An’a düşen bir gölgenin
istikrarlı yeminine bağlı, kayıp bir kıtanın en işkilli azınlığıydı sözüm ona.
Söz konusu seferberlik iken yanılgı yüklü, çemkirdiği yüreğe attığı çamur kadar
iz kalıyordu ruhunda.
Debdebeli ve seyri ayrı
bir imtihandı hele ki gönül küpeştesinden uzattığı merdivenin kırık
basamaklarını görmezden gelenler nezdinde.
Düş yarasıydı, gördüğü kâbus sonrası istiflediği.
Gönül yarasıydı, her
gidenin ardından ağıt yaktığı.
Sayısız izlek vardı
belki maruzat beyan edemediği: Kâh dünden yarına kâh gömülü sancıların
bucağında.
Telaffuzu zehir idi
hele ki pelesenk ettiği sakıncalı yaratısı iken şeytan, evrenin.
Üzünç mademki düştüğü
şerh idi ya gerisi…
İnkâr edilesi bir
gerçek iken sırtını çevirdiği, kula kulluk etmekti tek çekincesi.
Hırpani bulutlar çakmak
çakmak yansıyordu zehir kusan öfkesinde insan ırkının belki de şekillenmiş yeni
insan ırklarının, olur da o gruplaşma Allah muhafaza infilak eder de bir
çapanoğlu çıkarsa altından…
Sakıncalı ne çok mevzu
vardı da konuşmak ona mı düşmüştü?
Biraz silik biraz ölgün
ve mütemadiyen yorgun bir ruh. İştirak eden bedeni de kattık mı, hayat yorgunu
ve ikbalsiz bir tanrıçaydı nezdinde meleklerin. Sakınca addedilen ne varsa
bertaraf ederdi tek bir gülüşe sığan gamzeleri Lokman Hekimmişçesine çalakalem iz
sürerken ve önüne serilen kırmızı halının olur da püskülüne takılıp tepe taklak
olur dercesine.
Korkular mademki
güdümlüydü ve madem sakıncaları perde arkasında boyutsuzluğa kul köle olmuştu…
Hanidir acıyan bir yanı vardı yüreğinin ve acıtan sözcükleri, yolarken saçını
başını, eremediği pekmez iklimlerde beyhude bir gölgeye mazhar olur da, kim
bilir ererdi hidayete.
Oyunbaz bir mizaç,
sakıncalı bir yürek sesi ve depreşen ne çok maruzat yüklü iken benlik
katsayısı, sığındığı mihrabın aymaz yalnızlığında, peyda olan kırık ve hazin
bir son.
Albenisi vardı da yok
mu sayıyordu düzenek?
Sırça köşkünün
mahremiyeti suskun bir devrin tahayyül ettiği rahvan bir yalnızlığa mı pencere
açmıştı da yorgun kuş sürülerinin yolu hiç mi bu yakadan geçmiyordu?
Yalnızlığı nüktedan ve
boş vermişliğinin tasasına yüklü bir sızıntı mıydı da sona kurulu alarmın ara
durağında debdebeli bir yalnızlığın hükümranlığında ani bir çalım atmıştı?
‘’Ah’’ dedi ve derin
derin iç geçirdi. Eliyle koymuş gibi bulacağını bilse de bu sefer pek üstelemedi
kayıp imgelerin dağınıklığında kaybolduğu neresi ise.
Edimsiz bir var oluş
olamazdı onunki daha doğrusu hayal meyal hatırlıyordu seneler evvel başından
geçenleri. Bir düştü kimine göre ve düşmüştü bir kez yoldan çıkmış dürtülerin
maruzatına sığdırdığı ahkâmları görmezden gelip.
Bir kez daha derin bir
soluk aldı. Eninde sonunda varacağı noktaya nihayetinde ulaşmıştı.
Rahvan bulutlar nazlı
nazlı süzülüyordu da o mu görmüyordu yoksa düş kırığı ve sebepsiz bir o kadar
cibilliyetsiz sanrılar mıydı ayan beyan yolunu kesen?
‘’Benden buraya kadar’’
demekse tecelli eden, onca emeği boşa mı gidecekti şimdi.
