1
1. 5.BÖLÜM
DENİZLİ’NİN
YOLLARI
1245 Mart – DENİZLİ
Yaş otuz üç, Allah’ın insana verdiği
ömrün en güzel çağları… Cenabı Allah Cennet’te insanları otuz üç yaşındaki hali
ile ebedi misafir edecekmiş. Yaşımı filan aramıyorum da haksızlık,
adaletsizlik, gerici tutumun infazı beni yıkandır. Rüyalarıma giren meleğin
sözü beni ayakta durdurandır. Allah’tan bir işaret, bir umut bekliyorum. Çünkü ömür boyu hapis yatacak
biri değilim. Ömrümü zindanların kara zulmüne heba etmek istemiyorum.
Zindankale’ye geçtikten sonra en
azından hayata tutulma şartları düzeltilmişti. Güneş gören koğuşlar, düzenli
verilen aşlar, ihtiyaçlarımızı karşılanması… en azından kararan hayatımızı bir
iğne ucu kadar aydınlık için umut sağlıyordu.
Mevlâm ne eylerse güzel eyler…
{|{
İnsanın, bir insanın ölmesine
sevinmemesi lazım… Özellikle Sultanlık makamının başında olan biri için… Fakat
bugün gelen haber bize bayramdı! Sultanımız Tarsus kuşatmasında, Alanya’dayken
aniden rahatsızlanarak, bilinmeyen bir hastalıktan dolayı vefat etmiş. Haber
çok kısa zamanda yurt geneline yayılmış. Yurt genelinde yas ilan edilmiş. Ama
bizim için bu bir umut olabilirdi! Bir atasözünde “gelen gideni aratırmış”
deniliyor ama biz her hâlükârda tahta çıkacak Sultandan ümitliyiz. Çünkü Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğulları,
bizlere yapılan haksız uygulamalardan rahatsız olduklarını söylemiş. Bu olumlu görüş bize de bir ümit oldu.
Ahi Babamız hemen bir talimat
yaymış bizlere:
-Yiğitlerim sükûnet içerisinde, sakin olarak beklesinler.
İkinci bir talimata kadar tepki bulacak herhangi bir tutum ve davranışta
bulunmasınlar, demiş.
Ahi Babamızda bir ümit olduğunun farkına varırken bu ümidin
hayal kırıklığına uğramaması için kendi çapında tedbir almaya çalışmıştı.
Sultanlık Makamına İzzeddîn Keykavus çıkartılmış,
karanlıkların saltanatı da artık sona ermiş. O büyük müjde hemen, “Zindanlarda
ne kadar Ahi varsa hemen serbest bırakılacaktır.” diye duyuruldu.
Allah’ım sana inandık, sana güvendik, yolumuz senin
yolundur! Sen bizim yüzümüzü kara çıkartmadın! Senin yolundan biz hiç
ayrılmadık! Sadece sana inandık! Sen bizleri bir daha haksızlığa uğramaktan
koru Allah’ım!
Rüyamdaki meleğin bana söyledikleri hemen gözümün önünde
canlanıverdi. Bana sabretmemi söylemişti. Çok şükür Allah’ıma… Kötü, karanlık
günler geride kaldı! Artık güneşli, güzel günler bizi bekliyor… Çıkar çıkmaz
anama, köyüme hemen haber salmalıyım. İlk fırsatta da köyüme gitmeliyim. Şu
anda nefes alıyorsam onların duaları sayesindedir… Allah izin verirse Ahi
Babamdan, ilk görüşmemde ailemi görmek için izin isteyeceğim.
Sultan Hazretleri emri hemen uygulanmaya başlanmıştı. Ahi
Babamızdan başlayarak zindanlarda yatan zaviye şeyhlerinin ve yiğitlerin
özgürlüğü teslim ediliyordu… Çok şükür Allah’ıma! Beş yıldır bu anı
bekliyorduk.
Ey Türk’e ilham olan özgürlüğün kralı kartal! Artık biz de özgürüz!
Artık biz de bu semalardayız! Bu vatanın özgür evlatlarıyız biz! Karanlığa
geçit vermedik! Karanlığa fırsat vermedik! Sabrettik! Sadece sabrettik! Çünkü
adil olan biz idik! Doğru, adil adalet işte budur! Hiçbir gücün haddi değildir,
Türk evladına kefen biçmek! Eğer biz doğru yolda isek, su akar doğru yolu bulur!
