‘’Menfi hiç bir duygu taşımıyorum’’ demek düşse de payıma reva görülen
nicesi…
Ne zamandır baş başa kaldığıma kani olsam dao yadsıyamadığım
yanımla, an geliyor dokunuyorsun uzak bir coğrafyanın kanayan sınırlarından
sınırları ihlal etme arzusu ile yanıp tutuşurken. Tümleyen diğer yanım yeni
yeni keşfe çıktığım ki bir ömür ertelemenin verdiği o sızı yakarken için için.
Ve içime akıttığım gözyaşlarım bir sır dahi olmaktan çıkmış.
Sır bildiğim kalan yanım kim bilir kaç milyon kez
yaftalanmanın eşiğinde alışageldiği üzere.
Suçlar pay edilmek içindir ne de olsa oysa suçsuz olduğum
halde nedir bu haksızlık. İnkar edemeyeceğim o kırılganlık nice tanı ile
eşleşse de elbet var bir bildiği Tanrı’nın.
Nice ömür
Nice zaman
Zinhar doğmadan henüz
Öyleyse nedir bu çoğalmalar…
Nedir cenazemin sahipsizliği ben bile sahip çıkamazken nice
hatırata, boş bir tabut adeta meftası çoktan çalınmış ya da ölüm denen tuzağa
yakalanmanın an meselesi olduğu…
Aşk gibi ölüm de
Çalıntı bedenler
Çalınmış yürekler
Sırasız bir gidişat
Yoz bir tehlike
Adına cehalet denen…
Bil ki cahil cesareti benimki çarpım tablosunun hiç bir
öğesine tekabül etmeyen.
Ne bir çıkarım,
Ne bir sonuç,
Ne de bir başlangıç…
Başı olmayan bir hikaye nasıl sonlanır söylesene.Virgülü
olmayan bir cümle nasıl dehşetengiz bir pervasızlıkla sayısız soruya paralel
seyreder. Kanıksamak ise tüm maharet ne gibi bir iddiada bulunabilirim ki bir
çeyrek dahi etmezken şu kabullenmezlik.
Sıradan bir sıfat altı üstü kıdemli bir sanrı.
Rağbet göresi bir mizaç seninki.
Yaş almayan bir ruh bana dair.
Peki, bu mudur tek sebep kesişen hayatların döngüdeki
savsaklığı ya da mecrası belli olmayan bir iklim yaz sonrası, kış öncesi.
Arafta kalmış bir ruh belki de akla zarar bir deneyim yoz bir dürtünün
iteklediği.
Kırık bir sandalyenin kayıp ayağı ve ayağa düşmüş bir kez
aşk.
Nidası duyulmazken bülbülün ve örselenmiş bir gülün kanayan
gözyaşları.
Suya hasret bir balık en az güneşe özlem duyan bir beden
vahalarda kaybolmuş.
Belki de şeytani paradoks tüm edimlerin kayıtsız kaldığı
yaptırımlar, yeknesak ve övgüye değer doğrusu kötülük mimarı insan.
Yazarın kulakları çınlasın tabii ki henüz ebediyete intikal
etmediyse:
‘’Bir toplum sebepsiz şiddet ve kötülük kusuyorsa bunun
nedeni; gerçek kötülük deneyiminin, kötülüğün egemenliği deneyiminin eksik
olmasıdır.’’
Nakaratın o devinimine sızmış vicdan.
Ve yosun tutmuş kayalara dönüşmüş bir kere
Nasıl nasıl da yoksun merhametten
Ve o asil ruh tapınası ketum varlığının köşebaşında
sığınmışken Tanrı’ya.
Tanımsız, doyumsuz bedenler inançsızlıklarıyla en ön sırada
saf tutmuş ve eşelerken toprağı kötülük tohumlarının biteviye serpiştirirke.
Nasıl da kızgın Tanrı belli ki o da yaşamakta pişmanlığı.
Tutarlılıktan yoksundu insanoğlu ve kırıktı, paramparçaydı
elleriyle yarattığı Tanrı’nın.
İstifli günahlar kirletirken dünyayı ve öldürürken
masumiyeti…
Ve Goytisolo’nun küfreden Tanrı’sı peyder pey ile getirirken
serzenişini:
‘’Söyle bana, efsaneye göre bir haftada yarattığım bu dünyada
ne değişti? Bu soytarılığı yok yere
uzatmanın ne anlamı var? İnsanlar niye inatla üremeyi sürdürüyor?’’
Cevabı kollektif bilinçaltının o örselenmiş yadsımazlığında
gizli tümo gizil yanıtlar kendi içindeki tutarsızlıkla kıs kıs gülerken tüm bu
bonkörlüğe ve sınır tanımaz utanç duygusu bir kez daha köreltirken vicdanları
nihayete erememenin sırdaşlığında çoktan yol vermiş iken düşlere…