Durağan seyrine
hayatının peşkeş çekiyordu duyamadıkları ve göremedikleri.
Edilgen bir
yadsımazlıkla sabahın köründe ardına kadar açıktı camlar bunca soğuğa ve yağan
kara rağmen. Hatta cam bile yoktu bulunduğu mekânda ne de duvar.
Aldırmadan daha da
dikleştirdi başına ve ağzının içine girmesine izin verdi yağan karın.
Bomboştu sokaklar
görmeye çalıştıkça uzayıp giden beyazdan mükellef iken her yer. Bu pek de
şaşırtmadı onu yine de kolaçan etti sağı solu var mı gelip giden diye. Dikti gözlerini
gökyüzüne, umarsızca kala kaldı öylece eşlik ederken kırılgan kar taneleri. Öylesine
hüzünlüydüler ki ve inanılmaz uyumlu büyük bir zarafetle dökülürken
gökyüzünden.
Fazlasıyla süzgündü
yüzü koyu gölgeler oynaşırken gözaltları inanılmaz çökmüş. Tek bir kımıltı dahi
yoktu bedeninde.
Belli belirsiz bir
ürperti hissetti çökük omuzları aniden gelen bir titremeyle sarsılırken.
‘’Soğuktan olsa gerek’’
demesine kalmadı ki bu sefer de bir karıncalanma peyda oldu başında.
Günlerden beri musallat
olan o baş ağrısına teslim olmuştu bir kez ve daha pek çok şeye ömür billâh.
Zihninin kuytularında
çalan o derme çatma şarkının adını çıkartmaya çalışıyordu bir yandan oysaki ne
tek bir sözü aklına geliyordu ne de kimin söylediği.
İsimsiz kılındığı
yetmezmiş gibi nice sıfatla hüküm giydirildiği geldi aklına. Ne önemi vardı ki
bu saatten sonra…
Vücudunu kolaçan etti. Ellerini
gezdirdi uzuvlarında. Bir yandan da mırıldanıyordu:’’Ya şimdi ya da asla.’’
Aslı astarı yoktu pek
çok şeyin ve şüphe götürmez bir gerçekti ona biçilenler her ne kadar önceleri
paye vermemiş olsa da.
Mekanikleşmiş ve
sıradan bir edimle ovuşturdu gözlerini ki oldukça bulanıktı görmeye çalıştığı
her ne ise.
Sebebini bildiklerinin
yanı sıra anlam veremediği ne varsa aralıksız nöbette, taciz ederken benliğini
uzun süredir arayıp da cevabını bulamadığı o soruya yönelik. Hoş, soruyu da
unutmuştu.
Sarktıkça ve sarkıttıkça
bedenini boşluğa başının ağır geldiğini hissetti istemsizce. Ve inanılmaz bir
ivme ile aşağıya çekerken o tanımlayamadığı güç uzanmaya çalıştığı seçemediği o
uzantıya. Uzanmak da yetmiyordu zira olay fazlasıyla uzamıştı.
‘’Sık dişini’’ demeye
kalmadı ki yitirdi dengesini. Ve arka üstü devrildi. Mucize kabilinden aşağı
bellediği o boşluğa düşmemişti. Yine de hissetti o boşluğu içinde kaybolduğu.
Ve yavaş yavaş bir
sıcaklığın yayıldığını duyumsadı ayaklarından başlayıp vücuduna nükseden. Uyuşukluğun
etkisi azalır gibiydi.
Açıp kapadı gözlerini
ve bir kez daha ve son kez.
Dili de uyuşuktu bedeni gibi.
Uğultu giderek
artıyordu. Arka planda bağıranlar vardı ne idüğü belirsiz bir güruhtu besbelli
bu gürültünün kaynağı.
‘’Bayım, duyuyorsanız
elimi sıkabildiğiniz kadar sıkın.’’
Gücü tükenmiş olsa da
son bir gayretle sıktı kendisine uzatılan eli.
‘’Bulduk komutanım.
Kayıp dağcıyı bulduk. Yoldayız.’’