Zindankale’nin dış surlarında
Ahi Baba bizleri bekliyordu. Beni görür görmez kollarını açtı, bir baba şefkati ile sarıldı.
-
Allah’a şükürler olsun evlat! dedi. Bugünü de
gösterdi bize ya, artık gönül rahatlığıyla son nefesimi verebilirim.
-
Allah gecinden versin efendim! Siz bizim pirimizsiniz.
Sizsiz bir hayatı düşünmek bile istemiyorum. Allah’ım size güç ve kuvvet
versin. Allah sizi başımızdan eksik etmesin!
Bu sözlerimin üstüne gözlerinden
sicim sicim yaşlar akmaya başladı. Ben de ona bir evladı olarak sıkı sıkı
sarıldım. Baba oğul koklaştık, sarıldık, hasret gidermeye çalıştık.
-
Evlat bir an önce teşkilatımızı toplayalım ve
kendimize bir yol çizelim.
-
Haklısınız efendim. Bir an önce toparlanmamız gerekiyor.
Emriniz başım üstüne!
-
Yalnız Sultan Hazretleri beni makama çağırtmış.
Söyleyecekleri vardır. Musa Ağabeyinle birlikte Fâtıma Ananıza kısa bir ziyaret
edin. Merakta kalmasın. Yardımcılarımla birlikte müsait bir yerde acil bir
toplantı düzenleyelim.
-
Emriniz başım üstüne Efendim!
{|{
Akşam ezanı okunurken Bakırcılar Zaviyesi şeyhinin Meram Bağlarındaki
evinde toplandık. Ahi Babamız da gün batarken aramıza katıldı.
-
Allah bizim sabrımızı denedi ve sabrımızı ölçtü.
Hepimiz onun huzurunda sınavı başarı ile geçtik! Cenabı Allah karanlık günleri
bir daha göstermesin! diye dua etti.
-
Âmin… Âmin… Âmin, dedik bir ağızdan.
-
Bugüne kadar yolumuzdan bir kum tanesi kadar
mesafe ödün vermedik. Bundan sonra da vermeyeceğiz. Yolumuz Allah yoludur! diye
devam etti.
-
Yolumuz Allah yoludur! Pirimiz Ahi Evren Babamızdır,
dedik. Allah yâr ve yardımcımız olsun!
-
Sultan Hazretleri yolumuzda yolcudur, diye
konuşmasını sürdürdü. Yolumuz için gereğini yapacağını söyledi. Herkes
görevinin başına geçecek ve çalışmasına devam edecektir. Fakat ben kısa bir
süre ara vereceğim, çünkü çok yoruldum, biraz dinleneceğim. Teşkilatımızın
sorumluluğu yardımcılarımda olacaktır. Büyük bir ihtimalle batıdaki uç noktamız
Denizli Vilayetine gideceğim ve teşkilatımızı burada da kuracağım. Eğitimleri
yarıda kesilen yiğitlerim, Başkanlık Divanı tarafından ihtiyaç olan vilayetlere
görevlendirilecektir. Ey Allah yolunun yolcuları! Maalesef karanlık güçler
tarafından haksızlığa uğratılarak teşkilatımızın devamlılığı sekteye
uğratılmıştır. Çok acı çektik. Şehitler verdik! Şehitlerimiz Allah’ın en güzel
makamında kabul edileceklerdir inşallah.
Hasta olanlarımıza
Allah acil şifalar versin, bir an önce kutsal görevlerine dönmeyi nasip etsin! Allah
bizlere bir daha böyle acı günler göstermesin! Allah Celli Celâli bizleri bir
daha karanlıklar içerisinde bırakmasın!
-
Âmin… Âmin… Âmin…
-
Yolumuz Allah yoludur! Allah’ın izni, Sultan
Hazretlerinin fermanı ile bundan böyle kutsal görevimizi canla, başla yürütmeye
devam edeceğiz… Allah yâr ve yardımcımız olsun !
