Gündönümü sancılı bir
doğuma gebe: Benlik ise imgelemenin kaygılarından uzak bir var oluş felsefesi
hepi topu. Işıktan örülü gök kubbe ve sokulgan. Aceleci kuşlar seferber olmuş
hüzün odaklı düş kırıklarını gagalıyorlar. Akılları sıra yok edecekler esareti
ve ödeyecekler kefaretini yüklü bulutlar çağladıkça ve çoğaldıkça serpintisi
eşleşen yürek sesinin gümbürtüsü bir yandan ifşa ederken gök gürültüsünü.
Aslında yağmur yağmaz
oldu belli ki rahmet bırakmaktan imtina ediyor evren. Satılmış imgeler, sataşan
öğeler ve savruk ruhların sıkılganlığında hoş beş ederken münafık öngörüler.
Kırık bir rota son
zamanların vazgeçilmezi: Ne zaman ki dümeni kırsam illa ki evrenin kırsalında
rast geliyorum bilinmeze ve koşullandığım sakil mabedimin berhudar misafirleri
yoldan çıkmış kim varsa yığıyor ruhumun enginlerine: Kâh kayıp bir keşiş kâh
gölgeli bir boyunduruk. Gölgemi de kaybettiğimden bu yana biliyorum ki artık
eşleşmeyecek şu rahvan benlik: Ne ile iştigal edersem edeyim rütbelerini
çaldırdım bir kez varlıksızlığımın.
Önce çocuktum ve derken
kayboldum.
Kaybolmanın ertesinde
bulamadığım mizacı hele ki sonlandıramadığım ikilemleri de şart koştu Yaradan;
hangi iklimin kim bilir kaçıncı dönencesiydi de gece sonlanmadı ve kıta değiştirdim,
saf tuttum yalnızlık duvarlarında, Çin Seddi’nden de uzundu ve çalıntı bir
sevgiyi mızrap yaptım: Çalmadığım hangi şarkı, hangi çaldırmadığım düş kaldı ki
geride? Düşe kalka niyaz eylediğim revnak sureleri biriktirdim gönül hutbemde.
Sustum ama konuşan iç sesim hiç mübalağa etmedi sessizliğimin izi düşerken
toprağa. Toprak karaydı ve ıslak. Mundar bildiğim ne bir yalan beyan ettim ne
de tek bir gıybet. Yine de hükümranlığında gölgelerin kerelerce kayboldum,
bulunmaz tek nimeti mademki destur edinmiştim; ayyuka çıktı sevgiye düşkünlüğüm
ve derken ıskalandığım sağanakta kuru kaldı ellerim yine de ıslak gözlerimin yaşı
karıştı yasıma. Yaslandığım hangi dağdı da yâd eyledim elemi, hangi pervazdı
konuşlandığı o cüzi serçelerin?
Sakıncaları belki de
iklimsiz hırkamda kaybolan benliğimdi: Kayıp addedilen ama garba dönük sırtı ve
yüzü seçilmeyen bir ahvalin hangi desturuydu da yoldan çıkmışlığın hikmetine
sığdırılmıştı aciz gölgeler?
Demli menkıbelerde
adımı fısıldayan yarınsız dünlerime mal ettim ikbalsiz yarınları mest oldu
evren ve kıymete bindim ilk kez.
Vakur bir dokunuş ve
adsız bir şiir adına hayat denen. Şiirin hangi dizesinde kaybolmuş olmam
değildi ki önem arz eden, doğduğum günün yüzü suyu hürmetine ulaştım rakımdı
aslında varlığımın tecellisindeki sağdıcım.
Donatılar ahenksiz bir
yerleşkede ne mi arıyordu da rast gelmiştim çalıntı aşkların çıldırmış hüznüne:
Aşktan deliren bir ümmetti ben ise sevgisizliğin isyanında kıymete binen
varlıksız öngörülere asıldıkça asıldım, kesilen sesim soluğum bile ötelenmişken
feyiz aldığım çatısı gök kubbenin belli ki istikbalimdeki varıp varacağım yegâne
duraktı. Bu yüzden mi ölmüşlüğümüm ölgün suretine dokunulmakta tüm
dokunulmazlığını tek bir kelime ile ifa etmekle mükellef kılınan kim varsa…
Devrik bir ömrü her yâd
ettiğimde ıskartaya çıkar benlik. Ben olmaktan da öte varamayacağımı bildiğim
ne çok durak. Tecellisi belli ki biraz da sırnaşık kapkaç gölgeler: Bir varım
bir yok yine de sezilerim kuvvetle muhtemel yaşamaya ve yaşatmaya muktedir.
Anlık kayıpların şeceresinde
belki de muğlâk tedirginliğimin oyunbaz tehditleri ramak kala mutluluğa.
Tüm kayıtsızlığı kadar
sakil aslında evrenin yitik düşlerinin gizeminde sıkışık üç beş cümle.
Hanidir, deyip de
koyduğumuzda son noktayı ve soluklandığımız her satırda, gönüllü gönülsüz o
sevi dili. Oysaki en kolayı sevmek yine de vazgeçilmezimiz iken nefret.
Bir varmış bir yokmuş,
dercesine geçip gidiyoruz işte: Bir varız yarına çıkar mıyız. Hani olur da
düşer yolu şu garibin bir dost meclisine ve sessizce ağlarım yaktığım ağıtlarda
gizli iken tüm elemim.
Mükerrer eden külfeti
de ekledik mi ve fazlasıyla savruk bir ömrün katsayısı olan yoksunluk belli ki
nirengi noktasıymış ezelden, neyin mi? Belki de kimin demeliyiz. Hanidir
tescilli gök kubbeye her konuşlandığımda içimde çok derin bir sızı, kanarken
usul usul yeter ki kanamasın evren ve solumalıyım hem hüznü hem sırdaş
yalnızlığı.
Boyutsuz tecellisi
devrik imgelerin; bir yandan ruhu sağaltan bir yandan pekiştiren elemi.
Yoksun kılındıklarımız
yine de ayrı duramadığımız.
Yüreklerin kırığı ama
sadece eklentisi anlamsızlık iken uzayıp giden yolculuğun.
Misliyle ödedim borcumu
misilleme yapan ömrün sunumundaki onca gömütü hepten teslim ettim kara toprağa:
Önceden kararlaştırdığı gibi kaderin, gelmek bilmedi randevularına: Her gidişin
ardından tescillenen özlemin gıyabında buluştum hüzün ile. Ne sancılı bir ölüm
ve ne çok sanrı yüklü bir döngü. Belli ki rahmeti muhtelif kayıplarımın her ne
kadar çıkmazda addedilen düşkün ve zincirli benliğimi de ekledim mi…
Randımanı düşük bir
varsayım: Her özneyi görmezden gelen sıra dışı bir yüklem ve sadece emir
kipinde dünya ahalisi. Perdeli aklımızın ötelediği gölgeli bir beraberlik
vicdanımız ile aramıza giren.
Kayıtsız olan evren mi
de bu denli rahat vicdanlarımız?
Kayıp olan gün ışığı mı
da bu denli sevdik karayı?
Tedirgin benliğim
sormaya korkar oldu hani olur da düşer yolum cennete yaşarken yaşadığım
cehennemi solumaktan bitap düşmüşken…
Kalabalık
yalnızlıklarımıza ne çok rağbet varmışta bu kadar yüksünüyoruz kendimizle baş
başa kalmaktan oysaki varlığımızı bize emanet veren İlahi Gücü görmezden
geliyoruz her ihtirasımızı payidar kılarken.