Nüktedan evrenin boş
vermişliği kadar anlamsız bir yargıya mahal veren yerli yersiz ve merhametten
yoksun sakıncalarını göz ardı etmesi gerektiğini bilse de oralı bile
olmayacakları şüphe götürmez bir gerçekti.
Anlık bir sitem nelere
kadirdi.
Ansız bir yok oluş
muydu yoksa sebep olduğu ikilemleri görmezden gelenlerce hasıraltı edilen.
Yoksa nifak sokanlara
ihanet miydi yolsuz kalmışlığının bedelini ödemekle yükümlü tutulduğu…
Yükümlüydü yükümlü
olmasına da yüklüydü de yüreği haddinden fazla ve bir o kadar yorgun bir ömrün
kıyısında, soluklandığı mizacı kırık ve anlaşılması imkânsız bir sürü fiiliyat.
Bir tutanağın altına düştüğü şerh idi mademki gerçek dünyanın en büyük
yanılgısı, kim bilir kaçıncı hayal kırıklığı idi yaşadığı ve yaşatılan bir o
kadar hazin bir sona mahal veren o sebepsiz var oluş hatta ne çok sakınca,
bedbin ve istikrarsız hatta sondan bir adım öncesi.
Kahramanı tek kişiydi
ve tarafınca sevildiğine kani olduğu yegâne varlık.
Sancısı bitimsizdi hele
ki artan tedirginliği ve o rahvan yalnızlığına sebebiyet veren.
Parsellenmiş
vicdanların molasız ihanetlerine rücu eden dokunulmazlığından medet uman kim
varsa…
‘’İşte’’ dedi ahenkli
bir yok oluşun anlık yorgunluğuna daha da baskı yaptığı o tedirgin lehçe ile ve
belli belirsiz inledi.
‘’Ya şimdi ya da…’’demesine
fırsat kalmamıştı ki tekrarladı o son repliği üstelik babasından bir ömür boyu
duyup zihnine kazıdığı.
‘’Meleğim benim, sensin
yaşama sebebim. Annen gittikten sonra kutup yıldızım oldun benim ve sana hak
ettiğin gibi bir hayat veremedim. Evet, önceleri suçladım seni ve yüksündüm de
seni kucağıma verdiklerinde. Ufacıktın ve annenin modeli daha doğrusu minyatür
bir peri kızıydın dokunmaya ve sevmeye kıyamadığım. Sana layık bir baba
olamadım. Affet beni, prensesim.’’
Nelere mazhar olacaktı
oysa baba kız aşkı: Nüktedan bir sevgi iken evrenin sunumu neden çok görmüştü
Tanrı?
‘’Buna hakkım yok
gerçekten de yok ama mecburum’’ demek olmuştu günlerdir tek tesellisi. İşte
kader tecelli edecek ve ulaşacaktı anne ve babasının kapıda beklediği cennete.
Aslında kendini aldattığını bilmiyor da değildi hani. Ne de olsa, kendi
elleriyle son vereceği yaşam, Tanrı’nın gözünde cehenneme geçit verecekti
nihayetinde.
Geride bıraktığı ne
vardı da bu denli özlem yüklüydü yüreği üstelik kararını verdiği ilk andan
itibaren.
Hazine addedilen bu
yaşamdı aslında ona dünyada cehennemi yaşatan ve solutan. Solan bir çiçek
olduğunu biliyordu babası da onu terk ettiğinden beri.
Sızım sızım acıyan bir
dokunuş idi hayatın ona sunduğu belki de çaldığı. Çalıntı bir sevince mademki
mahal vermemişti insanlar ve mademki göz yummuşlardı hidayete ermemesine…
Geride bıraktığı hiçbir
şey yoktu sadece defolu bir hayat zincirine tekabül eden o payidar yalnızlığı.
Gölgelenen bir hayatın mizacı ona yakışmamıştı kim bilir belki de ölüm idi
biçilen kaftan.
Annesinin kokusu
babasına o kadar sinmişti ki. Ya şimdi? Babası da gittiğinden beri kimi
koklayacaktı anne ve baba diye çığlık atarken yüreği?