-
Âmin… Âmin… Âmin…
{|{
-
Evlat köyüne ziyaret arzunu biliyorum. İlk
fırsatta seni köyüne yollamak istiyorum ama kısa bir süre için Denizli’ye
gideceğimi söylemiştim ya, seninle beraber gitmek istiyorum. Orada kalmamız, tahminimce
bir yıl sürmez. Fatîma Anan ve Sinan kardeşin de bizimle gelecek. Zamanı
gelince Allah izin verirse Kırşehri’ne beraber gideceğiz, büyük ihtimalle de
Kırşehri’ne yerleşeceğiz. Sultan Hazretleri böyle olmasının hem Sultanlığımızın
hem de teşkilatımızın bekası için gerekli olduğunu anlattı. Teşkilatımızın merkezini
de Kırşehri’ne taşımak istiyoruz. Böylelikle güvenli bir merkeze sahip olacağız.
Yolumuza orada devam edeceğiz.
-
Siz nasıl uygun görürseniz efendim.
-
Sağ ol evlat.
-
Sizin sağ olun efendim. Allah size uzun ömür
versin ki başımızdan eksik olmayın efendim.
-
Fatîma Anana söyledim. En kısa sürede hazırlanıp
yola çıkacağız.
-
Allah yâr ve yardımcımız olsun.
-
Âmin.
{|{
Denizli batıdaki en uç vilayetimizdi. Bizanslılar ile
kıyasa mücadele edilerek birkaç kez fethedilmiş fakat ve en sonunda bir Türk yurdu
olmuştu. Orada esnaf arasında henüz teşkilatlanma yapılmamıştı. Ahi Babamız, hem
idari yapıyı güçlendirmek hem esnaf arasında birliği sağlamak hem de
yorgunluğunu atmak için gidiyordu. Konya ile Denizli yedi sekiz günlük bir
mesafeydi. İnşallah bize hayırlı gelecekti.
Bu gece yatsı namazı eda edildikten sonra Allah izin
verirse yola çıkacağız. Kervanda sadece Ahi Babamız ve ailesi olacak. Bir de güvenliği
sağlayacak askerler.
Denizli, deniz havası etkisindeymiş. Baharın en güzel
günlerini orda göreceğiz galiba. İnşallah poyrazların, tipilerin etkisinde
kalmayız. Ve baharı bahar gibi yaşarız.
Yorgundum, benim için de iyi olacak. Bahar deyince
Kırlangıç’ın menekşeleri aklıma düştü. Hayatın gailesinden onları da gönlümde
küstürmüştüm. Baharla beraber onları gönlümde yeşertirim. Çünkü ben onlarsız,
onlar da bensiz yapamazlar. Kırlangıç ötelerin ötesinde de olsa, onlara Denizli’nin
dağlarında gönül veremeye çalışacağım.
{|{
Denizli,
Denizli, Denizli… Adın beni yakar. Yürek mi dayanır adına? Babadağ’ın karları
mı dayanır? Seni Çamlık
dindirememiş. Sarsan beni Buldan beziyle
de… Çalkarası üzümlerin ile beni sarhoşta etsen. Pamukkale’de beni aklasan da paklasan da… Yok Denizli,
yok… Ateşin yetmiş bin milletten ırak olsun! Ben yandım… Başka bir can yanmasın!
“Bilemezdim o ateş bir gün beni yanmaktan beter edeceğini.”
Denizli, Denizli, Denizli…
{|{
Konya’dan çıktıktan sonra bozkırın sonları yeşillenmeye
başladı. Özellikle göller civarı öyle huzur verici ki günlerce burada kalarak yorgunluğumuzu
huzur içerisinde atabiliriz. Gülistanın gülleri… Boy boy, sıra sıra… Yol boyu
gül bahçeleri cennet misali izlenim veriyor. Köylülerin ikram ettiği gül
reçeline ve güllü lokumlara doyum olmadı… Tadı damağımızda kaldı…
Başmakcı Yörüklerinin sofraları bizi cezbetti… Sultan Bacı ile
Mehmet Bey’in misafirperverliği bizleri Yörüklerin ne kadar cana yakın, ne
kadar hoşgörülü ve ne kadar Anadolu’nun Yörüklere adapte olması gerektiğinin en
güzel örnekleriydi… Manda sütünden yapılmış kaymaklar, gül yağları, tavuk
etinden yapılmış yemekler… Yumurtanın mucizelerine ise söz dağarcığım yetersiz
gelir…
Anadolu’nun nimetlerini hayranlıkla izleye izleye Denizli’ye
varan yolları aşındırdık. Allah izin verirse sabahın ilk saatlerinde Denizli’ye
girmiş oluruz.
