1 İlahi Aşkım Mormenekşem - 5b2.bölüm

-                     Oğlum bundan sonra inşallah hayatımız bir düzene girer. Senin de mürüvvetini görürüz inşallah. Ahi Babam da üzülüyor senin durumuna… Ölmeden torunlarını görmek istiyor.

-                     Cenabı Allah inşallah bundan sonra yüzümüzü güldürür. Ben de artık bir yuva kurmak istiyorum. İnşallah kısmetse, ne diyelim ana?

-                     İnşallah oğulum. Demek ki Kınıklı’nın dilberi oğlumuzun gönlünü çaldı. Peki o da seni seviyor mu?

-                     Ana daha duygularımı ona açılamadım. Birkaç günlük bir olay bu zaten…

-                     Eğer bizim yapacağımız bir şey olursa hiç çekinme olur mu Oğul. Canın ne zaman köye gitmek istiyorsa bize de haber bırak. Bizlerde yaşlanıp gidiyoruz, elini çabuk tutsan iyi olur.

-                     Fatîma Ana!...

-                     Haydi, Allah rahatlık versin.

-                     Sağ ol ana, size de Allah rahatlık versin.

{|{

                Ah anam, duysaydın görseydin şimdi beni. Nasıl sevinirdin, oğlum birine sevdalandı diye. Mutluluktan tarlada tabanda ne iş varsa o hızla hepsini hallerdi; hiç yorulmadan, evladının mutluluğundan dolayı…         İnşallah baharın, Kırşehri’ne gidip müjdeyi vereceğim. Belki gelininle beraber geliriz. İnşallah diyeceğim de henüz kıza açılamadım. Ortada fol yok yumurta yok… Neyse hayırlısı olsun diyelim. Allah yardım eder.

Akşam, Ahi Babam yanına çağırdı. Hayırdır inşallah. Önemli bir şey mi var ki?

-                     Buyur Efendim. Beni çağırtmışsınız.

-                     Gel evlat! Yarın Allah izin verirse Kınıklı köyüne gideceğiz. Yanına Sinan dâhil beş tane talebe al. Köyün Muhtarına haber saldım. Civar köylerde esnaf ve zanaatkârlık yapanları toplayıp teşkilatımız hakkında bilgi vereceğim. Sen de ister katıl istersen başka önemli işlerin varsa yaparsın tamam mı ?

-                     Emriniz başım üstüne. Yarın sabah ekibimiz hazır olacak.

-                     Tamam o zaman.

Ahi Babam demek ki öğrenmiş, bana da fırsat veriyor. Nasıl sevindim bilemezsiniz.

Yarın Menekşe’mi göreceğim. İnşallah ona duygularımı ifade edebilirim. Bu gece de uyku yok bize…

{|{

-                     Efendim Köyümüze hoş geldiniz. Bizleri şereflendirdiniz.

-                     Hoş bulduk. O şeref bize ait.

-                     Buyurun şöyle, civar köylerin ve köyümüzde esnaf ve zanaatkârlık yapanların hepsi toplantıya geldiler. Hava da güzel olduğu için bahçeye hazırlık yaptım. Sizce de münasipse…

-                     Yok, güzel olmuş. Ellerinize sağlık. İnşallah bugün güzel bir gün olacak, değil mi Vuslat Usta!

-                     Evet efendim.

-                     Sen de muhtarımıza hizmette yardımcı ol!

-                     Emredersiniz efendim!

Ahi Babam özellikle beni toplantıda yapılacak hizmette bulunmak üzere görevlendirdi. Niyetini anladım. Sağ olsun, insana en yakın yine kendisidir, yani ailesidir. Şöyle mekânı kontrol için müsaade istedim muhtardan.

-                     Vuslat ustam, burası sana emanettir. Kendin kur düzenini, köyden iki gencimiz yardımcın olacaklar. Bulamadığınız bir şey olursa, konaktan temin edersiniz. Oğlum yok ama sana Menekşe kızım yardım eder.

-                     Sağ ol muhtarım. Misafirperverliğinizden hiç şüpheniz yok. Biz de elimizden geleni yapacağız. Sizleri mahcup etmeyeceğiz.

-                     Sağol Vuslat Ustam!

-          Görevimiz muhtarım.

Bahçeyi şöyle gözlerimle süzüyorum. Acaba Menekşe’ye rastlayabilir miyim? Henüz ortalıklarda görünmüyor. Ahi Babam esnaf ve zanaatkârlarla hasbihal etmeye, tanışmaya başlamıştı bile. Ben de ortalığı kolaçan ediyorum. İhtiyaç halinde hazır kıta bekletiyorum arkadaşları.