Üstelik onca hatırayı
taşıyacak kadar güçlü de değildi. Gerçi babası hep güçlü ve asil kızım, diye
severdi ama…
‘’O son adım, inan ki
yol ayrımın. Hadi, at kendini ve insanların diline pelesenk et o son cümleni.
Öyle ya, ben kifayetsiz bir zavallıyım ve gönül perdemi çoktan çektim.’’
‘’Neler yaşadığımı
bilmezken kim oluyorsun da ahkâm kesiyorsun?’’
‘’Görmezden geldiğin
vicdan yakanım, sefil kız.’’
‘’Benim vicdanım olsan
ne yazar? Bunca kalabalık bir yalnızlığın vicdanına söz düşer mi?’’
‘’Peki, söyle o zaman
içindeki o küçük çocuğa ve haykır inanmadığını.’’
‘’Neye inanıp
inanmadığım kimin umurunda? Güldürme beni. Varlığım da yokluğum da bir üstelik
kim fark edecek gittiğimi?’’
‘’Unuttun mu, söyle?
Verdiğin sözü unuttun mu düş perine?’’
‘’Çok küçüktüm hem de
çok. Üstelik o benim düş değil diş perimdi.’’
‘’Sence ben kimim?’’
‘’Bir hayalden
ibaretsin hatta istesem şu an yok ederim seni.’’
‘’Dene, o zaman.’’
‘’Çok yorgunum çok hem
de.’’
‘’Yorgun değilsin
sadece koca bir korkak.’’
‘’Bu kimseyi
ilgilendirmez. Üstelik kimsem kalmadı hayatta.’’
‘’Geç değil henüz ve
sadece düşün.’’
‘’Neyi düşüneceğim bu
saatten sonra. Bırak yakamı ve defol git.’’
‘’Kimsesi olmayan kim
varsa ve ayrıca…’’
‘’Devamını dinlemek
istemiyorum inan ki. Ve sadece kendimi boşluğa bırakmak.’’
‘’O zaman neden
tereddüt içindesin?’’
‘’Neden, neden,
neden?’’
‘’Cevabını biliyorsun
çünkü acı çekmek ölmekten daha zor.’’
‘’Acı çekmek değil tek
çekincem sadece hissetmek çok ağır geliyor. Ve kimsesizliğim bir o kadar
alçaltıcı.’’
‘’Kimsesiz değilsin.
İnancı olan hiç kimse kimsesiz değil.’’
‘’Kimsin sen?’’
‘’Sence?’’
‘’Hep yanımda olacağına
söz ver.’’
‘’Olmayacaksam yanında,
şu an da olmazdım yanında. Sadece hisset.’’
‘’Hissediyorum ve
görüyorum da üstelik.’’
‘’O zaman insanlar
neden sadece seni görüp ve yapma diye haykırıyor?’’
‘’Ne yani, bir tek ben
mi görüyorum seni?’’
‘’Bayan, bayan iyi
misiniz?’’ ‘’Tek yapman gereken başladığın yere geri dönmek. Sadece vazgeç,
vazgeç…’’
‘’Başım dönüyor ve
inanılmaz üşüyorum hem de çok üşüyorum. Neredeyim ben, söyleyin neredeyim? Hem
nerede o?’’
‘’Kimden
bahsediyorsunuz? Az kaldı boğuluyordunuz. Bu bir mucize. İyisiniz değil mi?’’
‘’Nasıl yani, başka
kimseyi görmediniz mi?’’
‘’Sizi dalgıçlar
kurtardı. Üstelik kimse yoktu yanınızda.’’
‘’Yalnız değildim ki.
Hem…’’
‘’Şu an şoktasınız.
Sayıklamanız çok normal. Bu ilk kez oluyor.’’
‘’Nedir ilk kez olan?’’
‘’O yükseklikten denize
düşüp yaşayan ilk sizsiniz. Demek ki vadeniz dolmamış.’’
‘’Bana söz verdi. Evet,
söz verdi. Hem…’’
‘’Hem ne?’’
‘’Bu garip değil mi
sizce?’’
‘’Garip olan ne,
bayan?’’
‘’Hiç, hiçbir şey.
Yaşamak çok güzel/miş.’’