Hayır mısın, şer misin? Yoksa yüreğime düşen ateş misin? Bana
öyle bir yazı yaz ki bugüne kadar okuduklarım elifbanın elifinde kalsın… Beni
öyle bir işle ki bugüne kadar bana işlenenler ilk ilmekte kalsın… Eğer beni
yakacaksan da öyle bir yak ki bugüne kadar yanan ateşler seni görünce
cehennemin dipsiz kuyularında saklansınlar…
Ey Kader! Bugüne kadar yazdıkların bana çıraklıkta kalsın! Bana
öyle bir yazgı yaz ki, kendime bakınca seni, sana bakınca ise kendimi göreyim…
{|{
-
Kervancıbaşı ! Akhan Kervansarayında bir mola
verelim.
-
Emredersiniz efendim !
-
Vuslat oğlum, sabahın ilk saatlerinde burada
konaklayalım. Allah izin verirse
öğlenden önce şehre gireriz.
-
Peki Efendim.
-
Vuslat ağam, Denizli ile ilgili bilgin var mı?
Nasıldır, Kayseri ve Konya’dan farklı mıdır?
-
Denizli birkaç gidip gelmeler ile yeni Türk
Yurdu olan, sırtını Babadağ’ına yaslayan, Yörüklerin yurdudur. Denizli’nin bize
ihtiyacı var. Çünkü esnaf arasında henüz bir birlik sağlanamamıştır. Allah izin
verirse Denizli’de de teşkilatımızı kuracağız. Kayseri ve Konya’nın bozkır
kültüründen farklı olacağını sanıyorum. Yörük kültürü burada daha yaygındır.
Konya’dayken birkaç Denizlili ile sohbet etme imkânım olmuştu. Şiveleri bile
farklıdır. “Gelive, gidive, hadi gari…” gibi farklı farklı yorumları vardır. Burası
bize bir milat olacaktır. Hayatımızda bir dönem kapanacak yeni bir dönem yeni
bir sayfa açılacaktır. İnşallah bu sayfa beyaz saflığında tertemiz olacaktır.
-
İnşallah ağam.
-
İnşallah…
Kervansarayın kuzey tarafındaki dağın etek ucunda genişçe
bir beyazlık… Sinan, merak içinde.
-Orası ne ola ki Vuslat ağam? Bembeyaz…
Ben de merak ediyorum ve ancak tahminimi söylüyorum.
-Orada kireçli sular akıyor olsa gerek… Zaman içinde,
vaktimiz olursa gider görürüz…
Babadağ’ın tepeleri görünüyordu. Tepelerde birikmiş kar,
yüreği yananları bekler gibi. Acep bana da merhem olabilecek miydi? Gerçi Erciyes
Dağı yüreğimin ateşini söndürememişti ya…
Sıcaklık artıyor. Bahçeleri süsleyen baharın çiçeklerinin o
muhteşem kokuları bizi sam yeli gibi okşuyordu. Gülleri, sümbülleri,
leylakları, birbirlerini kıskanırcasına birbirleriyle yarışırcasına kokuların en
güzelini yaymaya çalışıyordu. Bahçelerde envai çeşitte meyve ağaçları, envai
çeşit çiçekler mevcuttu. Cennet bahçesi misali… Bozkırlarda bu kadar yeşilliği
bir arada görmemiştim. Bu kadar yeşilliğin arasında da envai çeşitte kuşlar
makamdan makama atlayarak bülbülün güle olan aşkını canlandırıyorlardı.
Bütün bu güzelliklerin arasında acaba gönlümün sultanını
bulabilecek miyim? Yoksa başka baharlara mı kalacağım? Ben böyle yanmamalıydım?
Beni yakan ile hesaplaşmam gerekiyor! Ya yüreğimdeki ateşi söndürsün, ya da
sonsuza denk kül olsun gitsin! Yoksa eski zamanlarda denize sahipken, yanan
yüreklerin ateşlerini söndürmek için mi kullandın tüm sularını Denizli?
Bilemiyorum… Acaba dağlarında menekşelerin var mı? Beni yakan hangi menekşem
var? Alalı mı, morlu mu, hercaili mi,
yoksa eflatunlu mu? Hayat bize ne getirecek?
