 

Yanlış cevap… Önce egonuz. Elbette vardır yanlış giden bir şeyler hayatınızda. Hiç inkâr etmeyin. Hangimizin hayatı dört dörtlük olabilir ki. İlla ki vardır mustarip olduğunuz bir şeyler ya da haz etmediğiniz insanlar.

 

Ölçüt ne olabilir sizce? Hayır, hayır sizden bahsetmiyorum. Kastım kimi neye göre değerlendirip hükme varırsınız?

 

Benzerlik teşkil eden yönleriniz mi yoksa farklılıklarınız mı?

 

Benzer olmak iyi mi kötü mü bu da tartışılır. Bu sefer rekabet duygusu kızışıp bir şekilde öne geçmek gelir ilk sırada. Birinci ya da ikinci hatta sonuncu. Nedir ki kıstas. Hırs mı yoksa maddiyat mı?

 

Birbirinden sıdkı sıyrılmış onca insan ve durduk yerde birilerini kırıp darmadağın etmek. Belki de sayısız yalanla donatmak ortamı. Ne de olsa yalanlarını sırrını kim çözebilir ki…

 

Ve eksiklik diye ne addediliyorsa. Ne de olsa kazık kakacağız dünyaya. En iyisi, en güzeli, en başarılısı ve mükemmel gibi sayısız niteleme sıfatı adımızın başına eklenen. Ya da kart vizitlerimizde yazan o şaşalı unvanlar.

 

Kariyer, maaş, unvan ve pek çok sosyal faktör. Olması gereken zaten tam manasıyla bu fakat tek farkla: Azıcık hassasiyet, bol miktarda anlayış ve içten yaklaşımlar insan olduğumuzu hatırlatan.

 

Bir şekilde denge korunmalı ve herkes bir işin ucundan tutup dengeyi devam ettirmeli. Ama o kadar çok zayiat veriyoruz ki. Evet, göreceli ve zaman zaman anlaşılması zor ama imkânsız da değil diğer yandan. Karşımızdaki anlamasa da içimizi okuyan İlahi Gücü göz ardı ediyoruz ne yazık ki.

 

Kırmak hele ki bile bile can yakmak. En zayıf noktasından vurmak.

 

Ne olsa görmez ya da duymaz. Hatta gözünün içine soka soka bunu vurgulamak. Çok basit bir nokta belki de ayrıştırıldığımızı sandığımız… Evet, ayrıştırıldığımızı sandığımız. Basit ya önemli ama ne varsa bizi ayrıştırdığına inandığımız.

 

Ne olabilir ki… Binlerce faktör belki etken belki edilgen ama Allah’ın nazarında sıfır tolerans. O kadar eminiz ki kendimizden yarınımızı düşünmeden el atıyoruz ve zarar veriyoruz bazen farkında olmadan bazen de üstüne basa basa…

 

Sevgi denen o kutsal kelimeye değinmedim bile. Zira kolayca tüketilen bu kelime pek bir anlam ifade etmiyor insanların nezdinde kendilerini ve egolarını sevmeleri haricinde. Ya da anlık ve göstermelik sevgiler ya da alışkanlık haline gelmiş birliktelikler: İster kadın ister erkek.

 

İstisnalar olmaz mı… Ama ne yazık ki istisnalar kaideyi bozmuyor.

 

Kaideler, öğretiler, öngörüler ve sayısız itham hatta nefret hatta ikinci sınıf muamelesi yapan şahsı muhteremler.

 

Kısıtlı bir gözlem alanı ama unutmamalı ki istatiksel analizler de belirli gruplar dâhilinde yapılan ön inceleme ve araştırma neticesinde sonuca ulaşıyor.

 

Ne dramlar yaşanıyor belki yakınımızda belki de uzağımızda. Ne mutsuz hayatlar koşullanmış düzenle sırf uyuma dâhil olmak adına. Kurallar, bilindik ne varsa ama ya iç yüzü…

 

Uyum sağlamak adına bürünülen roller de cabası. Üstün bir performans olduğunu da yadsıyamayız doğrusu. Ne de olsa usta oyunculara taş çıkartırız.

 

Hele ki sorsalar ağız alışkanlığı:

 

-Nasılsın?

 

Cevap vermeye çekinir olduk.

 

-İyiyim.

 

Ya perde arkası…

 

Ya da:

 

-Hiç sorma.

 

-Noldu, anlatsana…

 

Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık. Empati çok sık telaffuz ettiğimiz bir sözcük belki ama ne yazık ki ihtiva ettiği anlamı bir türlü hakkıyla yerine getiremiyoruz. Gerçek anlamda vakıf olsak önce kendimize ve karşımızdakinin durumuna hesap gününden bu kadar korkmazdık. Ama yeri gelince ne güzel çalıştırırız savunma mekanizmalarımızı. Ya yüreğimizden geçenler… Ya dilediklerimiz… Ya gerçek duygu ve düşüncelerimiz…

 

Harcımızdaki malzeme eksik kısaca. Hamurumuz yeterince yoğrulmamış. Ve çoğu şey sözde kalıyor. Allah’ı anmak adına emin olsak da kendimizden yeri geliyor acımasız bir kimlikle kolaylıkla yerin dibine sokuyoruz her kim ise hedef tahtamız. Bu bir yabancı bile olabilmekte. Bir şekilde eksikliklerimizi bertaraf etmeliyiz içine düştüğümüz kompleks denen o hayvani duygu ile ve arınıyoruz insanlığımızdan.

 

Genele mal etmek ne derece doğru olur, tartışılır. Zira bu gibi saptamalar demek değil ki yakınında ya da uzağında insanlar olmayacak. Elbette güven ve hakkaniyet duygusu henüz varlığını yitirmedi ama bu da demek değil ki dört dörtlük insanlarız.

 

Günümüzün gerçekleri hatta dünyanın kurulduğu ilk günden bu yana süre gelen bir süreç. Ve ne yazık ki değişen şartlar, sunulan imkânlar ve malumunuz imkânsızlıklar pek çok mefhumu alıp götürdü bizlerden: Has sevgi gibi, gerçek insan gibi, güven duygusu gibi bizi sarıp sarmalayan. Ya da gerçek aşk, karşılık beklemeyen insani ilişkiler ve aklınıza ne gelirse…

 

Hep derler ya: Allah iyilerle karşılaştırsın. Bize de gereken tam anlamıyla bu. Sağlam dostluklar, şüphe götürmez birliktelikler, birbirinden emin arkadaşlar ve söylenmeyen yalanlar. Belki de görmezden gelmek lazım yeri geldiğinde ve fazla umursamamak. Bu da aşırı alıngan birinin nazarında zor bir seçenek ama yine de uygulamaya değer.

 

Yine de ümidi kesmemek lazım. Öncelikler kendimizden ve kim varsa yakınımızda uzağımızda. Varsın yanılma payı bulunsun yaptığımız seçimlerde. Buna da hayatın tadı tuzu diye baktık mı döngüye dâhil olup uyum sağlamak o kadar da zor olmayacaktır.

 

 

 

( Önce Can Sonra Canan başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 8/6/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.