Tehir ettiğine mi yansın yok addedilen efsunlu mabedinin kırıldığına mı?

 

Öncesizliğin çeperinde, boyutsuzluğunun indinde hafif meşrep bir tını ile raks ediyordu boyunduruğuna girdiği kim ise. Vakitsiz öten bir horoz edasıyla savuruyorlardı ya gölgesi dahi terk etmişken cami avlusunda.

 

Sıkılgan hatta metazori bir kümelenme idi işin aslı boyun eğdiği o aklı evvel dostları. Öncesinde hayli methetmişlerdi ilk işe kalkıştığında ve hayli alkış tutup hoş geldin partisi bile verecek kadar da emindiler adamdan-ya da eminlerdi başarısızlığın ihtilali ile iki seksen uzanacağına Cemil Efendinin.

 

Biraz kaygılı addedilse de tüm zoru sadece kendi duvağını yine titrek elleri ile açmaktı. Sanırsınız ki yeni gelin!

 

Zorluklar olmuştu ömür boyu muhatabı biraz da çetrefilli süregelen hayat mücadelesi. Önce karısını emanet etmişti kara toprağa ve tırnaklarıyla kazıyıp da üç kuruş paraya tamah eden akrabalarının iteklemesiyle babadan kalan üç katlı ahşap evi yok pahasına satıp pay etmişti sözüm ona ihtiyaç sahibi… kırık kuzenlerine.

 

Dememişler miydi yoksa:

 

‘’Amcam, hadi büyüklük sende kalsın hem de o kadar büyük evde bir başına ne yapacaksın? Görmez misin kaç yaşına geldin: Hadi okutalım şu köhneyi ve sen de rahat edeceğin derli toplu bir daire al.’’

 

Sahi, çok mu büyüktü evi ona göre hele ki karısı göçtükten sonra?

 

Hem demezler miydi: ‘’Adam hacı olacak da görmeyecek mi ihtiyaç sahibi şu fukara akrabalarını? Daha neler, adam merdiven dayamış seksenine hala karı kız peşinde mi koşuyor da o köhne evi çıkarmıyor elinden bir de dinden imandan bahseder. Sat çıkar elinden ve tut yolu huzur evinin…’’

 

Bir kere girmişlerdi adamın aklına ve peyda olan bu istikrarsızlığı illa ki kabul ettireceklerdi Hacı Cemil’e.

 

Neyse ne, demek içinden gelmese de sonunda yapacağı en başından belliydi hacının. Zaten iki metre kefeni elbet birileri biçerdi yaşlı vücuduna.

 

Ve derken muradına erdi herkes, kalan parayı da taksim etti yaşlı adam mahalle esnafına. İşte onun da bir hissesi olmuştu semtte açılan o küçük markete.

 

Ne var ki elinde hissesi olduğuna dair onaylı bir belge yoktu ve adam güvendiği insanlardan bir darbe alacağını aklının köşesinden dahi geçirmiyordu.

 

‘’Sözümüz söz Hacı Amca. Hele ki işe koyulsun dükkân bak gör nasıl akacak paralar; gözümün önünde ol sen sadece ve üç beş saat bulun markette.’’

 

Olacak iş miydi, demesine kalmadı ki Berber Rıfkı çıkardı ağzındaki baklayı:

 

‘’Ne kadar emek ne kadar ekmek bre Hacı…’’

 

Temkini olması gerektiği ile ilgili düşünceler pek nazarında itibar etmese de adam işkillenmişti en konu.

 

Ne yani bu yaştan sonra bir de dükkânda mal mı yerleştirecekti ve derken olanlar oldu.

 

Boyundan büyük işe kalkışmanın sırası mıydı, demekle de nasıl bir çözüme ulaşabilirdi ki?

 

Döngünün rehavetine kaptırmıştı kendini bir kez delikanlı cüssesi addedilen bedeni ile iki büklüm raflara mal dizerken.

 

Azıcık kaparo bırakması için cüzi miktarda para bile bırakmamıştı haylaz kuzenleri.

 

‘’Amca, çocuğun okul taksiti bir de şu birikmiş kredi kartı borcumuz… Söz sana ayın ortasında o beğendiğin daireyi İnşallah bağlayacağız ve senin de ultra modern bir rezidansın olacak…’’demelerine ağzı açık baka kalmıştı hacı.

 

‘’Oğul, rezidans dediğin ne ola ki?’’

 

‘’Hiç takılma Hacı Amcam: Bekle ve gör.’’

 

İyi de bu adam nerede yaşayacaktı evin tapusu-pardon rezidans denen meret-üzerine geçene kadar?

 

İşte film tam da bu noktada kopacaktı:

 

‘’Rıfkı Bey oğlum bir baksana.’’


‘’Hacı Amca, görmez misin saç kesiyorum. Hem sen neden marketi bıraktın da geldin şimdi işin ev civcivli zamanı?’’

 

‘’Yok, yok iki dakikaya kalmaz giderim gitmesine de ben diyorum ki…’’

 

‘’Az müsaade Hacı. Bak asker tıraşı yapıyorum kınalı kuzuma.’’