Bahçelerin arasında konaklar görünmeye başlamıştı. Geniş
surlarıyla kale bizi karşılamıştı. Kervancının bahsettiği İlbade konakları ve deresi,
az ötedeydi. Daha yukarılarda yeşillikler içinde batıya ve güneye yayılmış
Denizli evleri… Babadağ’ın eteklerine yakın birkaç köy gözümden kaçmadı.
-
Bu köylerin adı nedir Kervancıbaşı?
-
En batıdaki köy Başkarcı, az güneyindeki
Servergazi ve biraz güneydeki Kınıklı Köyü’dür.
-
Denizli çok güzel bir şehir… Köyleri de
güzeldir.
-
Denizli bu yörenin incisidir
-
Yörükleriyle, yaylalarıyla, bağları
bahçeleriyle, zengin mutfağıyla bir başkadır… Buradan ayrılmak
istemeyeceksiniz.
-
Hayırlısı olsun bakalım, gün ola hayrola…
Kale kapısında bizi esnaflar karşıladı.
-
Hoş gelivemişsiniz Beyim…
-
Hoş bulduk.
-
Nası geçti yolculuğunuz?
-
Çok şükür, Allah’a hamd olsun, bizleri sizlere
kavuşturdu.
Bizleri kale içinde küçük bir handa misafir ettiler.
Gerçekten de Denizlililer methedildiği kadar misafirperver, insancıl, hoşgörülü
ve şiveleri gibi çok tatlı insanlar… Sabah, heybetli, gür sesiyle Denizli
Horozu ile uyandık. Öğlen ezanına müteakip esnaflarla bir odada toplandık. Şehrin
durumunu, esnafın durumunu, halkın durumunu hasbihal ettik.
Bize kaleye yakın bahçeli bir konak tahsis ettiler. Ahi
Babamız bahçede yorgunluğunu atacak, arada sırada çalışacağım atölyeye gelip
bize hocalık yapacak; teşkilatımızın kurulmasını da sağlayacak.
Denizli halkı Konya halkından daha sıcak, daha taraftardı.
Bizlere de sahip çıktılar. Karanlıklardan etkilenmemiş, yüzleri ve beyinleri
aydınlık içerisinde… Hayvancılık ve tarımı oldukça gelişmiş bir şehir.
Özellikle dokumacılık esnaf arasında özellikle yaygın bir meslek haline gelmiş.
Buldan bezi yurt içinde ve yurt dışında ün yapmış. Debbağcılık hayvancılığın
yoğun olmasına rağmen gelişmemiş. İşte bu bağlamda bize çok iş düşecek.
Sinan kardeşimi yanımda yetiştireceğim Allah izin verirse.
Tabi ki bugün buradayız, yarın Allah bilir nerde oluruz.
{|{
Haziran’ın sonlarına yaklaşıyoruz. Gün döneli iki gün
geçti. Ekinlerin başakları yukardan aşağıya doğru sararmaya başladı. Bahçeler
gelinlik kızlar gibi çeşit çeşit meyvelerle süsleniyordu. Çal karası üzümler
korukluktan çıktı. Pamuk tarlaları kozaları tomurcuklarında çıkma heveslisindeler.
Nasıl anlatayım Denizli’yi gari…
Bir gün pazardan gezerken iki tane köylünün konuşmaları;
- Dalagan verivecenmi iki bağ olsun...
- Vercem vercem, aha suracıkta, alıveecen mi?
- Alcem de yardım ediveecen mi?
- Alcem de paramı cikariveemedim bi dakka bekleyiveecen mi?
- Bekleyiveririm nolcekki...
İnsanlarına çok ısındım. Kolu komşu bizleri çok sevdi.
Esnaf bize çok destek oluyordu. Biz de bilgimiz dâhilinde en iyisini Denizli
halkına vermeye çalışıyoruz. Kısa sürede esnafı teşkilatlandırdık. Esnafları
zaviyelere ayırarak odalar haline getirdik. Şimdilik Ahi Babamız teşkilatın
başkanı olarak görevini yürütüyordu.
Debbağ Zaviyesinin Başkanlığını da ben yürütüyordum.
Ustalığımı hayranlıkla izliyorlardı. Sağ olsunlar mülkü idare tam yetki ile
bize destek veriyordu. Atölyelerin kurulmasında herhangi bir sıkıntımızı yoktu.