Bu arada bahçenin arka kapısının açıldığını fark ettim. Omzunda testi ile giren biri vardı. Bahçedeki ağaçlıklardan dolayı ilk önce farkına varamadım ama endamını, boyunu bosunu görünce Menekşe olduğunu fark ettim. Çardağa doğru geliyordu, testilerin olduğu tarafa doğru. Ben de hızlı adımlar ile yanına doğru gittim.

-                     Menekşe sen zahmet etme. Bu kadar insana su çekmeyle bitmez. Arkadaşları ben görevlendirdim. Onlar hizmet edecekler. Sen sadece önemli bir eksiğimiz olursa temin yolunda bize yardımcı olursun… dedim…

Dedim ya… O kadar kelimeyi bir araya kesmeden nasıl getirmiştim, ben de şaşırdım.

-                     Tamam o zaman ağam! Siz bir şey lazım olursa sesleniverin.

Kendime biraz güven gelmişti.

-                     Bu arada benim adım Vuslat!

-                     Çok güzel… Anlamı ne ki ağam?

-                     Vuslat, sevgiye giden yol demektir. Adımı babam koydu. Ben de çok beğeniyorum. Senin adın da çok güzel biliyor musun ? Ben de menekşe adını çok ….

“Seviyorum…” diyecektim. Kız, hızla konağa doğru gidiverdi, utangaç bir edayla.

Utanmıştı sevdiceğim! Acep biraz olsun duygularımı anlamış mıydı ki. Neyse bugün ona açılmam gerekiyor. Yoksa benim gecelerim olmayacak. Uykusuzluktan uykuyu unuttum.

Ahi Babam bir ara vermiş, o arada ayran ikramı istemişti. Ben de önceden arkadaşlardan su katılmamış yoğurdu hazır hale getirtmiştim. Has yayla yoğurdu. Nasıl kokuyor. Kaymağı üzerinde. Şimdi yufka ile nasıl giderdi.

Bahçe ağaçlık da olsa Ağustos ayı olduğu için oldukça sıcak oluyordu. Sıcaklığı ancak tuzlu ayran ile gideriyorduk. Yoğurt azalmıştı. Fırsat bu fırsat dedim, konağa doğru gidip Menekşe’den yoğurt alacağım.

-          Destur var mı ev ahali?

Menekşe koşarak kapıya çıktı.

-          Buyur Ağam. Kusura kalma Vuslat Ağam.

Adımı iyi öğrenmiş adı gibi gözleri de menekşe gözlüm. Harflerin dudaklarında nasıl şekil aldığını ve çıkan harfin hangi harf olduğunu hayranlıkla ezberledim. Yanıma gelirken endamına bakıverdim. İnce, uzun, narin, ceylan misali sekerek geldi. Başında mor yazma, arkadan topuz gibi bağlamış, saçlarının perçemleri yüzüne dökülüvermiş. Kumral saçlı, acaba saçlarını şöyle bir döktürse nasıl dururdu ki? Hafiften gerdanı görünüyordu. Bembeyaz bir ten… Güneş hiç mi incitmemiş? Parmakları ince ve uzun… Kalem gibi kaş diyoruz ama parmaklarda kalem gibi maşallah…

-          Şeey Menekşe, yoğurt alabilir miyim?

-                     Tabi ki Vuslat ağam. Ben size üç helke vereyim. Çardağın altına, serin yere bırakırsın.

-                     Peki Menekşe.

-                     Şimdi getiririm Vuslat Ağam.

Bir koşu, içeriden iki helke yoğurt getirerek kapının önüne bıraktı. Diğer helkeyi de getirmeye gitmesi ile gelmesi bir oldu. Helkeyi bu sefer elime uzattı. Helkeyi elinden alayım derken parmaklarımız değdi birbirine… Aniden bir ateş sardı her yanımı. Çarptı beni şimşek misali. İnce parmakları öylesine narindi ki bir anda korktum helkenin sapı incitecek diye. Bir an helkenin yere düşmesini önledim.

-                     Özür dilerim Vuslat Ağam. Helkeyi yanlış yerden verdim sana.

-                     Ben senden özür dilerim Menekşe. Hata benimdi, dedim ama terler başımdan aşağı dökülüverdi.

-                     Ağam iyi misin?

-                     İyiyim sağ ol, garip bir durum galiba. Birden heyecanlandım.

