Bir posta kutusunda yaşıyorum.

 

Bir de güvercinlerin kanatlarının kırıldığı gökyüzünde.

 

Ve derli toplu tüm yaralarım…

 

Dertop olmak ki meziyeti benliğin ben de göreceli mektuplarla haşır neşirim.

 

Bir alıcısının olmadığı satırlarda yürek sesim bir de göndermekten imtina ettiğim, seyrindeyim yürek denen neferle içli dışlı bir terennümü paylaşırken.

 

Soluk teninde güftelerin, kayıp mezarlarında bestelerin bir dağılıyorum bir de gümbürtüye esir veriyorum kırık bir niyazda saklı sağdıcımın naif sükûtuna sığınıyorum ansızın.

 

Kurdeşen döken cümleleri sığınak bilmenin gücüyle, toz tutan lügatimin incir çekirdeğini doldurmayan öfke emsali bir de varlıksız ketum yalanların şeceresini tutuyor şeytan.

 

Pabucunu ters giymekten yorgun bense kaçmaktan.

 

Yakalandığımın resmidir belli ki şu koruk cümleler demek ise… demediklerimin kaç gücündeyse dediklerimden bir laneti yok etmek gayreti yine varlıksızlığın da tüm meali.

 

Kırık tokalarında Çingene çocuğun bir de yangınını söndüremediğim kayıp sarnıçların bir de evet, bir de bulmak istemediğim o müsebbibi; yorgan yandı kavga bitti misali. Tedirgin cümlelerde saf tuttukça ve saflığım kabuk bağladıkça kaçak göçek semtlerin telaşesinde kayıp aşkların mezarı iken yazmakla mükellef kılındığım sair şiir.

 

Şiirlerin bendinde bir de ölümün kutsallığında bir de hidayet bildirgesi her an edindiğim ve her daim gözümden sakındığım dualarım. Dualarımda saklı satırlar yine yüreğin beyanatı ve ne çok kayıp gezegen, edindiğimdense kabul etmek zorunda kaldığım. Kalbur üstü hüviyetlere düştükçe yolum bir de cebi delik bir paltoda biriken yalnızlığı onca bozuk paranın. Bir çiçek kadar kırılgan bir diken kadar da yakıcı tıpkı insanlar gibi: hani tanımadığım hani yolumun kesiştiği hani peyder pey yalnızlığın türküsünü çığırtan o detone sesli şarkıcı kadın. Adamlarca işgal edilmiş bir pavyon belki de yalnızlığın ilacını bulmakla övünen kayıp insan ırkı. Hırkası tüm gölgelerin; kayıp ruhu yine ölüme kucak açan belki hazımsızlığı mutluluk iken başa bela, gözyaşı iken hicrana yoldaş.

 

Dediklerinde mi saklı yoksa onca kinaye?

 

Demediklerine de mi kâiniyim yoksa demekle dememek arasında onca gel-gidi bir şiire asıp da eskimeyen yüzü yine şarkıların tıpkı plak gibi takılı o pikapta eskimezliğin hüznü.

 

Rotası 45’lik bir hüzün hani ardından uzayan beyitlerde bir ölümlüyü daha rehin tutmuşken içine kıstırılmışlığın beyanı kadar da anlamsızlığı örtmek anlam olmak adına da anlam bulmaya yatkın ama kaybolmaya mahkûm, kayıpların neşriyatında hüzün balyaları yine dalya dediğim hüzne takılı o miğfer: hani olur da isabet alır başı hüznün; hani olur da kırılır için için; hani ve hep dön başa ve kuvvetle muhtemel tüm yalanları da doğru bellediğim ya da paranoyak bir dürtü ile şüpheciliğin dik alası…

 

Bir mahlasta esir tutulmuşluğu mu yoksa şairin ya da bir hikâyede yarattığı kahramanın kırık niyazında adlandıramadığı hüznü içerken uyku niyetine?

 

Taburlar dolusu imge yine sırdaş yine sıra dışı.

 

Tabir-i caizse bir maruzat bellediğim bir de yüklendiğim bir de yüksünmekten imtina ettiğim ölümlü seyri anlık bir hezeyanda, ömürlük bir aşkta bir de ölümsüzlüğünde kutsal sanrıların altın bir tepsiye koyup da buyur edilesi.

 

Iskaladığım mıdır yoksa çaldırdığım mutluluğa eşlik eden bir seyir mi yine kuş bakışı yüreğin daha da evet, daha da küçülmeyi marifet bilen o mutluluk cafcaflı bir ayrımcılıkla sonlandırmaksa hüznü kabul gören tezat duygular kadar da yüreği zora sokan yine de tantanası yüksek bir frekansta yoksun kılınmaktansa yok saydığıma gönderdiğim bir selam kadar da dirayetsiz…

 

Tümden gelen coşku hep mıhlasa keşke hayat iksirinin o görkemli tınısında bir de reşit bir acıyı evlat edinse yüreğin mimarı hangi koşullu ağrı ise, tünediğimden de yükseğe konsam keşke gecenin yirmi beşinci saati ve ürese dirayet, sinse cehalet ve sussa keşke şeytanın kor nefesinden evrene yayılan o uğultu.

 

Şimdi derlesem de çıksam yola üstelik derli toplu bir sevda masalında baştan çıkan aşk meleğine de rast gelse her insan.

 

İşte o minval.

 

İşte o uydu.

 

İşte o sancak.

 

İşte en sancılı diriliş yine küllerimi serpip de doya doya ağladığım kendi ölümümü çeyrek geçen bir saati de sabitlemişken evren.

 

Geç kalmışlığın coğrafyasında erken bunayan bir lehçede ve üreyen bir acıda konaklayan tüm duygulara elveda… demekse yüreğin beyanı asla olmayacak duaya amin dememek kadarsa akıl karı bir ikram yine evrenin gümüş bardağında içtiğim en lezzetli şarkı bir kulağımdan diğerine ulaşan o yaşama sevincimi çalmaya muktedir bir varlığı hep ama hep görmezden geleceğim.

 

Tanrı’nın izniyle yeni bir acı doğurana kadar çekildim ben huzurun koynuna.

 

Mademki gelene de gidene de minnet duymayacak evren, varsın tokalaşayım mutsuzluğun giriftinde bir name kadar uysal ve naif iken yüreğin boyutsuzluğu.

 

Yeni bir günde…

 

Yeni bir eksende…

 

Ve kaybolmanın getirdiği o devinimde bir de türkü tadında iken yaşadığıma delalet her duygu.

 

 

( Derli Toplu Tüm Yaralarım... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 25.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.