Sinan kardeşimi de yanımda yetişiyordum.
-
Vuslat Ağam, yaptığın çarıklar, çizmeler,
kemerler, çantalar herkes tarafından çok beğeniliyor. Ben de senin gibi
aranılır usta olmak istiyorum.
-
Sabır Sinan, sabır…
Ben buraya
sabrederek geldim. Halen Ahi Babamızın eline su bile dökemem. Azim, gayret ve sabır…
Bu üçünü yerine getirebilirsen senden iyi usta olmaz.
-
Haklısın ağam. Bir şeyler görüyor musun bende?
Sabrımın sonucunda hayallerime kavuşabilir miyim?
-
Allah’ın izniyle… Senin benden eksik tarafın
olmadığı gibi büyük bir ustanın da hem evladı hem de öğrencisinin. Onun için
çok şanslısın. Eğer azimli isen, gayret gösterirsen ve sabredersen bil ki bu
meslekte en tepeye rahatlıkla gelirsin.
-
İnşallah ağam.
-
İnşallah.
-
Bu arada ağam, yarın Kınıklı Köyüne gidip ham
deri alacağız. Bana unutturma demiştin ya!
-
Tamam Sinan. Hatırlattığın iyi oldu, sabah
namazından sonra gideriz. Yiğit adaylarından da birkaçını alalım. Onlara en
güzel deri nasıl olur, nasıl seçilir, nasıl alınır bilgilendirmiş oluruz, hem
de yerinde.
-
Tamam ustam.
-
Akşam da komşularımızın daveti var. Dört gözle
bekliyorum. Buraların yemek kültürü oldukça farklı ve oldukça lezzetli… Değil
mi?
-
Doğru söylersin ağam. Ben de merakla çekiyorum
akşamı.
{|{
Akşam komşumuz Mustafa Beyin evinde misafiriz. Cemile teyze
bizlere yemeklerini tanıtıyor.
-
Bu Gındıra Çorbasıdır. Ekinlerin arasında
yetişen bu ot, ayıklandıktan ve temizlendikten sonra haşlanır. Haşlandıktan
sonra kabuğundan ayrılır. Haşlama suyuna yağda kavrulmuş soğan ilave edilir. Bir
tas pirinç atılır, ayrıca erik, ekşi ve tuz katılır. Ve bir süre kaynatılır. Ve
afiyetle sofraya konulur. Bir tadın bakalım. Nasıl olmuş.
-
Ellerinize sağlık Cemile Teyze, farklı bir tat
ama oldukça lezzetli.
-
Bu yörede
oldukça yaygındır. Koyun sırtlarından yağ kesilir. Bu yağlar baharatla ovularak
bir şişe dizilerek serin bir yerde bir süre bekletilir. Kuru soğan kıyılarak
domatesin posası ile ovulur. Köz halinde olan odun üzerine, şişlere dizilen
yağlar pişmeye bırakılır. Yağlar pişerek akmaya başlayınca yufkalara sıra ile
basılarak emdirilir. Yağlar iyice küçülünce ye kadar bu işleme devam edilir.
Daha sonra iyice emdirilen yufkalar domates ve soğanla siniler üstünde servis
yapılır.
-
Muhteşem bir
ziyafete benziyor. Emek isteyen bir lezzet, ellerin dert görmesin Cemile Teyze.
-
Afiyet olsun
evladım. Siz de artık bizim evladımızsınız. Sağ oldukça Denizli’nin yemeklerini
sizlere sunacağım.
-
Allah razı
olsun. Allah muradınızı versin.
-
Âmin. İnşallah
evladım.
Elleri dert
görmeyesi Cemile Teyzem Denizli’nin muhteşem yöre yemeklerinden bize bir demet sundu.
Denizlilerin misafirperverliğini gösterdi.
Sofrada daha neler vardı neler! Zeytinyağlı börülce, Denizli
turşusu, kaçamak ve en güzeli ise sütlü ballı künarlı irmik tatlısı… Cemile
Teyze halen bekâr olmama üzüldü. Gayri ben de kısaca hayat hikâyemi anlattım. Duygulandı,
gözleri yaşardı.
-
Üzülme yavrum. Cemile Teyzen sana hayırlı bir
kısmet bulacak.
-
Sağ ol Cemile Teyze. Sen de artık benim anam
sayılırsın…
{|{