 

‘’Selametle evladım. Bu akşam daha doğrusu ayın onuna kadar ben nerede kalırım bu kış kıyamette? Ahşap evimin-pardon eski evim-yeni sahipleri, artık evi boşalt da tadilata başlayalım, demekte.’’

 

‘Oooo, dert ettiğine bak. Kıvrıl kasanın yanındaki koltuğa. Mis vallahi mis, uyu bir güzel ilk müşteri damlayana kadar.’’

 

‘’Sen ne dediğinin farkında mısın Rıfkı Bey oğlum. Hiç münasip olmaz ki hem rahat da etmem. Daracık koltuk hem yemek nerede yiyeceğim?’’

 

‘’Aşk olsun. Sülü’nün esnaf lokantasında kalan yemekleri bir güzel poşetler çırak Nuri. Oh, oh, mis…’’

 

***

 

‘’Peki, sonra nerede kaldı Hacı Amca?’’

 

‘’Çok mu merak ettiniz sizi veletler?’’

 

‘’Ama baba hikâyenin en heyecanlı yeri. Hadi, durma da devam et anlatmaya.’’

 

‘’Söylemeye dilim varmıyor ama…’’

 

‘’Sakın öldü deme.’’

 

‘’Yok, yok demem hele ki o geceden sonra.’’

 

‘’Ne oldu ki o gece?’’

 

Dinleyin o zaman…

 

***

 

İyi kötü karnı doymuştu ihtiyarın gerçi çok yağlıydı son yediği artık ama hep demez miydi: yetinmek lazım.

 

Ve kıvrıldı oturduğu koltuğa gerçi rahat değildi ama yine de şükür doluydu. Beli enikonu ağrıyacaktı yine de sabah namazına dururdu. Sabaha çok vardı: Eşyaları arasında idi Kuran ve esefle kınadı kendini:’’Ah, nasıl akıl edemedim de almadım yanıma. Allah’ım sen affet beni.’’deyip bildiği tüm duaları sıralamaya başladı.

 

Gözleri kapanıyordu yavaş yavaş ta ki…

 

Sağ gözünün ucuyla kolaçan etti etrafı. Uykusunun en tatlı yerindeyken bu ses de ne olaydı ki?

 

Bir fısıltı duydu ve devamında bir inilti ve derken sessizlik.

 

Derken musluk sesi geldi arkadan:Tıp tıp tıp.

 

Saatin tik takları da eşlik etmeye başlayınca adam iyice işkillendi ve masada duran ekmek bıçağına uzandı.

 

‘’Bre’’ dedi.

 

‘’Ne işim ola ki bıçakla. Adam mı öldüreceğim? Gelen zaten ne bulur ki market reyonlarındaki raflardan başka hem kasada da para yok. Ben uyur gözükeyim de gelen kim ise elbet gider usul usul.’’

 

‘’Kimdi gelenler peki?’’

 

‘’Edilen ihbar sonucu polis ekibi.’’

 

‘’İyi de neden ihbar ettiler ki?’’

 

‘’Doğrusu Hacı Cemil’i bu pislikten kurtaran da bu oldu gerçi kısa bir süre hapis yattı ama.’’

 

‘’Eee, ya sonra?’’

 

‘’İşin aslı market adı altında giriştikleri uyuşturucu ticareti idi Hacının başının ağrıdığı. Ve adamın kanun nazarında hissesi olmadığından kısa süre yattı hapiste. Yine de yataklık yaptığı gerekçesiyle bayağı sıkıntı çekti derdini hâkime anlatırken ve tatlıya bağlandı iş. Hem de şu evi alanlar var ya…’’

 

‘’Sahi, evini de satmıştı yaşlı adam.’’

 

‘’Onlar da işin bir parçasıymış meğer ve üç kağıtçı yeğenleri de aldı ağızlarının payını ve adama teslim ettiler yine evini gerçi epey borçlandığına kanaat getirmişti yaşlı adam ama kanunun kestiği el acımaz misali, devlete borçlandı bizim ihtiyar. Hele ki…’’

 

‘’Hadi baba, şimdi nerede yaşıyor o adam?’’

 

‘’Bir süreliğine huzur evinde kaldı Cemil Efendi ve orada gönlünü öğretmen emeklisi Mukaddes’e kaptırdı. Deli Mukaddes.’’

 

‘’Neden güldün ki şimdi?’’

 

‘’Nam-ı diğer: Şen Bülbül.’’

 

‘’Baba, sen ne dediğinin farkında mısın?’’

 

‘’Ya, deminden beri ne anlatıyorum size?’’

 

‘’Üvey-cici- dedemizden mi bahsediyorsun sen saatlerdir? Hani evini satıp huzur evine ek bina yaptıran ve babaannemizle nikâh kıyan? İyi de onun adı Hacı değil ki. Hep Acı Amca diye çağırıyor herkes.’’

 

‘’Kapı çaldı. Hadi, gidin bakalım gelen kimmiş?’’

 

‘’Baba, hikâye burada bitti mi yani?’’

 

‘’Durun, daha yeni başlıyor. Hele bir balayından gelsinler. Devamını da onlardan dinlersiniz…’’



 

( H/acı Amca başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 6.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.