-                     Beni de bir heyecan bastı. İstersen şöyle biraz dinlen Vuslat Ağam! Sana ellerimle bir ayran çalkalayayım.

Hayır diyemedim. Evin önündeki tahta oturağa oturdum. Biraz kendime geldim. Kısa sürede koşarak bir elinde tas ayran ile geliverdi.

-          Buyur Ağam. Şifa olur inşallah.

-          Sağ ol Menekşe. Derdime derman olsun.

-          Hayırdır ağam. Ne derdin var ki?

-          Şeey. Bir şeyim yok. Öylesine söylemiştim.

-          Ağam derdini söylemeyen derman bulamaz.

-          Şeey, yalnız bana Vuslat dersen daha memnun olurum.

-          Tamam Vuslat ağam.

-          Ama sadece Vuslat…

-          Olur mu ağam?

-          İşte derdim de bu zaten. Nasıl desem?

-          Bak sana Vuslat diyorum.

-                     Tamam, şimdi biraz daha rahatladım. Ben senden hoşlanıyorum. Gördüğüm günden beri seni unutamıyorum. Dengesiz tavırlar o yüzden oluyor.

-                     Estağfurullah. Sende herhangi bir dengesizlik görmedim. Aksine çok olgun, yerinde hareketlerin var.

-                     Öyle mi? Nerden biliyorsun?

-                     Ben de seni izledim. Senden…

Menekşe naşını eğdi…

-                     Vuslat Ustam! diye seslendi dışarıdan Sinan.

Menekşe, mahcuptu.

-                     Galiba yoğurt bekliyorlar, dedim. Ben hemen götürüvereyim. Müsait olduğumda sen de müsait olursan biraz konuşalım mı?

-                     Olur Vuslat! Ben buradayım.

-                     Sağ ol Menekşe. Allah’a emanet ol!

-                     Sen de Allah’a emanet ol.

Sanki uzak bir yere gider gibi bir de helalleştik. Sinan yanıma geldi.

-                     Ağam, Ahi Babam müsait olunca yanıma bir uğrasın demişti. Ama birkaç kez idare ettim. Onun için rahatsız ettim. Kusura bakma.

-                     Olur mu? Sağ ol kardeşim. Yoğurt taşımama yardım et. Hemen yanına varayım.

-                     Nasıl ağam bir gelişme var mı?

-                     Evet Sinan. Ondan hoşlandığımı zor da olsa söyleyebildim. O da benden hoşlanıyormuş.

-                     Çok sevindim ağam. İnşallah devamı gelir.

-                     İnşallah Sinan. Ahi Babamın gönlünün alalım. Sonra konuşuruz.

-                     Tamam ağam.

Ahi Babam ikindi namazından sonra  şehre dönmek için hazırlanmamızı istedi.  Bu arada gitmeden Menekşe’yi bir daha görmem lazım. Muhtar ve köyün ileri gelenleri hizmette kusursuzdu. Ahi Babam çok memnun kaldı. Onlar da Ahi Babamla tanışmaktan, teşkilatlarında bulunmaktan onur ve şeref duyacaklarını söylediler.

Kap kaçakları konağa bırakma bahanesi ile Menekşe’yle bir daha görüşeceğim. Menekşe de beni pencereden izliyormuş. Ben kapıya doğru yürüyünce o da kapıya çıktı.

-                     Menekşe seninle tekrar görüşmek ve konuşmak istiyorum.

-                     Evet ben de Vuslat!

-Şeey yarın şehrin pazarı. Annemle her hafta pazara uğrarız. Annemden izin alırsam seninle bir yerde buluşalım.

-                     Çok güzel düşünmüşsün. Kendin gibi aklında güzel!

-                     Vuslat, utandırma beni!

-                     Tamam, tamam. Seni nasıl bulacağım peki?

-                     Cuma namazından sonra Kaleçinin İlbade tarafına açılan kapısını bilir misin?

-                     Evet!

-                     Orda bekle beni, olur mu?

-                     Tamam, o zaman anlaştık.

-                     Tamam, yarın Allah izin verirse görüşmek dileğiyle.

-                     Yarını dört gözle bekleyeceğim Menekşe. Allah’a emanet ol! Allahaısmarladık!

-                     Sen de Allah’a emanet ol! Güle güle… Ben de yarını iple çekeceğim…

Yarını iple mi çekeriz, yoksa dört gözle mi bekleriz onu bilmem. Ama yarın sabah bana çok zor gelecek… Sabahlar olacak mı?

