‘’Durduk yerde sinirlenmek marifet olsa kimse elime su dökemez.’’ diye geçirdi içinden. Ne vardı ki sabahın kör vakti kalkıp yola düşecek. Ama değerdi de ve söz vermişti bir kez. Diğer yandan korku ve heyecan içindeydi. Nasıl da özlemişti onu ilk gençlik yıllarında duyumsadığı tüm o farklı duyguları yeniden misafir ederken. Zira ilk aşkıydı Jale onun. Ve hani az da vakit geçirmemişlerdi dolu dolu. İki yılı aşkın bir süre geceli gündüzlü beraberlerdi. Evlenmelerine ramak kalmıştı ta ki Erdem’in uzak bir sahil kasabasına tayini çıkana kadar. Durduk yerde aralarına nice engel girmişti. Ha bugün ha yarın derken gitgide uzaklaşmışlardı birbirlerinden. Sayısız eften püften bahane ve her ikisinin de kariyer beklentileri derken üstüne üstük araya giren o mesafe ve hayatlarına giren sayısız yabancı. Bir sürü kadın tanımıştı Erdem ama yine de unutamamıştı Jale’yi. Hep içinde bir yerde saklamıştı ona karşı hissettiklerini.

 

Seneler sonra yeniden yolu düştü adamın İstanbul’a. İstanbul demek Jale demekti onun gözünde. Ortak bir arkadaşları vasıtasıyla genç kadının da hala İstanbul’da yaşadığını öğrendi. Önceleri cesaret edemese de bir şekilde özlemini gidermeliydi.

 

‘’Ne var ki bunda’’ demişti demesine ama aynı şehirde oldukları düşüncesi bile tek başına mantıklı bir sebepti bir araya gelmeleri için. Bir şekilde görüşmeliler ve geçen onca yılın hesabını sormalıydı ona.

 

Acaba evlenmiş miydi yoksa o da Erdem gibi koca bir ömrü bekleyerek mi geçirmişti?

 

‘’Yeterince vakit kaybettim. Artık topla cesaretini oğlum.’’ deyip bir hışımla kapattı kapıyı ardından. ‘’Çok soğuk.’’ deyip hayıflandı bir yandan ve arabasına yöneldi. Akşamdan beri yağan yağmur iyice şiddetini arttırmıştı.

 

‘’Bakalım tanıyacak mı beni yıllar sonra?’’ diye de içi içini yiyordu bir yandan.

 

İki saatlik mesafe vardı buluşacakları yere. Yağmuru da hesaba katarsa gecikeceğini tahmin etti. ‘’Allah vere de fazla trafik olmasa.’’ diyordu demesine de malum İstanbul trafiği bir şekilde alıkoyacaktı onu yolundan. Jale Avrupa yakasında oturuyordu belli ki işine yakın olduğu için tercih etmişti. Erdem oldum olası sevememişti karşı yakayı. Bu yüzden diğer yakada köprüye yakın bir siteye yerleşmişti. Oldukça büyüktü dairesi ve mümkün mertebe az eşya ile donatmıştı eskiden olduğu gibi. Ne de olsa özgürlüğüne ve rahatına fazlasıyla düşkündü ve bu da Jale ile ortak noktalarından biriydi.

 

‘’Acaba oturduğum evi Jale görse beğenir mi?’’ gibi saçma sapan bir soru geldi aklına. Ne çok soru ne çok düşünce geçiyordu zihninden ve her birinde bir şekilde Jale’yi düşünüyordu.

 

‘’Oğlum, heveslenme ve bırak artık hayal kurmayı. Alt tarafı seneler sonra oturup konuşacağız. Sırası mı şimdi bunların?’’deyip çimdikledi kolunu.

 

Jale ne kadar rasyonelse Erdem bir o kadar hayalperest bir adamdı hem de ömrü boyunca.’’Olsam olsam firarperestim ben. Fena mı gerçek dünyanın yalanlarından uzaklaşıyorum yalan ve düş ürünü dünyaların gerçeklerine sığınıp.’’deyip sırıttı belli belirsiz. Gitgide hızını düşürüyordu arabasının. Aklı almazdı trafiğin nasıl günün her saati böylesi yoğun olduğuna. Hele yağmur da yağdı mı cehenneme dönerdi yollar.

 

‘’Al işte, belli ki bir kaza olmuş. İnanmıyorum. İşin yoksa saatlerce bekle. Kesin geç kalacağım.’’ demeye kalmadı ki bastı frene. İki araba birbirine girmiş ve kelimenin tam anlamıyla hurdaya dönmüştü. Göz gözü görmüyordu adeta.

 

‘’Allah vere de can kaybı olmasa.’’ Demesi ile yerde yatanları gördü. Üzerleri örtülüydü. İndi arabadan. Can pazarı yaşanıyordu tabir-i caizse. İlerde üsteleri başları kan içinde ağlayanları gördü. Bir yandan genç bir kız feryat figan içinde anne diye ağlıyordu. Gördüğü manzara içler acısıydı. Polis bir yandan yaralılara müdahale ediyor bir yandan da kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. Görünen o ki ambulans henüz gelmemişti.

 

‘’Lanet olsun. Geç kaldım.’’

 

Şunun şurasında buluşacakları yere oldukça yaklaşmıştı. Kim bilir belki Jale de yakınlarda bir yerde ulaşmaya çalışıyordu randevusuna. Görünüşe bakılırsa olay mahallinden uzaklaşması ve yolun açılması uzun sürecekti. Bir yandan etrafına bakıp ortalığı kolaçan ediyordu adam.

 

Ağlayan genç kızın hali içler acısıydı. ‘’Anne, anne.’’ diye haykırırken etrafındakiler teskin etmeye çalışıyordu kızı.

 

Ne yerde yatan cansız bedenlere ne de yaralılara doğru dürüst müdahale vardı. Sireni acı acı çalan ambulans hızla yardı kalabalığı. Zor attı kendini yana. Jale’yi aramalı ve gecikeceğini haber vermeliydi artık ve tuşladı numarayı.

 

Açan olmamıştı. Belli ki direksiyonda idi. Bir kez daha arayacaktı ki gelen çağrı ile irkildi sırtı ürperirken. Anlam veremedi bu tepkisine.

 

‘’Alo, Jale. Müsait değildin sanırım. Nerdesin sen?’’

 

‘’Buyurun. Jale Hanımın telefonu. Yakını mısınız?’’

 

‘’Siz de kimsiniz? Neden telefonu siz açtınız? Bir sorun mu var?’’ demesiyle telefondaki tok erkek sesi derin bir iç geçirdi.

 

‘’Beyefendi, ben polis memuru Ziya C. Çok üzgünüm ama Jale Hanım telefona gelemez.’’

 

‘’Söyler misiniz, neler oluyor?’’ demesine kalmadı ki önünde duran ve telefon ile konuşan polis memuru başını çevirip ona yöneldi. Ve iki adam göz göze geldi.

 

‘’Üzgünüm, çok üzgünüm.’’

 

 

 

( Çok Geç başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 15.12.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu