Kolladığım satırlarda
yüklü olsa da tüm sitemim vazgeçilmezim ne ise arkasındayım. Biraz muğlâk olsa
ve alabildiğine kıymete binmiş uzağında duramadığım bir duygu sarmalı hükmeden
Tanrı’nın yaratısındaki o gizem kadar her daim şükrettiğim.
Tümseklerde takılı
kaldığım anlarım var herkes gibi ve sanrılarım var ben çepeçevre kodlarken her
birini bilinmedik bir öğretinin tecellisinde muhafaza ettiğim.
Garip ve yanılgı yüklü
akabinde yenilgi.
Bazen mızrap bildiğim
yürek sesim belki de içimdeki aşkı ateşleyen. Oysa ne muhalifimdir hem de oldum
olası bu yüzden kolay değil saptığım yoldan geri durmak ya da her an yeni bir
yörünge belirlemek. Tezat bir seçim sarnıcı farkındalığımı asla yitirmediğim ve
zaman zaman içinde düştüğüm o yanılgı inanmak gibi asılsız gözükse de her
seferinde başımı duvarlara vurduğum koca bir hayal kırıklığı benim çocuk
yanımda saklı o sefil ve görünmez masumiyet kadar kolayca incinen.
Öğelerin tasarrufunda
değilim ilk günden bu yana bu yüzden pek çok imgeye aidim en az bana ait olan o
hayal yüklü torbam kadar bir cebimde sevgi yüklü kutum açıp açıp boşaltsam da
tükenmeyen gizli bir kaynak temelinde saklı tüm yalıtılmışlığıma rağmen.
Türevini
algılayamadığım bir mizaç belki de daldan dala yürekten yüreğe konan kaygı bile
gütmeden sadece sevip bağlanan. Gülmek olası en az ağlamak kadar bu bağlamda
hiçbir sınırlama ile iştigal etmiyorum tüm işgal edilmişliğime rağmen.
Gök kubbenin çok
uzağında saklı olsa da evrim yüklü geçmişi insanoğlunun patavatsızca sayıp
sövüyorum yine sakil benliğime nasıl olur da bu saflığımı yitirmedim, diye.
Aptalca gelse de kulağa içimdeki yaşama aşkını tetiklemekte tüm o yanıltılmışlığım
ve her çöküşte dipdiri bir benlikle yeni bir ben’e doğmak hiçbir şey
olmamışçasına. Ne gam…
Ne de eğreti bir biblo
büfenin camında gizli belki de o toz konduramadığım insan sevgim beni bene
yakın kılan ne de olsa her darbe yeni bir kimlik ile kavuşulası bir aşkın
nirengi noktasında çalıyor ve çaldırıyor muğlâk yetilerle donatılmış evrenin
kaygan zemininde telaşlı bir varoluşa meyletmişken.
Tüm hakkaniyet yüklü
edimler ve asılsız ihbarlar kadar çetrefilli olsa da varlığımızın teminatı biz
varlığımızı yokluğa hibe edip uzanıyoruz sonsuzluğa bilsek de hiçlik ile
iştigal eden garip canlılar olduğumuzu.
Pek çok duygunun yitip
gittiği ve tahammül gücünü zorlayan hatalar ile dolu iken mazi nasıl oluyor da
hala ümit besleyip inanmaya devam ediyoruz öncelikle kendi yalanlarımıza ve
inanmak istediğimiz her kim ise yine toz konduramazken bu da Hakkın rahmetinin
tecellisi aşk ile yoğrulurken ve evrimini henüz tamamlayamamış bir sistemin
donatısına haiz olmaya çalışıp da yeniden dirilmek kadar akıl dışı diğer yandan
oldukça olası. Varlık nasıl vazgeçilmezimiz ise aşk ve inanç da doğru orantılı
bir seyir ile mümkün kılmaya devam etmekte evrenin kalbi her birimizde ayrı bir
ahenkle atarken ve yola devam ederken aldığımız tüm yenilgiye rağmen.
Yeniden doğuşum
mucizesi olup biten ve Tanrı’nın koruyup kolladığı ve kodladığı biz insanoğlu
esefle kınasak da birbirimizi ve aşkın tecellisi biz her ne kadar tüm olumsuzlukları
baş tacı etsek de. İşin sırrı mı? Sadece sevmek üstelik hiçbir gerekçe
göstermeden ve asaletini korumak o yüce duygunun tanımsız ve asılsız olsak da
zaman zaman bu değil mi aşk’ın mızrabı çalmaktan alıkoyamadığımız aynı şarkıyı
dinlemekten usanmazken eş güdümlü seyri sonsuzluğa meyletmişken bir kez.
Gün batımı rakseden
yoksunluğun külliyen o sancılı girizgâhındaki tek bilinmez olsa keşke.
Vasıfların vasıfsız
sıradanlığında devinen ruhların göreceli yoksunluğu aslında nail olup da haz
etmezken belki de doyasıya arzulayıp yakınından bile geçmediğimiz.
İşgal edilen ya da
iştigal edilen yoksa istimlâk edilmiş bir ruh mu tüm kayıtsızlığınız ile
sığınırken öksüz bir serçenin kırık kanatlarındaki o hazin yüklü sefillik kadar
göze batan. İfşa edilesi belki de ifa edilesi yine de anlam yükleyemezken o
kırılganlığın naif duyumundaki gizem yüklü söylenceler kadar bertaraf
edemezken.
Mutsuzluğun bir günah
olduğuna yeni yeni vakıfım ve hüznün asaleti yadsınırken. Mesele mutlandıran
bir dokunuş mu malik olduğumuz maddiyat mı manevi yoksunluğumuzu göz ardı edip.
Koşullanmak kadar yüksek bir rakım insan soyunun birliktelikle hükmettiği ya da
hükümranlığı koşulların ve yetkili mercilerin bu bağlamda yalnız bir ruh
ötelenebilmekte ölesiye örselenirken. Bağımsız haritalardaki bir nokta mısınız
yoksa bir işaretten ibaret ya da bir imge mi yalnızın yoksun kılındığı belki de
yokluğun hakir görüldüğü.
Anlamak ya da
anlaşılmak iç içe geçmiş bir evrim süreci kadar bitimsiz siz iddia ederken ve
karşı gelirken evren sonuçta adisyona eklenen bir hane ödediğiniz bedeller
neyin karşılığı olduğunu bilmeden üstelik.
Kırık bir hazne altı
üstü ve paramparça bir benlik can kırıklığının hayal kırıklığından bile öne
geçtiği.
Ciltlere sığmazken
cümlelerin gölgesinde siz sadece sığınırken önce Tanrı’ya sonra yine ve sadece
Tanrı’ya zira haricinde kimse kabul etmemekte mutsuz ve yorgun bir ruhu ve
biçilen ne ise yüzü suyuna hürmeten karşı duramadığınız o yoğun aktarım zihnin
ve ruhun çökertildiği.
Telaşla uçan kuş
sürüleri, bir oradan bir buraya seğirten insan kitleleri ve hüzünlü bir
yakarışla elinizi uzattığınız ve gözden ırak bir ömrün gönle yüklediği hele ki
o koyulan düşsel hacmi iken benliğin tek dayanağı uğursuz karabasanlar kadar
yine dönüp dolaşıp geldiğiniz aynı nokta bir edimden ziyade bir zorunluluk ve
kaskatı bir bedenin ayrı düştüğü o muğlak ruh huzursuzluğunun durağında
mutluluğa gebe bir düşün özleminde tüm izafi sancısı hayat denen kıyısı.
Yazarın dem vurduğu
gibi;’’sadece acı büyütür bizi, acının göğsünde bekleyen sıkıntı, tıpkı eski
kahramanların torunları gibi bir simgeye benzer.’’