{|{

                Günlerden Cuma. Cuma namazını kıldıktan sonra Menekşe’mle buluşacağım. Sabah namazında Allah’ımdan niyaz eyledim;

-                     Ey Allah’ım beni sen bilirsin! Senden gelecek her şeye razıyım! Hayırsa da, şer ise de razıyım! Bana kalbi sana en yakın olanın kalbini nasip eyle! Âmin

                Duamı Cuma namazında da tekrar ettim. Kaleiçi’nde bulunan cami İlbade kapısına en yakın cami idi. Bir önce Menekşe’mle buluşmak istiyorum. Bugün bir de pazar var. Yani ortalık kalabalık, iğne atsan yere düşmez.

                Mahşeri kalabalığın içerisinden İlbade Kapısına doğru inerken selvi boylumu cemalini görüverdim. Adımlarımı ağırlaştırırken nefes alışım ve kalbimin atışı hızlandı.

-                     Hoş geldin. Nasılsın. İnşallah afiyettesiniz?

-                     Hoş bulduk. Çok şükür iyiyim. Sen nasılsın?

-                     Bu anı beklemekten damarlarım kurudu.

-                     Öyle mi? Neyse şuradan bir şerbet alayım sana da kurumuş damarların yeşeriversin!

-                     Menekşe!

-                     Tamam, latife yaptım.

-                     Ne yapalım? Şöyle İlbade bahçesine doğru gidelim mi?

-                     Olur, tamam. Yalnız anamdan bir saatlik izin aldım, ona göre!

-                     O zaman şöyle buyur.

-                     O zaman şerbeti de sen ikram et…

-                     Kusura bakma, heyecandan birden unutuverdim.

-                     Bakıyorum da sevda seni senden almış galiba!

-                     Sormayın, Kırlangıç’ın menekşeleri beni deli divane etmişti ama Kınıklı’nın Menekşe’si ise beni bin beter etti.

-                     Allah Allah! Kırlangıç kim, Menekşe kim?

-                     Tabii ki seni Kırlangıç’ın menekşeleri ile tanıştırmadım değil mi, kusura bakma!

-                     Bir de değilmiş, bir den de fazlaymış!

-                     Menekşe Hanım! Eğer anlatmama fırsat verirsen açıklarım!

-                     Peki anlat bakalım kim bu menekşeler?

-                     Menekşelerim, Kırlangıç’ın menekşeleri. Kırlangıç’ın allı, morlu, hercaili menekşeleri… Kırlangıç, köyümün dağlarıdır. Menekşeler de dağlarımın çiçekleridir.

-                     Bildiğimiz çiçek yani öyle mi?

-                     Tabi ki benim yaralı yüreğimde başka menekşe olabilir mi?

-                     İyi o zaman. Bana kendinden, geldiğin yerden bahsedebilir misin?

-                     Şöyle biraz oturalım, hem de şerbetimizi bitirelim istersen.

-                     Tamam, sağ ol.

-                     Anamla babamın en büyük oğluyum. Köyümüz Kabadurak. Kırşehri Vilayetine bağlı Mucur Kazasının köyüdür. Anadolu’nun orta yerindeyiz. Bozkırın ortasındayız. Sizin buralar gibi ağaçlık veya bahçelik değildir. Kışları sert geçer, yazları ise oldukça kuraktır.???? Debbağ ustasıyım. Yani ham deriyi işlenecek hale getiririm. Ve özel olarak da işlenmiş deriden çarık, çizme, çanta, kemer gibi eşyalar yaparım.

Ahilik Teşkilatının şeyhi olan Ahi Evren Hazretleri yani Ahi Babamın ailesi ile birlikte burada kalıyorum. Beni evlatları olarak görüyorlar. Evlatlarından da ayırt etmediler şimdiye kadar. Hayatımın belli bir kısmından sonra onlarla yolumuz kesişti. Ve yolda yol alıyoruz. İyi ve kötü günlerimizle… Son duraktan bir önceki durak Denizli oldu. Burada da kısa bir süre kalıp Kırşehri’ne gitmeyi planlıyoruz. Teşkilatı oradan yürüteceğiz.

-                     Peki neden ben?

-                     Neden mi sen? Çocukluğum Kırlangıç’ın eteklerinde geçti. Menekşeler bana yoldaş oldu, arkadaş oldu, sevgili oldular. Onlar benim her şeyim. Sıkıntılarımı onlarla atıyorum ve rahatlıyorum. Onları görmezsem yataklara düşüyorum. Eğer canlısını bulamazsam kurusunu koklar kendimi gelirim. Her zaman yüreğimde onları saklarım. Bak kendi yaptığım bir deri kese… İçinde her zaman tabiat ananın son evladını burada saklarım.

-                     Ay çok güzel bunlar! Bu hangisi?

-                     Bu “mor menekşe”… Diğerleri duymasın ama en çok sevdiğim buydu.

-                     Sonra?

-                     Sonra mı? Kayseri’den Konya’ya gelirken yüreğimdeki ateşin daha da yakınlaştığını fark ettim. Özellikle Konya’dan Denizli’ye gelirken ateş son safhasına geldi. Yanmaktan korktum. İlk seni gördüğüm gün vardı ya?

-                     Evet!

-                     O gün size gelmeden rahatsızlandım. Kalbime artık müdahale edemiyordum. Dinlemiyordu beni. Sözüm geçmiyordu. Teklemeye başladı. Aşkına mı koşuyordu neydi, bilemedim? Seni görünceye dek… Tek derdi senmişsin. Seni gördükten sonra ahenkli atmaya, aşkını yaşamaya başladı. Ah kalbim! Peki biraz da sen kendinden bahset istersen.

-                     Ben de ailemin en büyük evladıyım. Gördüğün gibi babam köyün muhtarı… Anamla biz bağda, bahçede çalışırız. Benim küçüğüm bir kız kardeşim iki de erkek kardeşim var. Kısmetimizi bekliyoruz işte.

-                     Yani?

-                     Yani ne?

-                     Yani beni mi?

-                     Bilmem kısmetse…

-                     Menekşe ben senden hoşlanıyorum. Eğer sen de aynı duyguları hissediyorsan, bir ileri ki aşamaya??? geçmek istiyorum.

-                     Vuslat, ben de ilk gördüğümden beri senden hoşlanıyorum. Senin hakkında biraz bilgi topladım.

-                     Bak sen?

-                     Evet,  teşkilatınızda sevilen sayılan iyi bir ustaymışsın, etrafta dürüstlüğün, yardımseverliğin, çalışkanlığın ile anılıyorsun. Eğer kısmetse ben de seninle dediğin gibi bir ileri ki aşamaya??? geçmek istiyorum.

-                     O zaman?

-                     O zaman ailen gelip beni isteyecek !

-                     Tamam o zaman en kısa sürede Ahi Babamı ve Fatîma Anamı alır gelirim.

-                     Yok Vuslat gerçek anan baban.

-                     Kabadurak’taki anam babam mı?

-                     Evet.

-                     Ama onlar çok uzakta! Onları alıp gelmem belki aylar, belki de yıllar sürer.

-                     Eğer beni seviyorsan alır getirirsin Vuslat!

-                     Ya güzel yârim. Kurban olduğum, ben o zamana kadar sensiz nasıl dayanacağım?

-                     Bugüne kadar benimle miydin?

-                     Hayır!

-                     Eğer bana kavuşmak istersen âdetlerimizi yerine getirirsin Vuslat!

-                     Çok gaddarsın Menekşe!

-                     Son sözüm böyle! Zamanım geçiyor. Annem bekler. Bana müsaade. Eğer dediğim gibi yaparsan ben buradayım seni beklerim. Gerisi sana kalmış…

-                     Tamam Menekşe, elimden geleni yapacağım. Ama bir daha görüşemeyeceğiz mi?

-                     Ailem sık sık görüşmeyi uygun görmez. Ama Muhtar babama geldiğin gibi iş icabı yani olursa belki !

-                     Oh çok şükür!

-                     Neyse bana diyeceğin var mı ? Bana müsaade…

-                     Menekşe, ben senin yoluna kurban olurum. Ben sana karasevda ile tutkunum.

-                     Biliyorum Vuslat. Ben de seni seviyorum. Eğer bana kavuşmak istiyorsan elini çabuk tut! Allah’a emanet ol…

-                     Sen de Allah’a emanet ol Menekşe’m. “mormenekşem” benim.

-                     “Mor menekşem” … Güzel, sevdim seni!  “Mormenekşem” bu, sevdim seveli coştu tomurcukları… Sevginin adını yaşadım seninle… Sevdamın kölesi oldum, hizmetkârı oldum… Baktın mı yüreğime? Yüreğimin duvarlarında bile ismin yazılı… Menekşelerin sevdası oldum, sevgilisi oldum…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

( İlahi Aşkım Mormenekşem - 5b2.bölüm başlıklı yazı Ali Özdemir tarafından 10.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.